Oy Kullanmayanlar Vebalden Tamamen Kurtulabiliyorlar Mı?

Demokrasinin yapısına göre nevileri, işleyişine göre çeşitleri, bunların her birinin tanımına ve çeşitlerinin özelliğine dair farklı değerlendirme ve yaklaşımlar var malumunuz. Fakat aslolan demokrasinin; çoğunluğun görüşünü kayıtsız ve şartsız –sınırsız- esas kabul eden bir sistem olmakla, bir tür küfür sisteminden ibaret oluşudur. Ülkemizdeki uygulama da, bundan başka bir şey değildir. Zira insanların, nasslara bağlı kalmaksızın, dogmaların tamamını öteleme iddiasıyla, kendi koydukları Anayasa ya da birtakım bağlayıcı unsurlar çerçevesinde kanun koyma, yasa yapma ve bu kanun-yasa bütünlüğüyle yürütmeyi sınırsızca sağlayabilme gibi genişçe bir yetkileri söz konusudur. Kendimizi Müslüman olarak tanımlayan bireyler olarak bir defa, bu sistemle olan irtibatımızı, ifade etmiş olduğumuz bu hakikati bir an bile göz ardı etmeyecek bir bilinçle sağlıklı bir biçimde kurmamız gerekmektedir.

Ülkemiz topraklarında yaşamakta olan Müslümanlar açısından, mevcut sisteme karşı sergilenen-sergilenmesi gerektiği düşünülen iki farklı tavır göze çarpmaktadır.

  1. Tavır: Dinî hassasiyetlere sahip kesimlerden birisi; Müslümanların bu sistem içerisinde hiçbir şekilde yer almamaları gerektiğini düşünen, bu sistemin araç olarak kullanılması vb. gibi yöntemlerin hiçbir sonuç getirmeyeceği kanaatini taşımakta olan, dolayısıyla oy kullanmaya, siyasi partileri desteklemeye külliyen karşı çıkan kimselerin sergilemeyi tercih ettikleri tavırdır.

Not. 1. Tavır olarak kısaca özetlemeye çalışmış olduğumuz tavrın gerekçelerini, alternatif çözüm öneri ve yöntemlerini, konunun hakkını verme adına burada detaylandırmak gerektiğinin farkındayız. Lakin hem konunun bu yönüne dair yapacağımız açıklamalar mevcut sistemle çatışan/çelişen türden sözler sarf etmemizi kaçınılmaz kılacağından hem de bu konu müstakil bir makalede tartışılmayı içerik genişliği ve yoğunluk açısından hak eden bir konu olduğundan, yarım bırakmamak adına hiç girmemeyi tercih ediyoruz.

  1. Tavır: Benzer hassasiyetleri taşıyan bir diğer kesimse; bu sistemi kendileri getirmedikleri ya da kurmadıkları vakıasından hareketle, İslâm’ın öngördüğü sistemin, bu sistem içerisinde yer alarak tedrici olarak ıslah yöntemi dışında bir başka yöntemle sağlanamayacağını düşünen kimselerin sergilemeyi tercih ettikleri tavırdır. Bu sistem içerisinde yer almak suretiyle, zarurete ve bir tür zorunluluk haline bağlı olarak belki de takiyye yolunu tercih ederek, ele geçen birtakım fırsatları amaca matuf bir şekilde değerlendirerek hareket etmeyi doğru bulan kimselerin bu tavrı bilhassa bugün, bu memlekette mukim bulunan Müslümanların –Selefîler de dâhil olmak üzere- kâhır ekseriyeti tarafından benimsenmiş bir tavırdır. Selefîler bu konuda Türkiye’nin siyasi konjonktürüne bağlı olarak, İbn Useymin, Mustafa Adevî, Hâlid b. Abdullah el-Muslîh, Muhammed Abdulmaksûd, Abdurrahman Nâsır el-Barrâk vd. diğer âlimlerin görüşleriyle desteklenmiş bir savunma mekanizması oluşturmuşlardır.[1] (Dipnottaki kaynakları mutlaka inceleyiniz)

Mezkûr Demokrasi Karşıtları Oy Kullanmamakla

Vebalden Kurtulabiliyorlar Mı?

 Demokratik sistem içerisine kanalize olmayı, İslâm’ın murâd ettiği sistemi bu yapının ıslahıyla gerçekleştirme ya da belli bir yere kadar bu sistemi kullanıp, fırsat bulunduğunda dönüştürme yöntemini doğru bulmayan ve bunu –algı ve değerlendirmesi doğrultusunda- küfürden-günah-ı kebâire’ye uzanan bir çizgide değerlendiren kardeşlerimizin bir kısmı, kendilerini seçmen olarak kaydettirmeyerek/kayıttan düşürerek, bir kısmı, sandığa gitmeyerek, bir kısmı ise sandığa gitseler de boş ya da geçersiz oy kullanarak bu vebalden kurtulduklarını zannetmektedirler. Bu tür düşünceler maalesef bu sistemi tam olarak anlayamamaktan ya da bilememekten mütevellit düşüncelerdir. Bu başlık altında incelemek istediğimiz asıl mesele de halkın önemli bir kesiminin dillendirdiği bu şekilde vebalden kurtulmanın mümkün olmadığına dair ayrıntıyı teknik verilerle birlikte anlaşılır bir şekilde açmak olacaktır.

