kitaplik

Sünnet delil olur mu? Hadisler nasıl korunmuştur?

Bir garip zamana düştük. Bazen okuduklarımızdan, duyduklarımızdan sıdkımız sıyrılıyor, yüreğimiz daralıyor. Bu toprakların insanı nasıl bu hale geldi? Bu fitne tohumu kimler tarafından ve ne amaçla ekildi? Anlamaya çalışıyoruz.  Öfkeleniyor, hayıflanıyor ancak bir yandan da bu fitne ateşine su dökmek için gayret sarf ediyoruz.

Kâinatın Efendisi (sallallahu aleyhi vesellem) hakkında “O da sadece bir insandı” diyenleri de duyuyoruz “Sünnet veya hadis delil olamaz,  Kur’an’da bir şey varsa var, yoksa hadismiş, rivayetmiş bunlar dine sonradan sokulan şeylerdir “ denilerek dimağlara fitne tohumu ekildiğini de izliyoruz.

Kim ne derse desin, hangi proje üretilirse üretilsin, bizler Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in sıradan bir insan olmadığını biliyoruz. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in Allah Teâlâ’dan aldığı görevi bizlere tebliğ ederken, aynı zamanda bu emirleri uygulamalı olarak bizlere öğreten, önderimiz ve örneğimiz olarak görmeye, ona sadece bir “Postacı” muamelesi yapanlara karşı mücadele de etmeye devam edeceğiz.

Belli bir süredir, özellikle Müslüman ülkelerde devam eden, Sünnetin tahrip edilmesi ve delil olmaktan çıkartılarak, Kur’an’ın günümüzün şartlarına göre tefsir etme faaliyetleri, bir hayli yol kat etmiş görünüyor. Bu projede, ülkemizdeki birtakım ilahiyatçıların da su taşıması ve bu taşeron akademisyenlere tahsis edilen ekranlar aracılığı ile biraz akıl etmek,  biraz güzel ahlak örnekleri, biraz da güzel konuşma yöntemleri ile milletin sahih itikatlarına zehir enjekte edilmektedir.

Karşımızda bulunan inkâr cephesinde, bu tür faaliyetler devam ederken, beri tarafta,  bu fitne ateşine bir karınca misali, zerre miktarı su dökme adına, bu satırları kaleme aldığımızı beyan edelim. Karşımızda bulunan bu sünnet inkârcıları, direkt olarak, sünneti veya hadisi inkâr etmek yerine, öncelikli olarak,  dolambaçlı yollardan, sünnetin kaynağı olan Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in konumunu tartışmaya açarak, otoritesini sarsmak ve bu yolla emellerine ulaşmak istemektedirler.

Başta ifade edelim ki, Sünnet olmadan İslam dininin İbadet ve muamelatı tam manası ile yerine getirilemez.

Allah Teâlâ, Peygamberleri sadece kendi emir ve yasaklarını insanlara iletmek için göndermez. Peygamberler, Allah Teâlâ’dan aldıkları vahyi, insanlara iletmenin yanında, o emirleri açıklamak, yorumlamak, tefsir etmek ve bu emirleri yerine getirilmesinde yol gösterici olarak pratikteki örneklerini de sunma görevleri vardır[1]

Dipnotta verilen ayetlere baktığımız zaman, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin görevlerini şöylece sıralayabiliriz

  • Allah’tan aldıkları ayetleri okumak
  • Kitabı öğretmek
  • Hikmeti öğretmek
  • İnsanlar arındırmak

İnsanlara karşı görevleri  bunlar olan Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’e karşı, biz Müslümanların da başlıca iki görevi bulunmaktadır. Bu görevlerden bir tanesi İtaat[2] ikincisi İttiba[3] görevidir. İtaat lügatte boyun eğme, söz dinleme, emre uyma olarak tanımlanırken, İttiba; izinde yürümek, ardı sıra gitme, uyma, tabi olma olarak tanımlanır.

Kur’an’da, Allah’a itaatin yanında, Resulüne itaatte şart koşulmuş ve bu ikisi birbirinden ayırt edilmemiştir. Yine Kuran’da müminlere, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimize ittiba etmeleri emredilmiş, yani ona tabi olma ve onu takip etme görevi verilmiştir

Bir toplumun şekillendirilmesi, eğitilmesi ve kaliteli hale getirilmesi için, sadece eğitim vermek yetmemektedir.  Topluma verilen eğitimin yanında,  bilginin pratik olarak uygulandığı örneklerine sunulması gerekmektedir.

Kur’an’ın açıklanması ne demektir?

Allah Teâlâ sadece kitap göndermemiştir. Gönderdiği kitaplarla birlikte, bu emir ve yasakları açıklamak, uygulamalarını göstermek ve tarif etmek için mutlaka bir Resul göndermiştir.

Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin Kur’an ayetlerini açıkladığına ve uygulamalarına örnek verecek olursak;

  • Namaz Kur’an da en fazla zikredilen farz olmasına rağmen, Namazın rükunları ve tam olarak kılınış şekli sünnet olmadan anlaşılamaz.
  • Kur’an’da, Namazın belli vakitlere bağlı olduğu açık olarak ifade edildiği halde (Nisa; 104) bu vakitler tam olarak açıklanmamıştır.
  • Namazlardaki rekât sayıları, Kur’an’da zikredilmemiştir. Rekât sayıları Sünnet sayesinde öğrenilmiştir.
  • Kur’an’da, en fazla zikredilen emirlerden bir tanesi olan Zekât ibadetinin, hangi ölçüye göre alınacağı, hangi tür kazançlardan zekât alınacağı, hangi tür kazançlardan da zekât alınamayacağı Sünnet sayesinde öğrenilmiştir.
  • Ramazan’da ve diğer zamanlarda, tutulan orucu nelerin bozduğu, nelerin bozmadığını Sünnet sayesinde öğrenilmiştir.
  • Maide süresinin 6. ayeti ve Nisa süresi 43. ayetlerinde cünüplükten temizlenme ve cünüp olarak namaza yaklaşılmaması emri verildiği halde cünüplükten nasıl temizlenileceği açıklanmamıştır.
  • Yine İslam’ın şartlarından olan Hac ibadeti (Al-i İmran 97) farz kılınmış, ancak nasıl ve kaç kez yapılacağını belirtilmemiştir. Sünnet sayesinde ömürde 1 kez yapılması halinde farzın yerine getirilmiş olacağını belirtilmiştir.
  • Kur’an’da kişinin evlenmesi helal olan ve haram olan kişiler sünnet sayesinde tam olarak açıklanmıştır.

Hadisler Kur’an gibi korunmuş mudur? Korunma yöntemleri nelerdir?

Bugün, özelikle hadis ve sünnet inkârcılarının ağızlarına sakız ettiği, direk olarak hadislerin tamamını inkâr etmeyip, “ aslında hadislerin sayısı şu kadardı, bugün mevcut kaynaklarda geçen hadislerin çoğunluğu sonradan uydurulmuştur, hadisler korunmamıştır”  dedikleri fitneye cevap olması açısından, hadislerin korunma yollarına kısaca bir göz atmak gerekecektir.

Bu konuya girmeden evvel, şunu da ifade edelim ki, basit bir hadis usulü kitabı incelediğinizde bile, hadislerin korunması için ne kadar hassas davranıldığına şahit oluyorsunuz. Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’den alınan bu kutsal emanetler,  öylesine hassas ve titizlikle kurulmuş sistem tarafından denetleniyor ki, değil uydurma hadis,  zayıf olanlar bile tek tekbelirlenebiliyor.

Konuyu fazla dağıtmadan ve detaya girmeden kısaca göz atmak gerekirse, hadislerin korunması ve muhafaza edilmesi yöntemleri şunlardır:

  • Ezberleme
  • Müzakere
  • Pratik
  • Yazı

Ezberleme: Öncelikli olarak Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem)’in ashabı, mübarek ağızlarından sadır olan hadisleri hemen ezberliyorlardı. Çünkü efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Benim Sözümü işitip de ezberleyen ve onu işittiği gibi tam olarak başkalarına nakleden kimseye Allah canlılık versin[4] diye buyurmuştu. Özellikle “Ashab-ı Suffe” olmak üzere Sahabeler, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)‘den gelen bu müjdeye nail olmak için, hadisleri ezberlemek için büyük bir çaba sarf ediyorlardı.

Bilindiği üzere, Araplar hafızalarının güçlü olması ile tanınırlar. Hatta bazıların hafızalarında yüzlerce beyitlik şiirleri ezbere bildikleri rivayet edilmektedir.

Ezberleme hadisesi, insan üzerinden geliştiği için, hadis ilmi altında, ravilerin incelendiği ve hayatlarının her alanının dikkatle takip edildiği, “Rical”  ilmi ortaya çıkmıştır. Hadis ravilerinin,  hafıza gücü, olaylara yaklaşımı, güvenirliliği, kimlerle muhatap olduğu ve birçok hususta hayatlarının didik didik incelendiği bu ilim, hatıra-gönüle bakılmadan işlevini görüyordu.

Bu ilim dalında, ne kadar hassas olunduğunun bir örneği olarak ünlü rical âlimi Ali b. El- Medini’ye babası hakkında soru sorulmuş, cevaben babasının zayıf bir ravi olduğunu söylemiştir. Yine Kütüb-i sitte müelliflerinden, İmam Ebu Davud’un oğlu Abdullah hakkında soru sorulduğunda oğlunun “büyük bir yalancı “ olduğunu söylemekten çekinmemiştir.


