Bir yazışma grubundaki arkadaşlarımın paylaşması ile haberim oldu Sait Çamlıca’nın yazısından. O esnada tamamını okuyamadım ama başlığı yetti bana, “Böyle mi olacaktı?” dedirtmeye.
Daha önce 6-7 kitabını okuduğum, “Okuyorum O Halde Varım”, “Anne Katili Nasıl Yetişir?”, “Öğretmen Tohumda Ormanı Görmeli” gibi kitapları ve bir takım konuşmaları ile mesleğini hakkıyla yerine getiren bir isim olduğunu düşünmüş, bu kitaplarını çevremdekilere tavsiye etmiş, hasılı kendisini acizane takdir etmişimdir.
Bir kısım arızalı söylemleri olduğunu düşünsem de “Kul hatasız olmaz”dı. Yeter ki asıl işi arızalı söylemler peşine düşmek, kalemini özellikle o hususa dair oynatmak olmasındı.
Yukarda bahsettiğim yazısının başlığı, “Dinimizin Adı İslam’dır, Ehl-i Sünnet Değil” [1]
Bu da ne demek? Ben Ehl-i Sünnetim diyen kim “Benim dinimin adı Ehl-i Sünnettir” demişti ki, “Aman dur o öyle değil” deme ihtiyacı duydu Sait Bey!
Sapla samanı birbirine karıştırmak mı diyelim yaptığına, yoksa insanların aklıyla dalga geçmek mi? Yoksa Ehl-i Sünnet kavramını zedelemek mi amacın efendi?
Yazının geneline bakınca ortaya çıkan bir garabet var: Sayın Çamlıca, Ehl-i Sünnet’e sonradan teşekkül etmiş gibi davranıyor, yetmedi, ona bir “amelî” fırka muamelesi yapıyor. Akl-ı selim Ehl-i Sünnet isimlerin her fırsatta dillendirmeye çalıştığı hakikati tekrar edelim: Ehl-i Sünnet sonradan oluşmuş değildir. Ehl-i Sünnet “öz”ün adıdır. Batıllar, sapkınlıklar ayrıldıktan sonra kalan temiz’dir, merkezdir, ana yoldur, asıldır.
Verdiği üç örnekle Ehl-i Sünnet olmaklığın davasını yanlış anlamış olduğunu “komik duruma düşerek” izhar ediyor, Ehl-i Sünnet’i zaman değişmesine rağmen değişmeyen bir kısım amelin sistemi olarak sunuyor. Hem Ehl-i Sünnet olmaklığı kendince ameli bir sistem olarak görüyor, hemde Ehl-i Sünnetin ameli kollarını da “zaman ve zemin değişmesine rağmen hiçbir değişikliğe müsaade etmemek” ile suçlamış oluyor.
Ehl-i Sünnet olduğu için “geleneği kutsayan” olarak itham edilen ulema “maslahat” diye bir sistemden bahsediyor, ancak Sayın Çamlıca bunu es geçiyor. Muasır zamanlarda bile İslam hukukunda değişimin şartını, zeminini, usulünü anlatan kitaplar olmasına rağmen, bunları görmüyor. Birisi Sait Bey’e, bir ömürlük kısa zaman diliminde dahi, önce verdiği fetvadan maslahat icabı vazgeçen, “Ehl-i Sünnet” ulemayı hatırlatsın isteriz. Bu sayede belki o da yanlış bildiğini dillendirmekten vazgeçer!
“Uyanıklık”la suçlayıp, “Kendi söylediğinden farklı şeyler söyleyen herkesi Ehl-i Sünnet dışı ilan ediyorlar” diyor. Her ne kadar bu söylediğinde haklı olmasa, hatta bu yaptığı hedef saptırmaktan da öte, hedefi karalama olarak okunabilecek de olsa, bunu görmezlikten geçip şunu soralım:
“Kendi söylediği” dediğin kimseler 1400 yıldır “büyük çoğunluğun” söylediği şeyi söylüyorlar. Bu kesimin söylediğinden başkasını söyleyenler ise, geçmişteki büyük çoğunluğun tarihin çöplüğüne gönderdiği bir azınlığın söylediğini “yeniden dillendiriyor.” Ya da o azınlık sapkınların dahi söylemeye cesaret edemediği yanlışları yaymaya çalışmakla iştigal ediyorlar. Hangisi daha iyi dersin?
Bilimsel gelişmeler, bilgiyi çağa göre yorumlama, mezhep savaşları gibi söylemlerini ise kıymete değer ciddiyette görmüyor, oralara girmiyorum. Ama yine de “itikad” ne demektir, ameli mezhep ile itikadi mezhep arasında nasıl bir farklılık vardır, iki mezhebin söylediklerine inanmak ve amel etmek arasında muhayyerlik ne derece mümkündür, enine boyuna bir araştırması tavsiyemiz olsun.
“Aynı, ama hakikat olanı söyleyenleri kınarken, farklı şeyleri söylemek sevdasında ateşe yürüme!” ikazını da bir vazife olarak iletelim.
Allah, Hakikat yolunda sabit kılsın ayaklarımızı…
Dipnot:
[1] İlgili yazı için Tıklayınız
selamünaleyküm salih bey,hiç bu kadar açıklamaya girişmene gerek yok,o bu sözleri ihtimal ki reisicumhurun ne sünni ne şii yiz,müslümanız sözlerini müdafaa zınnında bunları söylemiştir(her dediğini savunacaklar!),kalem oynatmaya bile değmez.