Ya Bunlar Türkçe Değil …

Bir dilimiz vardı  bizim. Farsça kökenli kelimeler de vardı içinde, Arapça kökenli kelimeler de barındırırdı. Sonra öz Türkçe kelimelerimiz kullanılırdı. Osmanlıca  dediğimiz dil, Osmanlı’nın kullandığı dildi. Siz buna “Osmanlı kullanmış biz kullanmıyoruz  efendim”  deyip geçemezsiniz. Bir  kere  Osmanlıca (Eski Türkçe)  kullanmıyorsanız kullanacak bir  diliniz  yoktur  sizin.

Bir  zamanlar Arapça  ve  Osmanlıca’ya  düşman  bir  aydın(!) çıkmış, demiş ki ;

“Efendim bu kelimeleri Türkçe’den ihrac etmek lazım.”  Arapça  kelimleri  Türkçe’den çıkarmak isteyen akıllıya  bak ! Cahil adam, sana “kelime” sözcüğünün aslı Arapça’dır, ihrac zaten Arapça, lûzum Arapça’dır diyen çıkmadı mı hayatında?  Bu kelimeleri çıkarırsan  ortada ne kalır acaba?

Efendim, eskiden,  şimdi  kısırlaştırılarak  tamamının  anlamı bir  kelimeye  yüklenen  o  kadar  geniş bir  kelime  dağarcığına  sahiptik ki,  istediğiniz  uzunlukta  cümle  kurar, bir  kelimeyi tekrar etmek  zorunda kalmazdınız. Bakın, yeni Türkçe’ye  kurbağa  dili  diyen Üstad Necip Fazıl Kısakürek’ten  yeni kelimler kullanıldığında nasıl bir  kargaşayla karşı karşıya  kalındığına dair bir örnek ;

“Türkiye’yi batıran sâiklerin bir müessire bağlanmasındaki âmil sebep  nedendir ve nedir?”

Şu  cümledeki  ahenge  bakınız. Ve cümlede kullanılan, sâik, müessir, âmil ve sebep kelimelerinin Türkçe  karşılığı : “neden”. Ve  yeni Türkçe’yi vermiş Necip Fazıl Kısakürek “ Ve işte cümlenin kurbağacası” diyerek,

“Türkiye’yi batıran nedenlerin bir nedene bağlanmasındaki neden neden, nedendir ve nedir?”  (1) buyur çık  işin içinden de  görelim..

Necip Fazıl Kısakürek bir başka  kitabında Arapça’nın mucivesi varoluşunu  anlatırken şunları söylüyor ;

“Bir devenin atdım atışını 72 ayrı kelimeyle ifade eden bu dil, önceden bâdiyede hiçbir (metropolis-büyük şehir) kurulmaksızın ve hiçbir insani tefekkür kaynaşmasına şahit olmaksızın nereden ve nasıl gelmiştir? Yunan harikası gibi bu da kaynak bakımından büyük meçhullerden biri” (2)

Arapça’nın dünya dille arasında en kuvvetli dil oluşunun sebeplerin başında aynı şeyi anlatmak içn onlarca kelimenin kullanılabiliyor olması geliyor. İşte Eski Türkçe’de böyle hususiyetlere sahip idi.

Kitaplarını  yazarken eski  kelimleri kullananlara  teşekkürler, eski kelimleri  kullanıp yanında Türkçe’sini de parantez içinde  verenlere ayrıca teşekkürler.  Ne büyük hizmet!

Bunlardan birisi de  tarihçi yazar  Üstad Kadir Mısıroğlu‘dur. Bir Ramazan günü İstanbul’da ramazan için açılan kitap fuarına gitmiştim. Daha  önceleri birçok  kitabını da okuduğum Kadir Mısıroğlu‘da kitap imzalamak ve okurlarıyla sohbet için oraya  gelmişti. Yanına  yaklaştım, elini öptüm ve  bana  sordu ;

“Sen ne  iş yapıyorsun?”

“Efendim, ben öğrenciyim” dedim. Hiç beklemeden devam etti:

“‘Ben talebeyim’ de, öğrenci de ne demek, o kelimeleri kullanma.”  ve yardımcılarından birine  seslenerek  yazmış  olduğu , Doğru Türkçe Rehberi  Yahud  Bin Uydurma Kelimeyi Boykot (3) adlı kitabını istedi,  imzalayarak bana  hediye etti. Bu vesile ile açılan konuşma bir süre daha bu konu üzerinden devam etti.

Devrimizin  entellektüel  geçinenler nereden gelip de Türkçe’mize  girdiğini bilmedikleri kelimeleri kullanadursunlar hakikati  bilen,  anlayanlarda  var. Bakın bir başka tarihçi yazar Murat  Bardakçı ne diyor ;

Aydın demek, cahil ve hain demektir bu ülkede. Türkiye’de entelektüelliğin şartı Osmanlıca bilmektir .. .. .. Bizde kendi kültürünü bilmez, İngilizce’den okumaya çalışır. Batı’yı bilmez sadece kafa çekip ahkâm keser. Ben şunu söylüyorum: Türkiye’de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç ‘okur-yazarım’ diye geçinmeyin. Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare’i, Shelly’yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim’i, Fuzuli’yi anlamaz, Şeyh Galip’i utanmadan İngilizcesinden okurlar.

Konuyu toparlayıp bir Türkçe kelime oluşturma  sevdasının eseri  olan kelime  sonuna  “-sel, -sal”  ekleme gayretinin neticesini  gösterecek bir paragraf  aktaralım size.

Eyvah Türkçe ‘sal’lanıyor

Siyasal, parasal, ruhsal, sınıfsal, sanatsal, yazınsal, ulu(s)sal, tarımsal, toplumsal, kırsal, onursal, yapısal, kişisel, dinsel, görsel, tarihsel, mezhepsel, bölgesel, bilimsel, eylemsel, kentsel, yöresel, düşünsel, tinsel… Neredeyse herkes artık bir sallı yada selli kelime uyduruveriyor. “Sal”layarak konuşuyoruz artık. Kimse düşünmüyor ki; Latin kökenli bu ekler hem Türkçe’nin gramer yapısını bozmakta, hem de dili ruhsuz, cansız kelimeler yığınına dönüştürmektedir. Bu aslında kendini bütün değerlerden azâd kabul ederek aydın, çağdaş görünmek isteyenlerin ve başkası ne der? diyenlerin ruhi bunalımıdır.(4)

Şu mısralar ne  derin “âh” çektiriyor bir bakalım..

Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim,
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim!
Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim
Allah Türk’e acısın, Yanlız bunu dilerim!
Necip Fazıl Kısakürek

Eski Türkçe’yi  kullanmaktan  aciz  bizler, en  azından Yeni Türkçe’yi  kullanmakta  acze  düşmeyelim. Yeni  dediğimiz  Türkçe’yi dahi eskiten  kelimelere veda edelim..

Salih Kartal
Eylül 2011

—————————–

(1) Necip Fazıl Kısakürek – Hitabeler – Edebiyat ve Cemiyet – sh; 283

(2) Necip Fazıl Kısakürek – Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu – sh; 17

(3) Kadir Mısıroğlu, yazdığı bu  kitapta dile  yapılan  saldırı, saldırının  asıl niyeti ve saldırı  sonrasında  ortaya çıkan  gülünç  sonuçlara  değinip gençlere öz kelimelerine  sahip çıkması  uyarısını  yaptıktan  sonra  bine  yakın kelimenin yerini alması gereken asıl karşılığını veriyor..

(4) Bayram Akcan– Ufuk Ötesi -Kasım 2008 –

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...