Vahdet ; ne zaman ?
Dünya haritasının neresinden kesif bir duman yükseldiğini görüyorsanız bilin ki orası bir Müslüman ülkesidir. Müslüman ülkesi diyorsak yanlış anlaşılmasın, yönetimi değil, halkının Müslüman olduğu ülkeleri kast ediyoruz.
Dünya haritasını önünüze alıp şöyle bir göz attığımızda, özellikle Müslümanların yaşadığı ülkelerin ya iç savaş, ya işgal veya ekonomik ambargo ile köşeye sıkıştırılmış, hareket edemez hale getirildiğini görüyoruz. Yine bu ülkelerin mevcut durumlarına baktığımız zaman, konumlarının stratejik olduğunu, petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının, elmas ve altın gibi değerli madenlerin dünya rezervleri açısından tamamına yakın bir kısmının üzerinde olduğunu görüyoruz.
Bunca zengin kaynaklara rağmen halkının açlık, sefalet ve fakirlik içerisinde yaşadığı başka bir coğrafya yok dünyada.
Peki bu durumun sebebi nedir? Neden sadece Müslümanlar bu sorunlarla boğuşuyor? Dünyanın geri kalan kısmında neden bu sorunlar fazla yaşanmıyor diye sorgulamaya başlıyoruz.
Az önce incelediğiniz harita var ya, o haritayı yeniden elinize alın, bir de Osmanlı imparatorluğunun haritasını alın biraz yürüyüş yapalım sizinle. Osmanlı deyince zaten az çok kafanızda bir ifade oluşmuştur sanırım. Zira şu anda Müslümanların yaşadığını söylediğimiz ve kesif dumanların yükseldiği o ülkeler bir zamanlar dünyaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altındaydı. Osmanlının egemenliği altındaki bu topraklarda yaşayan insanlar, yüz yıllarca barış içerisinde yaşadılar. Bu ülkelerde yaşayan farklı dil ve ırklarda insanları bir arada tutan, onları kaynaştıran ve tek vücut halinde hareket etmelerini sağlayan bir yapı vardı, o da aynı dine mensup olmalarıydı. Bu yapının devletleşmiş hali ise Yavuz Sultan Selim Han ile Osmanlı imparatorluğuna geçen Hilafet makamıydı.
Sınırları geniş Osmanlının sadece sınırları değil, hoşgörüsü, merhameti, kuvveti ve kudreti de genişti. Mahiyetinde yaşayan insanlar, devletin değil kendilerini yaratan Allah Teala’nın verdiği hakları sonuna kadar kullanıyor, birbirleri ile huzur içinde yaşayıp gidiyorlardı. Ne zaman ki toplumu birbirine kaynaştıran o müthiş bağ zayıfladı, işte o zaman çözülme başladı ve halen devam ediyor.
Bu kendiliğinden mi oldu? Elbette hayır. Altı asır dünyaya hükmeden bir devletin hem içeride hem de dışarıdaki düşmanları boş durmadılar, gece gündüz çalışıp bu heybetli binanın tuğlalarını birbirine bağlayan çimentoyu sulandırdılar.
Yaptıklarını da gizlemediler, açıkladılar. Ernest Renan adında bir oryantalist şöyle söylüyor. “Hayret ediyorum şu Müslümanlara, Pakistanlıya soruyorum “sen kimsin?” Ben Müslümanım diyor. Türk’e soruyorum “sen kimsin?” diye o da ben Müslümanım diyor. Kürde, Araba soruyorum onlar da ben Müslümanım diyor. Ne zaman siz onlara ırklarına, milletlerine dair bir soru sorduğunuzda, “siz kimsiniz?” diye, onlar biz Pakistanlıyız, biz Türk’üz , biz Kürt’üz derler ve kendi nesepleriyle iftihar etmeye başlarlarsa işte o zaman onları ayaklar altına alabilirsiniz”
Ayrık otu, huzur ovasına ekilince, yürekler ayrıldı, kardeşlik bitti. Din birliği yerini, ırk birliğine terk etti. Akbaba gibi üzerimizde bekleyenler, birbirlerinden ayrılanları teker teker avladı.
Ümmetin başı Halife düşürüldü, başsız kalan ümmetin her bir parçasına kanlı eller uzandı. Altı asır bu dine, millete hizmet edenler bir gecede sınır dışı edildi. Devletin hazineleri ellerindeyken bir kuruşuna tenezzül etmeyen asil insanlar, gitmek zorunda kaldıkları yerlerde sefalet içerisinde ömürlerini tamamladılar.
1924 tarihinden sonra başsız kalan ümmet, bir daha bu birliği sağlayamadı. Dağılan Osmanlı imparatorluğundan kurulan devletlere baktığımız zaman, halen daha huzurun, güvenin ve istikrarın sağlanamadığını müşahade ediyoruz.
Hani mahallenin yetim çocukları olur ya, aynen öyleyiz. Kimin kafası kızıyor, canı sıkılıyorsa ensemize okkalı bir tokat aksedip hem içini rahatlatıyor, eski demlerin intikamını alıyor, hem de elimizde onun işine yarayacak bir şey varsa onu alıyor.
Sabretmek güzel bir haslet eyvallah, ancak bu konuda sabretmek artık zillete dönüşmüş durumda. Dün Bosna da yaşanan, bugün Çeçenistan, Filistin, Afganistan, Irak, Suriye ve diğer bütün Ümmet coğrafyasında yaşanmaya devam ediyor. Batıdan ses çıkmıyor, çünkü Batı iki yüzlü tavrını gizlemekten çekinmiyor.
Canı, malı, ırzı heder edilen bizim insanımız. Kaybolan, satılan, organ ticaretinde kullanılan, yetim kalan bizim çocuklarımız. Dağılan aileler, dul kalan kadınlar, evsiz ve yurtsuz kalan binlerce insan bizim sorunumuz. Bunlarla başkalarının ilgilenmesini beklemek insafsızlıktır. Bu ümmeti batının insafına terk etmek, onları misyonerlerin oyuncağı olarak kendi hallerine terk etmek vebaldir.
Ümmet olarak başımızı ellerimizin arasına alarak düşünme vaktimiz çoktan geldi de geçiyor bile. Dünya üzerinde Müslümanları hatta bırakın Müslümanları mazlumların tamamının problemleri ile ilgilenmek, çözüm bulmak zorundayız.
Bu birlik için zaman ve zemin müsait hale gelmiştir. Müslüman halklar, mazlumlar tek çare olarak kendilerine önder olabilecek, onları organize ederek tek çatı altına toplayacak bir hareket bekliyorlar.
Müslümanlar bu birliğe nüfus sayısı, ekonomik güç, askeri ve teknolojik anlamda yeterli ve hazır durumdalar. Geriye sadece bu birliği oluşturacak adımı atmak kalıyor.
Bu adım daha önce atıldı, bu birliğin mümkün olduğunu gördük. Yeniden adım atılmalı ve Müslümanların yaşadığı bu acziyet sonlandırılmalıdır.
Bu adım atılırken Müslümanların içerisinde bulunduğu parti, vakıf, dernek, cemaat, tarikat her ne oluşum varsa, hepsi önceliklerini tekrar gözden geçirmeli ve bu adımı bir an önce atmalıdır.
Ümmet kan ağlarken, vahdet olmayacaksa,
Ne zaman olacak?
Mazlum bedenlerden akan kanları kutsal bir dirilişin damarlarına boşalt amin ya Rabbel alemin. Hilafet le ilgili bir yazım var portal da nasıl paylasabılırım.