Ticari bir yolculuğumuza sabahın altısında başlamış, şoför Hasan abinin o saatte bizi şaşırtan ifadesi aklımızda kalmıştı. “Hacı” demişti Hasan abi, “Bu belalar insanlar yüzünden oluyor, depremi hatırlasana, bir ay camilere koştu herkes, sonra yine normale döndü.”
Sonra aradan saatler geçmiş, dönüş yolunda namaz için durmasını rica etmiştik. Fakat o bizimle namaz kılmaya inmeyince ben sormam gerekeni sormuş, muhabbeti açmıştım.
“Hasan abi, sabah söylediğin geldi aklıma. Acaba diyorum, koronavirüs musibetinin senin namaz kılmamanla bir alakası olabilir mi?”
Neyse ki “Olabilir hacı” demişti de, muhabbetin kapısı aralanmıştı. Hissetmiştim, Hasan abi bunu bir iğneleme olarak algılamayacak, sohbetin derinleşmesine mani olmayacaktı. Öyle de oldu.
—
Dostlarla çeşitli halkalar kuruyor, hasbihal ediyoruz. Kitaplardan da okuyoruz ama hep birlikte bir şeylere kafa yormayı da ihmal etmiyoruz. En büyük dertler de çocuklar üzerinde yoğunlaşıyor. Herkes biliyor; onlar geleceğimizin mimarları. Onlar düzgün olmayacak olsa, gelecek harab oluyor.
Küçük çocuklar için çözüm önerileri basit; onlara örnek olun. Evinizde İslâm’ı yaşayın. Sizin elinizde TV kumandası yerine kitap görsün, oyun konsolundan daha çok namaz kılarken seyretsin sizi. Müzik sesinden çok Kur’an tilaveti yankılansın evde. Anne-Baba diyalogları onun geleceğini şekillendirsin. İslâm evde hayat bulsun yani.
Fakat artık treni kaçırmış, çocukları 16-20 yaşına ulaşmışlar için bu öneriler çok fazla kıymet arzetmiyor. Çocuklar anne babasını örnek alacak yaşını geçmiş, artık kendi doğrularını tesis etmiş, vaktini nerede geçireceğine kendisi karar vermiş durumda oluyor.
Biz bunlar için ne yapalım sorusuna tatmin edici cevap vermek de o kadar zorlaşıyor. Onlarla ilgilenmek artık ciddi bir donanım istiyor. Ömrünü iş-güç meşgalesi ile geçirip İslâmi ilimlerde derinleşememiş, sosyal hayatı okuyamamış ebeveynler için onları izlemekten başka yapacak bir şey olmuyor.
Böyle bir durumda tek bir seçenek kalıyor; onların bir kereliğine bir ilim meclisine, dünyalarını değiştirecek bir ortama götürün. Oraya götürmek sizden, onlara orayı sevdirmek, elinden tutmak da götürdüğünüz yerin adamlarından sorulur.
Tam burada ortaya büyük soru çıkıyor: Etrafımızda kurulan halkalardan, sohbet gruplarından, ilim meclislerinden kaç tanesinde, yıllardır pc başından kalkmamış, üniversiteye gidip mesela sosyoloji okumuş, arkadaşlarıyla çeşitli aktiviteler yapmış, mesela bilimsel meselelere, uzaya-teknolojiye merak salmış, araba ve telefon teknolojisini kendisine hobi edinmiş bir gencin ilgisini çekebilecek derinlikte muhabbet dönebiliyor.
Elbette bir nasip meselesi olduğunun farkındayız. Elbette tüm bunlarla ilgilense bile, sıradan bir hocanın, sıradan bir kelamı bir ışık yakabilir kalplerde. Allah’ın nurunun parıldadığı nice örnekler de biliyoruz. Ama istisna kabilinden vakıalar bunlar.
Onlarla muhabbet kurabilmek için, yanınıza gelen genç kadar iyi bilmek zorunda değilsiniz uzayı ya da teknolojiyi. Ama oraya geldiğinde sizin onu bile dinleyecek, sözüne mukabelede bulunacak bir ilgi ve alakanızın olduğunu görmek zorunda.
Bugün, bilimden, felsefeden, sosyolojiden, edebiyattan, sanattan behresi olmayanların kurmaya çalıştığı sistem, kalıbına göre dikilmemiş elbiseyi birine giydirmeye benziyor. Elimizde doğrular var (kumaş), bu doğruları işleyecek ilim adamlığı var (makas, mesura), fakat onları aktaracağımız insanların halinden haberdar değiliz (insanın kalıbı).
Yazıyoruz, çiziyoruz, anlatıyoruz ama karşıdaki geçmiyor. Çünkü onun dünyası farklı, onun anlayacağı metod senin anlattığın metod değil. Öyle olunca ulaşamıyoruz.
İşte daha dün, 18 yaşında bir gencin Kocaeli’de intiharı ile sarsıldı yüreklerimiz. Arkasında bıraktığı satırlar, yüreğinin temizliğine hüsn-ü zan etmemize vesile oluyordu. Furkan herkesin kendinden daha başarılı olduğunu düşünüyor, kimsenin kendisini sevmediğinden yakınıyordu. Argo kelimeler konuştuğu için kendinden kızıyor, dünyayı araba ve ev almak için çırpınılacak yer zannediyordu.
Büyük bir boşluktu onunkisi. Elini tutamayışımızın, ona ulaşamayışımızın, onu anlamak istemeyenlerin onda meydana getirdiği boşluk. Dünyaya dünya için değil, Allah için geldiğimizi anlatamayışımızın verdiği yanlış hedef algısının derin karanlığı.
Hasan abi ile hasbelkadar aynı arabaya düşmüş, uzun bir yolculukta onu tanıma fırsatı bulmuş, tabir-i caizse “fırsatı değerlendirerek” Hasan abiyle niye dünyada olduğumuzu konuşmuştuk. Ama Furkan’ın yolu bizim yolumuzla kesişmedi. Onu tanıyamadık. Keşişse uzattığımız el ona uzanır mıydı bilmiyorum. Derdimizi anlatabilir, ilgisini çekebilir miydik bilmiyorum.
Bildiğim şey şu: büyük bir vebaldeyiz.
Sen ve ben.
Başka ortaklar da aranıyor.
Cevapla