İnsan farkında olsun veya olmasın hayatının her anını kuşatan iki gerçek ile iç içe yaşar. Yaratılan her canlının muhtaç olduğu, onlar olmadan hayatını idame ettiremediği bu iki mahlûk zaman ve mekândır. Bizler sınırlı imkânlar ve yeteneklerimizle bu iki mahlûku ne tam manası ile kavrayabiliyoruz ne de bunların dışına çıkabiliyoruz. Onlar karşında mademki mahkûm durumdayız, o halde onlardan en iyi şekilde istifade etmek durumundayız.
Şüphesiz zaman kavramı insanlar için belirlenmiş bir sınıra kadar devam etmektedir. Takdir edilen sınıra gelince insan, bulunduğu zaman ve mekandan alınarak başka bir aleme geçmekte ve orada hesap gününü beklemektedir.
Allah Teala yarattığı zaman içerisinde belli saatleri, günleri ve ayları, diğer zamanlardan daha değerli kılmış ve bu zamanları hakkı ile değerlendiren kullarına müjdeler vermiştir. Yirmi dört saatlik bir günün, seher vakitlerini, yedi gün süren bir haftanın Cuma gününü, on iki ay süren bir senenin Recep, Şaban ve Ramazan olmak üzere üç ayını, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini ilahi bir rahmet olarak insanların istifadesine sunmuş zamanın bu değerli bölümlerinde yapılan taat ve ibadetlerin mukafatlarını da kat kat vererek kullarının derecelerini yükseltmeyi murad etmiştir.
Bize takdim edilen bu değerli zaman dilimlerinden biri olan Ramazan ayının içerisinde bulunuyoruz. Bu ay bizlere mazlumları, mağdurları, fakir ve fukarayı daha fazla düşünmemiz gerektiğini hatırlatan, zekat, fitre ve infak yolu ile onlara ulaşmamızı sağlayan bir şuur emretmesi hasebiyle fakirlerin bayram ettiği bir aydır.
Bu ayda sadece fakirler mi bayram ediyor? Elbette hayır, bu zaman dilimlerinin değerini idrak edenler için bu zamanlar bulunmaz bir hazine mesabesinde. Ramazan ayının ne kadar değerli olduğunu anlamak için şu söze dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Mualla bin Fadl (rahmetullahi aleyh) şöyle der:
Selef-i Salihin, Cenab-ı Hakk’a altı ay kendilerini Ramazan’a ulaştırması için dua ederlerdi. Geri kalan altı ayda da idrak ettikleri Ramazan’ı kabul buyurması için dua ederlerdi.
Bu nasıl bir zaman dilimidir ki, ona ulaşabilmek için beklenen, o gittikten sonra da acaba yaptıklarım kabul oldu mu endişesi ile yakarışta bulunulan bir değerde olsun?
Kendimize dönüp acaba Ramazan’ı bu şuur ve heyecanla ne kadarımız bekliyor ve karşılıyor sormak gerekiyor sanırım.
Kırk yaş üzerindeki kiminle konuşsanız hemen hepsinin derin bir ah çekip “nerde o eski Ramazanlar” dediğini duymuşsunuzdur. Hele yaşı ellinin üzerinde olanların bunu söylerken genizlerinin sızladığına şahit olmuşsunuzdur. Bunun sebebi bizden önceki kuşakların Ramazan algısının ve onu değerlendirirken gösterdikleri hassasiyet kadar, Ramazan ayının o günkü toplumun ilim, hikmet ve kültür olarak gönüllerinde yer bulmasından olabilir ancak.
Toplum modernleştikçe (!) en kıymetli zaman dilimlerinin bile içini boşaltmak, onu basitleştirmek, değersizleştirmek veya o zamanın manevi havasını teneffüs etmek yerine sanki oruç ayı değilmiş, fakirlerin halinden anlayalım, açlığın farkına varalım diye değil de sanki yeme içme bayramı gibi sofraya çeşit çeşit yemekler hazırlamayı marifet biliyor.