Tarih içerisinde yazılan ve en fazla müracaat edilen rical kitapları:

  KİTABIN ADI YAZARI CİLT SAYISI RAVİ SAYISI
1 et- Tarihul- Kebir İmam Buhari 9 13781
2 el- cerh ve’t- ta’dil İbn Ebi Hatim 9 18050
3 Tehzibu’t- Tehzib Hafız İbn Hacer 12 12455
4 Mizanu’l İ’tidal Zehebi 4 11053
5 Lisanu’l- Mizan Hafız İbn Hacer 7 5991
6 es- Sikat İcli 1 2116
7 el-Muğni fi’d- duafa Zehebi 2 7854


Bu kitaplarda, ravilerin kısa hayat hikâyelerinin yanında hocaları, öğrencileri, hayatındaki önemli olayları onların güvenirliliği gibi konular işlenmekteydi.

Müzakere: Hadislerin muhafaza edilmesinin ikinci yolu, Resûlullah (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizden duyulan hadislerin, Sahabeler tarafından birbirlerine nakledilmesi idi. Bu yol ile nakledilen hadis, bir kez daha başka sahabeler tarafından da teyit edilmiş oluyordu.

Pratik: Malum olduğu üzere, bir bilgiyi veya bir ilmi öğrenmenin ve bu bilgiyi pekiştirmenin en uygun yolu,  o bilginin pratiğe dökülerek uygulanmasıdır. Sahabeler Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)‘den aldıkları hayat ölçülerini, hemen uygulamaya başlayarak korunmasını sağlıyorlardı.

Yazı: Bugün, hadis ve sünnet düşmanlarının en fazla üzerinde durdukları konu olması hasebiyle bu konuda biraz detay verelim.

Kur’an’ı kerim vahyinin başlangıcında, Sahabeler, Kur’an üslubuna, tam olarak vakıf olamamışlardı. O günlerde, bazı sahabeler hem Kuran ayetlerini, hem de hadisleri birlikte yazıyorlardı. Bundan dolayı, Kur’an ayetlerinin ve hadislerinin birbirine karışması endişesi doğmuştu. Bu endişeden dolayı, Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) “Benden (duyduklarınızı) yazmayın. Kim benden kuran dışında (duyduğu) bir şeyi yazmışsa, onu imha etsin. Benden (duyduklarınızı) başkalarına nakledin, bunda beis yok.  Kim kasten bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerini hazırlansın.” [5] buyurarak yasaklamıştır.

Çünkü o dönemde, yazı malzemesi çok sınırlıydı ve elde bulunan sınırlı malzemelere Kur’an ayetleri yazılıyordu. Hadislerinde yazılması durumunda, bunların birbirinden ayrılmasında güçlük çekilecekti.

Ancak bu durum, Sahabenin Kur’an üslubuna tam manası ile vakıf olmasından sonra, Rafi b. Hadic, Enes, Ebu Rafi, Abdullah b. Amr b.el As (r.anhum) gibi sahabilere, hadislerin yazılması serbest bırakılmıştır. Hatta bu sahabeler den, Abdullah b. Amr b.el As’ın hadisleri yazmasına engel olunmuş, durum Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ‘e intikal edince “Muhammed’in canını elinde tutan (Allah)a yemin ederim ki, bu iki (dudağın) arasından haktan başka bir şey çıkmaz. O halde yaz[6] buyurarak yazmasını emretmiştir.

Şu tespit ile yazımızı bitirelim “ Kendilerini, Müslüman nüfusun ana cereyanından [Ehl-i Sünnet] ayıran, tek tük bireyler bir tarafa bırakılacak olursa, hiç kimse Hz. Peygamber’in sünnetini İslam hukukun kutsal bir kaynağı olarak görmeyi inkâr etmemiştir[7]

Allah Teâlâ bizleri, binlerce yıldır sahih ve sağlam kaynaklarla günümüze ulaşan, din adına en küçük kırıntıya bile sadakatle sarılmayı ve bu bilgiler ile amel etmeyi nasip etsin. Bizleri Ehl-i Sünnetin bereketli ve coşkun ırmağından ayırmasın. O ırmakta ruhumuzu ve tüm bedenimizi arındırmayı nasip eylesin.


Dipnotlar

[1] Al-i İmran, 164 – Cuma süresi,2 – Bakara, 129
[2] Al-i İmran;32, Al-i İmran 132, Nisa;59, Maide;92, Enfal;1, Enfal;20, Enfal;46, Nur; 54, Muhammed; 33, Mücadele; 13, Tegabün; 12
[3] Al-i İmran;31, Araf;157-158, Tevbe; 117, Enfal; 64, Al-i İmran; 53, Yusuf; 108, Al-i İmran; 68, Hadid; 27, İbrahim; 44, Bakara; 143, Yasin; 20, Taha; 90, Kamer; 24, Ahzap; 21
[4] Tirmizi; ilm,7, Ebu Davud; ilm 10, İbn Mace; Mukaddime 18
[5] Müslim, Zühd,72
[6] İbn Sa’d, Tabakat, IV,262 – Ebu Davud, İlm,3
[7] Muhammed Taki Osmani, Sünnetin Değeri ve Bağlayıcılığı

Raif Koçak
Yüzakı Dergisi'nde Yazar