Mustafa İslamoğlu bir videosunda[1]
“Cibrîl Hadisi’nin Kadere İman bahsi Buhârî’de yok, Müslîm’deki 3 ayrı varyanttan bir tanesinde yok, diğerlerinde var. Eğer Hadisler gayr-i metluvv vahiy ise bu farklılık nerden geliyor. Biz İman maddelerini belirlerken bu hadislerden hangisini dikkate alacağız?” diyerek kendince bu farklılığı kullanıyor.
Ama mesele İslamoğlu‘nun anlattığı gibi mi yoksa bu durum iman maddelerine taalluk etmeyecek cüz-î bir farklılık mıdır? Daha yakından bakalım…
Cibril Hadîsi olarak ta bilinen Kader Hadisi 8 sahabiden toplam 34 rivayetle tespit edilmiştir. Hadisin sahabi ravileri ve rivayet sayıları şu şekildedir:
-
- Ömer ve İbn Ömer (r.a.): Birlikte 9 rivâyet (Sadece İbn Ömer’den: 12 rivâyet),
- Ebû Hureyre (r.a.): 6 rivâyet,
- Ebû Hureyre ve Ebû Zerr (r.a.): Birlikte: 2 rivâyet,
- Enes b. Mâlik (r.a.): 2 rivâyet,
- İbn Abbas (r.a.): 2 rivâyet,
- Cerîr b. Abdillah (r.a.): 1 rivâyet.
Dolayısıyla genel toplamda bu hadis 11 sahâbîye isnâd edilmiş olmaktadır.[2]
İmam Suyûtî, mütevatir hadisleri topladığı Katfü’l-Ezhar’da, İmam Kettânî Nazmü`l-Mütenasire isimli meşhur eserinde, İmam Nevevî’nin Hadis-i Erbain şerhi el-Vâfi isimli eserde, Prof. Dr. Mustafa Buğâ ile Muhyiddin Mistu bu hadisin “mütevâtir” olduğunu beyan etmişlerdir. Şeyhu’l-Muhaddisin Zebîdî, Ukûdü’l–cevâhiri’l-Münîfe isimli eserinde bu hadisin altı hadis kitabından sahih senedlerle değişik rivayetlerini toplamıştır.[3]
Cibril hadisinin Sahîh-i Buhârî‘de yer alan ve Sahih-i Müslîm‘deki 3 varyantından sadece birisinde yer alan bu lafızlı varyantı Ebû Hureyre(r.anh)’ın 6 farklı rivâyetinden sadece bir tanesidir ve Ebû Hureyre‘den gelen diğer varyantlarda (ki Sahih-i Müslim‘de ve Tahavî’nin Müşkili’l-âsâr’ında aynı Ebu Hureyre rivayeti buna örnektir) kadere iman maddesi de geçer.
Ayrıca İmam Buhârî‘nin aldığı varyantta ve İmam Müslîm‘in aldığı 3 varyanttan birinde, “kitaplara iman” ve “Beytullaha hac” kısımları da geçmez. O halde İslamoğlu’nun oluşturduğu sunî çelişki(!)ye göre “kitaplara iman” ve “Beytullaha hac” maddeleri de aynı “Kadere İman” gibi ilk zamanlar yoktu, sonradan uyduruldu olsa gerek!
İmam Buhârî‘nin eksik metinli olan varyantı eserine almış olması onun Kader’e İman’ı kabul etmediği görüşüne sevkediyorsa İslamoğlu‘nu, cahilliğine hep beraber gülsek yeridir! Çünkü İmam Buhârî‘nin el-Câmiu’s-sahîh’in diğer yerlerinde kadere imanla ilgili birçok hadis vardır hatta Buhârî Câmi‘inde “Kader kitabı” ismiyle müstakil bir bölüm de oluşturmuştur ve bu bölümde 15 bab başlığı altında toplam 26 rivayete yer vermiştir. Bu da Cibril hadisi olarak bilinen “Kadere İman” rivayetlerinden hiçbirinin birbiriyle çelişmediğinin apaçık delilidir.
Aslında İslamoğlu‘nun “Kader” tanımı da belirsiz olduğu için “Kadere İman yoktur” derken tam olarak neyi reddettiği de doğru anlaşılamamaktadır.
Kendisi bir kitabında diyor ki; “İnsanın ezelî kaderi Allah’a kul olmaktır. İlahlık iddiasında bulunan ya da kulluğunu ihmal eden kaderine karşı gelmiş demektir”. [4]
2 durum sözkonusu;
- Ya İslamoğlu aslında Ehl-i Sünnet’in “Kadere İman” ile ne kastettiğini çok iyi biliyor ama takdim ederken kasıtlı olarak saptırıyor.
- Ya da Ehl-i Sünnet’in “Kader” tanımını ve “Kadere İman” ile ne kasdettiğini gerçekten bilmiyor, bilmediği, anlamadığı bir şeyi reddediyor.
