Sanallaşmak

Herhangi bir şeyin kalıcılığı olmadığını, yanıltıcı ve boş bir iş/eylem olduğunu, umutsuz vakâ olduğunu, zorluğunu anlatmak için kullanılan klasik bir deyimdir “suya yazı yazmak gibi..” deyimi.  Evet şahsen çok denedim ama yazılmadığını bizzat müşahade ettim. Yazarken bir an olacağını sanıyor insan ama hemen kayboluyor, eski haline dönüyor. Asıl ilgi çekici olan durum, o bir an için “olacağını sanma” durumudur. İşte bazen bir insanı hayata bağlayan şey; “Sanmak” yani…

“Sanal” kelimesi, latince asıllı  “simulation/simülasyon” sözcüğünü karşılayabilmek üzere dilimize girmiş, türetilmiş bir kelimedir. “San, Sanı” kelimelerinden türemiştir. Simulation/Sanal; bir şey varmış gibi yapmak, varmış gibi hissediyor olmak yani “sanmak” halini ifade eder ve bu bir yanılsama halidir. Kimi zaman tatmin eder ya da yanıltır, kimi zaman hiç te ikna edici değildir. Mesela “doğan görünümlü şahin” vakası bir simulation/sanallık örneğidir, kimilerini tatmin edebilir. Yani kimileri doğan sanabilir, hatta ruhsata bakmayı akıl edemeyecek kadar aklı bir karış havadaysa böyle bir aracı satın alırken “doğan alıyorum” sanabilir. Bir insan bu derece ahmak olabilir mi, bunu daha sonra irdeleyeceğim.

Mesela içinden geçmekte olduğumuz Nisan ve Mayıs ayları her ne kadar kendisini Şubat zannedip öyle davransa da biz bunu hiç yemiyoruz maalesef ve bu durumu –kadim dostum- esefle kınıyoruz, lütfen bahar ayları olduğunuzu bir an önce hatırlayın! (Bu paragraf yoğun oranda ironi içeriyor dikkat ettiyseniz).

Oturduğum bank’ın yanına ne zaman gelip yanıma ne zaman oturduğu hakkında bir fikrim olmayan amca’nın “Evladım adın nedir, nerelisin, kimlerdensin?” sorusu ile irkildim ve beklemediğim bir anda üstüme gelen bu soruyu önce göğsümde yumuşattım sonra sindirdim ve “sanallardan ben” şeklinde bir cevap verdim istemsizce, o ne demekse artık. “Amca sen ne zamandan beri buradasın?” diye sordum, “Kabir azabı meselesinden bahsediyordun evladım” dedi, “Nasıl yani?” der gibi bir yüz ifadesiyle ve gözlerimi belerterek amcaya baktım, beni hayretler içinde bırakan çok ilginç bir an yaşıyordum şu an; amca benim düşüncelerimi, iç seslerimi duyabiliyordu. “Sen benim düşüncelerimi duyabiliyor musun amca?” dedim, “yooo” diyince rahatladım, “eeee o zam…” diyemeden lafımı kesip, “evladım kendi kendine konuşuyordun, düşünceni nasıl duyayım ben!” dedi. Anladım ki yine sesli düşünüyordum farkında olmadan, bu durumu bir an önce düzeltmem gerekiyordu yani düşünürken bazen düşüncelerin rütbe atlayıp ses kazanması, gittikçe aleyhime bir durum arzeder mahiyete bürünmeye başlaması. “Anladım, peki ama yav ben o meseleyi konuşalı bir saati geçti, o zamandan beri burada mısın?” dedim? “Ben zaten bankta oturuyordum, sen sonradan geldin” dedi. Şaşkınım… Neyse bu konuyu daha sonra irdeleyelim.

…Fütûhat sahibi der ki; “…İblîs, kendilerine gökler ve yerlere ait sırlar açılmış olan seyri sülûk ehlini dalalete düşürmek için hayâli (sanal) düşünce olarak arz ve semâ sûretlerinde açığa çıkar. Ve hattâ zâtî tecellilere dahi karışıp, sâliki dalalete sürükler.” Ayakların kayma riskinin yükse olduğu bir zeminden, durumdan, makamdan bahsediyor şeyh. “Sanallık” bazen, kısmen müsbet gibi görünse de insanoğlu için büyük ölçüde menfî, aleyhte bir durumdur.

“Fütûhat nedir evladım?” dedi amca, “Amca bunu hiç sormasan daha iyi, füruât bunlar, sen konunun özüne, ana fikre odaklansan daha iyi senin için, şu an aydınlanıyor olabilirsin bilmem farkında mısın? Hatta şu andan itibaren tek şansın ben olabilirim” dedim, ne dediğimin de pek farkında olmayarak. Evet son cümle iddialı olmuştu ama olsundu, bütün memleketin elektriklerinin aynı anda kesilebildiği hatta bunun yapılabilirliğin mümkün olduğu bir ülkede insanları aydınlığa taşıyabilecek birilerinin de olması gerekirdi kanımca.

