Yaşadığımız coğrafya, maalesef küresel güçlerin deneme tahtası haline geldi. Dün tattıkları yenilgilerin acısını, bugün parça parça ettikleri ve her birinin başına koydukları kuklalar marifeti ile ümmeti yokluk ve imkânsızlıklarla terbiye ederek çıkarıyorlar. Müslüman ülkelerin sahip oldukları kıymetli madenleri ve zenginlikleri sömüren, onları yoksulluğa mahkûm eden bu devletler, yalnızca kendi çıkarları için çalışıyor, insanların yaratılıştan gelen haklarına bile tecavüz etmekten çekinmiyorlar.
Böylesi bir dünyada, insanlığın onurunu belli milletler ayağa kaldırıyor. Millet olarak mazlum ve mağdur olanlara karşı hassasiyetimiz çok yüksek. Mevla Teâla bu millete böylesi güzel bir özellik bahşetmiş, bunun için kendisine ne kadar şükretsek yetersiz kalırız.
Bize nasip olan iman nimetinin gereği olarak, dünyanın neresinde bir yardım çığlığı duysak hemen onun imdadına yetişmeye çalışıyoruz. Kardeşlerimizin yaşadıkları ıstırabı yüreklerimizde hissederek, harekete geçiyor ve onların yanında olmaya çalışıyoruz. İnancımız, matemlerin civarında bulunmayı ve darda kalmışlara el uzatmayı en önemli ibadetlerden biri kabul etmekte.
Böyle durumlarda bazı kardeşlerimizin yardım ederken, benim verdiğim veya vereceğim neye derman olur diyebiliyorlar. İşte tam da burada, küçücük bir yüreğin, bize verdiği şu dersi nakletmeyi uygun buluyorum.
“Bir muallim, küçük bir yüreğin Müslümanların dertlerine ortak olma gayretini şöyle nakleder:
Bosna Savaşı’nın en yoğun olduğu günlerdi. Sınıftaki talebelerimle orada yaşanan vahşet manzaralarını konuşmuştuk. Talebelerden biri:
“–Hocam, biz de yardım gönderelim.” dedi. Ben de:
“–Ailelerinizden para istememek şartı ile olur.” dedim. Onlar İş Eğitimi dersinde öğrendikleriyle bir şeyler yapacak, ben de on beş gün sonra Bosna’ya yardım için tertiplenen bir kermeste eserlerinin satılmasını sağlayacaktım.
Bir hafta sonraki dersimde, talebelerin çoğu yaptıkları küçük ama benim gözümde kıymeti çok büyük olan eserlerini teslim ettiler. Birkaç tanesi yetiştiremediklerini, bir sonraki derse getireceklerini söylediler. Hepsi çok mutluydu. Ancak, ön sırada oturan sınıfın en sessiz ama başarılı talebelerinden Songül, ders boyunca başı öne eğik vaziyette, hiç konuşmadan durdu. Ders zili çaldığında Songül, sessizce yanıma geldi:
“–Ben Bosna-Hersek’teki kardeşlerime verebilmek için yalnızca bunu bulabildim hocam. İnşallah işlerine yarar.” dedi. Avucumun içine bir şey bıraktı ve hızla uzaklaşıp gitti. Avucumu açtığımda gördüğüm, bir öğrenci otobüs biletiydi. “Herhalde Bosna-Herseklilerin de aynı biletle otobüse binebileceklerini düşündü.” dedim. Güldüm ve yürüdüm.
Okuldan çıktığımda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Arabama bindim ve yol yapım çalışmaları olduğu için normalde hiç kullanmadığım arka caddeden evime doğru yöneldim. Silecekler yağmura yetişemiyordu. Önümü zorlukla görüyordum.
Issız bir yolun kenarında sırılsıklam ıslanmış, hızlı hızlı yürümeye çalışan 12-13 yaşlarında bir kız çocuğu görünce arabaya almak için yavaşladım. Baktım ki Songül…
Küçük kız, son biletini Bosna’daki kardeşleriyle paylaştığı için o yağmurda evine yürüyerek gitmeye çalışıyordu. Arabaya aldım. Onu babası ve üç kardeşiyle yaşamaya çalıştığı yıkık-dökük gecekonduya bıraktım. Üç-dört kilometrelik yol boyunca ondan saklamaya çalıştığım gözyaşlarım, artık sel gibi akıyordu.
Bir hafta sonra düzenlediğimiz kermesin açılışına gelen Belediye Başkanı ve yanındaki misafirlere bileti gösterdim. Kendisi çok zor şartlarda yaşayan, ama yüreği çok zengin talebemin hikâyesini anlattım. Başkan bileti açık artırmaya çıkardı. Ve o bilet, kermeste satılan bütün eşyanın toplamına yakın bir para kazandırdı… (Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti,2 ,214-216)
Songül’ün otobüs bileti Bosna’da işe yarar mı bilmem ama ahirette kim bilir hangi kapıları açar ona ve ebeveynine.
Vermenin azı veya çoğu yoktur. Bazen bir dirhem, bin dirhemi geçebilir. Yeter ki samimi bir kalb ve niyetle hareket edilsin. Mevla Teala bizleri kardeşlerimizin dertlerine çözüm için memur eylesin. Vermeyi sevdirsin inşallah..
Cevapla