Körlerin fil tarifi meselesi gibi yani…
Buradan hem İslamoğlu‘na, hem de bu meseleyi onun çarpıtarak aktardığı gibi zannedenlere tekraren belirtelim;
Ezelî olan sadece Allah Teâlâ’dır. Başka bir varlığın ezelî olduğunu mesela “Zaman”ın veya “Mekânın” ezelî olduğunu söyleyen birisi şirk’e düşmüş olur. Bu bakımdan Allah Teâlâ kendi yarattığı zaman mefhumundan elbette münezzehtir yani Allah Teâlâ için “geçmiş zaman”, “şimdiki zaman” ve “gelecek zaman” gibi kavramların hiçbir etkisi hiçbir bağlayıcılığı yoktur, zaten O’nun nezdinde böyle bir durum da yoktur. Allah ilm-i ezelîsi ile zamanın başlangıcından bitişine kadar olmuş ve olacak her şeyi aynı anda bilir.
Peki, Allah’ın bilmesi bizim fiilerimizi etkiler mi? Yani İslamoğlu gibilerin kastettiği gibi; Kader olgusu, kulun iradesini devre dışı bırakmak mıdır?
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin (rh.a.) telif ettiği Fıkhu’l-Ekber isimli akâid kitabına şerh yazan Molla Aliyyü’l-Kari merhum, Fıkhu’l-Ekber’deki ilgili kısımda yer alan “her olan şey onun meşieti ve levhi mahfuza yazmış olduğu kazası iledir, lakin bu yazı hüküm ile değil, vasıf iledir.” ibaresini şerh ederken nefis bir ifade kullanmış; “…Yani vasıf ile yazar hüküm ile değil demek (ketebehu bi’l vasf la bi’l hukm) şöyle şöyle olacak (se yekünü) şeklindedir, böyle olsun (liyekün) şeklinde değil.” [5]
İnsan, Cenab-ı Hakk öyle yazdı diye o fiili işliyor değil, o fiili işleyeceği için Cenab-ı Hakk öyle yazmıştır. Asla bir zorlama söz konusu değildir. İnsan, iradesini kullanmakta hürdür.
Yani Allah Teâlâ her şeyi biliyor yani bizim tercihlerimizi, neyi seçip neyi seçmeyeceğimizi de ezelde biliyor. Fakat Allah’ın bilmesi bizim için bir yaptırım, bir cebir(zorlama) anlamına gelmez. Sen uyumayı tercih ettin, yemek yemeyi tercih ettin ve Allah’ın dilemesi/takdiri ile bunu gerçekleştirdin ama Allah bunu ezelden biliyordu, her şeyi bildiği gibi. İşte İnsanların doğumundan ölümüne kadar neler yapıp neler yapmayacaklarını, neleri seçip seçmeyeceklerini eksiksiz olarak ezelde bilen Allah, bizim bu kendi tercihlerimizi, seçimlerimizi bizim kaderimiz olarak belirlemiş ve yazmıştır. Onun yazmış olması, yine bizim üzerimizde bir cebir(zorlama), bir yaptırım ifade etmez, çünkü Allah’ın yazdıkları bizim özgür tercihlerimizdir.
Kadere İman işte budur.
Kur’ân’da “Kader’e İman” olup olmadığı, detaylıca işlenmesi/konuşulması gereken başka bir konu elbette ama Kur’ân’da da bu kader tanımını destekleyen, onaylayan ayetler de vardır;
“Çünkü biz her şeyi bir takdir ile yarattık.”(Kamer 49)
“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid 22)
Eğer İslamoğlu‘nun bu tanıma bir itirazı var ise, ki kendisinin kadere imanı inkâr ederken kullandığı en önemli argüman “Ehl-i Sünnet’in kader anlayışının kul’un sorumluluğunu tamamen devre dışı bıraktığı” iddiasıdır, eğer bu tanımımızda yani Ehl-i Sünnet’in kader anlayışında böyle bir unsur varsa, buyursun itiraz etsin.
İslamoğlu kaderi inkâr eden ve “yaptığımız iyi-kötü hiçbir şeye Allah karışmaz” diyen Mu’tezîle fırkasının bu temel görüşünü benimseyerek, “Biz yaptığımız hiçbir şeyden sorumlu değiliz, hepsini bize Allah yaptırıyor” diyen Cebriyye (Mürcie) fırkasını bilerek ya da bilmeyerek Ehl-i Sünnet ile karıştırmaktadır. Kader ile ilgili bu arızasının temelinde de bu karışıklık vardır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslamoğlu’nun Kader meselesi ile ilgili bu arızasının 2 sebebi vardır;
Ya İslamoğlu Ehli Sünnet’in Kader tanımını ve Kader’e İman bahsini iyi bildiği halde, sapkın Cebriyye fırkasının kader inancını Ehl-i Sünnet’in kader inancıymış gibi takdim ederek, sahtekarlık yapmaktadır ya da cehâleti sebebiyle Cebriyye fırkasının görüşünü Ehli Sünnet’in görüşü zannederek böyle takdim etmektedir.
İkisi de hüsran…
[1] https://www.youtube.com/watch?v=2HUrSjQ7Bww
[2] Cibrîl Hadisi ve İslâm Düşüncesine Yansımaları, Bekir Tatlı, Sf. 220.
[3] Ukûdu’l-Cevâhiri’l-Münîfe, Zebîdî, C. 1, Sf. 14.
[4] İman İnsanın Saadeti, sh:163
[5] Fıkh-ı Ekber Şerhi, Aliyyu’l-Kârî, Sf. 148
Cevapla