“Ben yine geleceğim inşallah” diyerek amcanın elini öpüp, duasını alıp, kalkıp yürümeye başladım…
Yürürken de düşündüm; “Amca çok ihlâslı birine benziyor, MaşaAllah…”

Mutlak derecede ihlâs sahibi olmak, mutlak anlamda Allah’ın rızasına aklen de kalben de râm olmayı gerektirir. Eskiler bunu “kalbi garaz şüphesi ve zan eğriliğinden temiz tutmak” şeklinde de tarif etmişlerdir ve ben bu tarifi hep beğenmişimdir, benimsemeye çalışmışımdır.

…Sanallığın dibine batmış olan, gerçekliğin görüntüye indirgendiği bir vasata dönüşmüş olan, anlamın buharlaştığı, hakikatin tarumar edildiği, sanalın hakikat yerine ikâme edildiği, imaja dayalı bir dünya ile karşı karşıyayız artık ve biz de zaman zaman paçamızı kaptırıyoruz. Son günlerde Sosyal Medyada “İslâmî camianın gündeminde neler var” diye bakmak, çelik gibi sinirler olmasını zorunlu kılacak bir vaziyete dönüştü. Biz elimizde kitapla gezerken, birçok insan elinde kılıçla geziyor sosyal medyada…
İfrat cephesi de aynı tefrit cephesi de…

“Cahil olmak” değil, “cahil olduğunun farkında olamamak”tır sorun, fakat biz artık buna bile razı olacak vaziyete geldik. Bu durumda olanlarla uzlaşı yolları arıyoruz bir şekilde. Çünkü bazen herhangi bir konuda “cahil olduğunun farkında ol(a)mayan” kişi konumunda olan kendimiz olabiliyoruz.
Bu cahillerin asıl yorucu versiyonu;  cahil olduğunu uygun bir üslub ile gösteren insanlara bile kılıcını gösteren cahiller

…Allah Teâlâ’dan uzak yaşayan, İslâm’ın güzelliklerinden, İhlâsın takvanın kalp sekinetinin verdiği huzur ve tatmin halinden uzak yaşayan insanlar, bu uzaklıkları sebebiyle hayattan dünyadan sıkılıyorlar, kalpleri bunalıyor, normal yaşantıdan hiçbir şekilde tatmin olamadıkları için içki, zina, kumar, para hırsı, şöhret, gıybet v.s. gibi haramlara/günahlara batıyorlar. Çünkü bu arızalı durum onları bir süreliğine tatmin ediyor gibi görünüyor, nefislerini doyuruyor gibi hissediyorlar, sanal bir tatmin hali yani.  (Bunları düşünürken, sabahın 7’sinde, 10 katlı olan binanın 7.katında olan evimden/konutumdan çıkıp asansöre bindim fakat bir aksilik var, asansör gitmek istediğim yere beni götürmüyor nedense…)

Bu yazıyı yazarken yarıya geldiğim gün, gönül dünyamızın büyükleri arasında ortaya çıkan gerginlik birkaç gündür morallerimizi bozdu. Evet gerginim ve her an birileri oklarını fırlatmak için gerginliğimi kullanabilir, temkinli olmak gerek. Gerek sosyal/sanal medyadaki hır-gür’den gerek çevremizde yaşanan hır-gür’den dolayı sinirlerim harap olmuş, farkındayım. Neredeyse vazifesini yapmayan asansöre reddiye yapacak vaziyete gelmişim ama bunun farkında değilim. Ben kendi kendime söylenmeye devam ederken asansörün de görevini yapmama konusunda ısrar ettiğini tekrar müşahade ettim, tam hiddetlenmeye başlayacaktım ki, sürekli bulunduğum katın butonuna (7’ye) bastığımı farkettim bi an, farkettiğim tek şey bu olmadı tabii; Aslında asansör bana vaaz ediyordu bir nevi, “sen zaten gitmek istediğin yerdesin şu an ama başka yere, başka yerlere, başka durumlara gitmek istediğini zannediyorsun, unutma ki başka bir hayatta daha iyi durumda olamayacaktın. Çünkü Allah senin için en hayırlı yaşamı, hayatı sana sunmuş vaziyette, olman gereken yerde ve durumdasın şu an!”

Bi asansör, böyle hayatî bir tesbiti nasıl yapabilir demeyin, asansörün muhatabı ben olursam bu mümkündür.
İşin içinde ben olduğumda daha nelerin mümkün olduğunu bilmek istiyorsanız eğer, bir sonraki yazıyı bekleyeceksiniz…

Şimdilik, kaldırmakta güçlük çektiğim kafamı da yanıma alıp, bu satırları sonlandırarak gidiyorum…
Geri geleceğim inşallah.

Şükrü Yaşar
Musellem.net yazarı..