Söz konusu vebalden böyle bir kaçışla kurtulabilmek hem 2. Kısımda ele alacağımız Müslümanları yardımsız bırakma ya da İslâm’a ve Müslümanlara karşı olanların yönetimde söz sahibi olmalarına engel olma noktasında mümkün olmamaktadır hem de sadece nüfusa kayıtlı bulunarak vekil dağılımı hesabına dâhil olmak sebebiyle mümkün olmamaktadır.

Gerçek şu ki; seçim bölgeleri için belirlenen Milletvekili sayıları hatta direkt olarak Seçim Bölgelerinin belirlenme işi, vilayetlere kayıtlı bulunan kişi sayısına yani İllerin nüfusuna ve nüfus yoğunluğuna göre belirlenmektedir. Dolayısıyla bu Ülkenin vilayetlerinden herhangi birisinin nüfusuna kayıtlı olan kişi, bu sistemin hesaplama yöntemi içerisine yani kaba tabirle: ‘kelle başı havuzu’na otomatikman duhul etmiş olmaktadır.

Seçim Bölgesi ve Milletvekili Dağılımının Nüfus Yoğunluğuna Bağlı Oluşu

Seçim bölgelerinin ve milletvekili sandalye sayılarının belirlenmesi, seçim sonuçlarına birkaç şekilde etki edebilir. Şimdi kısaca bunlar üzerinde durmaya çalışalım.

1- Bir vilayetin nüfusuna kayıtlı olan herkes, seçim bölgelerinin bölünmesi ve bölgeler için ayrılacak Milletvekili sandalye sayılarının belirlenmesinde belli oranda bir rol oynamaktadır.

Örnekle; demokrasi karşıtlarının dâhil olmasıyla, onların sayısına bağlı olarak bir seçim bölgesi, ana bölgeden ayrılıp müstakil bir seçim bölgesi olarak belli oranda Milletvekili sayısıyla birlikte kayıtlanabileceği gibi, aksine, yeni bir seçim bölgesi olmak yerine, ana seçim bölgesine dahil olarak kalıp da, o bölgenin Milletvekili dağılımının yine o bölgenin seçmen tercihi doğrultusunda şekillenmesine yol açabiliyor. Böylece her şekilde +1, 2, 3… ya da -1, 2, 3… gibi Milletvekili sandalyesine -yerine göre ciddi bir- etki söz konusu olabiliyor.[2]

2- Nüfusa kayıtlı olan her bir şahıs, seçim bölgelerinin belirlenmesinden sonra bilahare her bir Vilayete ayrılmış olan Milletvekili sandalye sayısının belirlenmesi noktasında hesaba katılmış oluyorlar. Bu sayı, kişilerin seçmen olarak yazılıp yazılmamalarından herhangi bir şekilde etkilenmiyor. Daha evvel de vurguladığımız gibi, sadece nüfusa kayıtlı olmak, bu hesaba dâhil olmak için yetiyor.

Bu hesaba dâhil olmuş olan demokrasi karşıtı kardeşlerimiz, seçmen olarak ister yazılsınlar, ister yazılmasınlar, bu noktada her iki şekilde de belirleyici olmuş oluyorlar. Milletvekili seçimi noktasında, oy kullanmasalar da, oylarını boş ya da geçersiz şekilde kullansalar da, direkt ya da dolaylı olarak birilerinin meclise girmelerine ya da meclis dışında kalmalarına sebep olmuş oluyorlar son tahlilde.

Örnekle; demokrasi karşıtlarının sayısının dâhil olmasıyla bir İl’e ayrılan Milletvekili sayısı artabiliyor, dâhil olmamalarıyla düşebiliyor ve bu düşen ya da çıkan Milletvekil(ler)i AKP ve MHP’nin olabileceği gibi, CHP, belki de HDP’nin Milletvekil(ler)i de olabiliyor.

Kötünün İyisini Desteklememekle Kötüyü Zayıflatmaktan Geri Durmak

Halk arasında genellikle 1. Kısımda anlatmaya çalışmış olduğumuz husus biraz göz ardı edilirken gündeme daha çok getirilen husus 2. Kısımda ele alacağımız, birtakım fıkıh kaideleriyle de desteklenen durumdur. “Zarar-ı eşedd, zarar-ı ehaff ile izale olunur” yani biri büyük ve daha fazla zararlı, diğeri küçük ve zararı diğerine göre daha hafif iki zarar söz konusuysa ve büyüğün izalesi küçüğün tercihi ile olacaksa, küçük zararı tercih ederek büyük zararı ortadan kaldırmak gerekir. Bununla paralel bir diğer kaide, “Zarar-ı âmmı def için zarar-ı hâss ihtiyar olunur” tarzındayken bir diğer paralel kaide de: “bir şey tamamıyla elde edilemezse, tamamen de vazgeçilmez” şeklindedir’’[3] anlatımıyla savunulan bu anlayış daha önce de belirttiğimiz gibi bugün akla ve şeniyete en uygun anlayış olarak değerlendirilmektedir.

