Tarihsel olarak Batı’da başlayan modernite akımı, önceleri kiliseye ve skolâstik din anlayışına karşı bir tepki olarak sahne almasına rağmen zaman ilerledikçe ekseni kaymış ve hız kesmeden İslâm dinine de el uzatmıştır. Rönesans, akıl çağı, aydınlanma çağı, ideolojiler çağı gibi devirlerden geçen Batı, sonuç olarak dinleri gelişmenin önünde birer “ Tehdit ve insanları uyutan Afyon “ olarak tanımlamaktan çekinmemiştir.
İslam aleminde yansımasıysa, “İslamda Reform”, “Ilımlı İslam”, “İslam Modernizmi” gibi kavramlar ortaya süren kişiler vasıtasıyla -güya mealler kullanılarak- bozulmuş, saptırılmış olan Kuran-ı Kerim’i yeni baştan yorumlanmak suretiyle dinimiz de kurtarılacaktır(!). Bu durum modernite akımı eliyle dinimize karşı yapılan bir algı operasyonu, tahrif etme çabasıdır.
Şüphesiz islam dini “makul’ul-mâna” yani akıl ve mantık açısından, tefekkür ederek anlaşılabilir durumda olsa da nakil dinidir.
Modernitenin bir diğer hedefi de koşulsuz itaat içinde olan insanları ilah (Allah c.c) inancından uzaklaştırıp (nakil), akıl kaynaklı (mantık) zemine çekmektir. Bir diğer ifadeyle “ Zihinlerimizi kutsaldan ( uhrevilikten ) arındırarak, “varlığı”, salt görünen dünya perspektifinden ( nefs ) okumayı sağlama çabasıdır. “ Çünkü, İlah merkezli zeminde kula kulluk, eşyaya kulluk düşüncesi var olamaz. Bunun müslüman açısından kazanımı, insanın kendi aklına değil, yaratıcıya koşulsuz itaat etmek vesilesiyle yaşamını kontrol altında tutan, dosdoğru şekillendiren vahiyle birlikte özgürleşmesidir. Modern zihin yapısının bunu istemediği ve devamlı surette onunla savaş halinde olduğu/olacağı açıktır.
Küfür ehli kendi menfaatlerine hizmet edecek köleler edinmek istiyor, bunun için yapabilecekleri tek şeyin algı oyunları ile dine fesat, fitne karıştırmak olduğunu gördüler. Zira onlar tahrif edilmiş dinlerin insanı nasıl “insanlıktan çıkardığını” deneyimlemişlerdi. Nihayi hedeflerinde ise batıyla bütünleşmiş bir İslam anlayışını inşaa etmek vardır. Ve ne yazıktır ki, hedeflerine ulaşmakta epey yol kat etmiş bulunuyorlar.
Allah’ın Rasulünne iman şartını görmezden gelmek, cennete girebilmek için sadece Allah’a (c.c) iman kâfidir demek modernitenin algı operasyonlarından biridir.
Öyle ki ; “Muhammed, Allah’ın rasulüdür. Onunla beraber olanlar kafirlere karşı şiddetli, birbirlerine karşı ise merhametlidirler”* ifadesi ile Kur’an’da yer alan hakikat, artık kalpleri titretmiyor ve müslümanların bir kısmı tam zıddıyla hareket etmeye başlıyor. İslam coğrafyasına baktığımızda, kimi müslüman çevrelerin Müslümana karşı şiddetli tavra bürünüp, son peygamberi kabul etmemelerine rağmen, “Fakat onlar da Allaha c.c inanıyorlar“ gibi bir mazerete sığınarak kafire merhametle yaklaştığına şahid olabiliyoruz.
İnsan vahiyden uzaklaştıkça, yolunu da yönünü de kaybetti. Fatiha suresindeki “Sırat-ı Müstakim” ifadesini barındıran ayet bu yönüyle mü’minler için çok önemli bir hatırlatmadır. Namazın dinin direği olarak kabul edilme sebeplerinden birisi de yine Kuran-ı Kerim’den ayetlerin okunmasıyla bizi devamlı surette irşad etmesi ve imansızlığa sürüklenmeye karşı uyanık tutmasıdır.
O halde her şartta mü’mine düşen vazife o dur ki;
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız. “ **
Beyruha
13.08.2014
* Feth: 29
**Ali İmran : 103
Cevapla