Ramazan, nefsin hoşuna giden şeyleri terk ederek, onlara gem vurmak ve nefsin terbiye edilmesini amaçlayan bir ay olması gerekirken gel gör ki modern! insan onu da “Ramazan eğlenceleri” adı altında bir garabet peydahlayıp eğlence yapmayı marifet biliyor.
Bizler Müslümanız, zaman ve mekân bize emanet olarak verilmiş. Bize ayrılan süre içerisinde bu emanetlere layıkı ile muamele etmek durumundayız. Zira gecen Ramazan ayında yanımızda, yakınımızda olan birçok kişinin bu Ramazan’ı göremediğine şahit oluyoruz.
Ramazan’ı bir fırsata dönüştürmek kendi elimizde. Ramazanı sadece belli saatler arasında yeme içme amelinden uzaklaşmak olarak anlar, böyle algılarsak Ramazan’ın ruhunu ve şuurunu hakkı ile kavramamış oluruz.
Nasıl ki, Hac ibadetini yaparken ihram giydiğimiz vakit kötü söz, kavga ve şehevi arzulardan uzak duruyorsak, oruçlu iken tıpkı ihramda gibi hareket etmeli, insanlarla tartışma, gönül kırma, kul hakkına girme yolu ile tuttuğumuz oruca zarar gelmemesi için çaba sarf etmeliyiz.
Bu konuda ölçümüz ve önderimiz Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz şöyle buyurdular.
Hiçbiriniz (bilhassa) oruçlu olduğu gün, çirkin söz söylemesin ve kimse ile çekişmesin. Eğer biri kendisine söver veya çatarsa; ben oruçluyum desin.
Oruç bizler için bir sabır denemesidir. Oruç sayesinde nefsin arzu ve isteklerine gem vurabilmeyi öğreniriz. Oruç yalnızca yeme içmeyi kesip aç kalmak değil aynı zamanda bedenimizde bulunan bütün uzuvların kontrol altına alınarak gözün harama bakması, kulağın haramı duyması, dilin haram ve şüpheli şeyler söylemesini engelleyip tam manası ile nefsi bir terbiye etme zamanıdır.
Orucu sadece ağızdan bir gıda alarak bozulmayacağını, ağızdan çıkan sözlerle de orucun bozulacağını bilmek durumundayız. Söylediğimiz çirkin sözlerin tuttuğumuz orucu zedelediğini ve onun sevabını azalttığını bilmeliyiz.
Ramazan’ı hakkı ile idrak ederek ihya etmeli, ibadetler ve salih ameller ile onu süsleyip kulluk vazifemizi en iyi şekilde yerine getirerek Allah Teala’nın müjdelediği makamlara ulaşmaya çalışmalıyız.
Kur’anı Kerim’in dünya semasına indirildiği bu ayı yüce kitabımızı okumayı ve onun hükümleri ile muamele etmenin gayretini göstermeliyiz
Ramazan ayı içerisinde verilen fitre, zekât ve infakların gerçek sahipleri olan muhtaçlara ulaşmasına gayret etmeli vereceğimiz bu ücretlerin onların ihtiyaçlarını karşılayacak ölçüde olmasına dikkat etmeliyiz.
Zekat’ın bizim malımızın içerinde fakirin hakkı olduğunu unutmayıp onu bir fakire verirken sanki bir lütuf yapıyor düşüncesinden sıyrılıp asıl bizim verdiğimiz bu ücreti kabul ettiği için kendisine teşekkür etmeliyiz. Nitekim örnek almamız gereken Allah dostlarından Musa Topbaş (kuddise sirruh) Efendi bir kişiye hediye, zekat veya infak olarak bir şey verirse zarfın üzerine “ikramımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz” yazarak manidar bir nezaket gösterirdi
Bizlere bahş edilen bu kıymetli zamanların da bir sonu olduğu bilerek, uyanık davranıp bu zamanları layıkıyla idrak etmeye gayret edelim.
Yarabbi bizleri Ramazanı en iyi şekilde idrak edenlerden ve Ramazan gittikten sonra onunla kuşandığımız ahlak ve şuurun kalıcı olmasını nasip eyle. Açlık dolayısı ile hatırımıza gelen muhtaçları yılın tamamında koruyup gözetme şuuru ver.
Cevapla