Buraya kadar anlattıklarımıza mukabil bu kardeşlerimiz: ‘’biz meşru olmayan birilerine –fıkhen vekâlet kapsamında değerlendirilmesi gereken- oy yoluyla vekâlet verme, vekil tayin etme ya da seçme işine girişmiyoruz. Bu sisteme elimizde olmadan dâhil edilmiş olmak bizim için bir vebal teşkil etmez, birilerini vekil tayin etmek ise, hem vekillik için bağlı bulundukları yasalar noktasında meşru vekil statüsünde olmamaları hem de yapacakları işlerin güven telkin etmemesi sebebiyle bizleri büyük bir vebalin altına sürükleyebilir’’ düşüncesi ve endişesiyle hareket ettiklerini belirtmektedirler. Bu durum hiç şüphesiz, memleketin geçmiş yönetim tecrübelerinin mevcuda ve geleceğe tuttuğu ışık doğrultusunda, ortaya çıkması muhtemel adaletsizlik-zulüm ve kısıtlama tehlikelerini göz ardı ederek bu tehlikeye adeta çanak tutmak anlamına geliyor.

Zira bugün, kötünün zayıflaması için adım atmaktan geri durmak, yarın o kötünün gazabına ve zulmüne duçar olma yolunda atım atmaktan farksız bir iş olmuş oluyor. Mevcut iktidar en yoğun iddia ve eleştiriler doğrultusunda; bir proje ürünü ve ‘Ilımlı İslâm’ projesinin uygulama ayaklarından biri olsa bile, söz konusu Dâru’l-Harbci arkadaşların, bu tür görüşlerini büyük bir hürriyetle, açık oturumlarda, lokalize olsun umumi olsun her türlü ortamda dile getirebilme imkânını bu mevcut anlayış ve politikalar sayesinde bulabildikleri gerçeğini de göz önünde bulundurmaları gerekiyor. Samimiyetine inandığımız bu kardeşlerimizin, ellerine fırsat geçmesi durumunda evvela kendilerinin yakasına yapışma amacı ve niyetindeki karşıt zihniyetin her an fırsat kollamakta olduğu realitesini, hâlihazırdaki sistemin bin bir hesabının karşısında, en azından hesap etmeleri lazım gelmektedir.

Bu kesimin önde gelen şahsiyetlerinden Muhterem Hüsnü Aktaş (nâm-ı diğer: Yusuf Kerimoğlu) hoca efendinin, kendilerine konuyla ilgili olarak yöneltilmiş sual bağlamında, oy kullanmayanlara öngörülmüş –fakat pratikte karşılık bulmamış yani tatbik edilmemiş- olan idari para cezasını ‘ihrak’ kapsamında ele alıp da değerlendirirken,[4] bu yazı içerisinde beyan etmiş olduğumuz, bahsi geçen para cezasından daha öncelikli ayrıntılara temas etmemiş olması da ayrıca sorgulamaya değer bulunması gereken bir durumdur diye düşünmekteyiz.


Dipnotlar

[1] Ülkemizde mukim bulunanlardan kendilerini ‘Selefî’ olarak tanımlayan, arkalarında da belli oranda taraftarı bulunan Abdullah Yolcu, Tacuddin Bayburdî, Ebû Sâid el-Yarbûzî, Feyzullah Bırişik, Ebû Zerkâ künyeli Yılmaz Şahin, İlim-Der gibi kişi ve dernekler oy kullananları ve demokratik sisteme dâhil olmayı şirk sayanları tenkit etmekle birlikte Ak Partiye oy vermenin neredeyse vacip olduğunu  savunmaktadırlar.

Abdullah Yolcu, ‘Seçimlerde Oy Kullanmalı Mıyız?’ bkz. Tıklayınız

Tacuddin el-Bayburdî’nin, Selefîlerin âlimlerinin fetvalarını da ihtiva eden görüşleri için bkz. Tıklayınız

-Ebû Sâid Hoca, ‘Oy Vermeyenler Kime Hizmet Ediyor’ bkz. Tıklayınız

-İlim-Der’in açıklaması için bkz. Tıklayınız

-Ebû Zerkâ’nın Açıklaması için bkz. Tıklayınız

[2] -Milletvekili Seçim Kanunu için bkz. Tıklayınız

-Seçim bölgelerinin nasıl belirlendiğine dair reel hesaplama için Hakan Erten’in ilgili makalesine bkz. Tıklayınız

-Ayrıca sesli-görüntülü anlatım için bkz. Tıklayınız

[3] Ebubekir Sifil, ‘’Bazı Siyasi Meseleler Üzerine’’, bkz. Tıklayınız

[4] Hüsnü Aktaş/Yusuf Kerimoğlu, ‘’Laiklik ve Oy Kullanmanın Hükmü’’,  bkz. Tıklayınız

Hüsnü Aktaş/Yusuf Kerimoğlu, ‘’İslamcıyız Diyen Particiler Hakkında’’, bkz. Tıklayınız

Yücel Karakoç
Musellem.net yazarı, yazı işleri...