Muhafaza etmek, Muhafaza olunmak

Kalabalıklardan sıyrılmak, yoğun kitlelerin yürüdüğü yoldan yürümemek, sürüden ayrılmak ya da meseleyi anlaşılır kılacak  başka ifadeler…

“Alışılagelmiş ve genel kabul görmüş olanın” peşinden gitmenin “daha doğru olana” doğru gitmek olduğu birçoğumuzun bilinçaltında olan bakış açısıdır. Genel kabul görmüş olanın yanında olmak aynı zamanda güven hissi verir, eğer varsa varılacak nihai noktada görülecek zarardan en az şekilde etkilenmeyi ya da zararın acısını diğerleri ile birlikte paylaşmak vesilesi ile dindirmeyi zihnimiz bize telkin eder. Yönümüzü kalabalıkların olduğu yere doğru çevirmeye çalışır.

Kolay olan da budur. Doğru bilirsen o yolu, doğru bildiğin yol da kolay olmuş olur.  Bununla birlikte genel kabul görmüş olanın yanında yer almak bize her zaman doğrunun yanında almak garantisini vermediği gün gibi ortada. Bâtılın sesinin Hakk’ın sesinden fazla çıktığı, yalanın hakikate galebe çaldığı dönemlerin olduğu tarihi bir gerçeklik olarak sabit.

Gücün neyden yana olduğu zaman zaman değişiyor olsa da, yolculuğun Hakk’ın galebesi ile sonuçlanacağını bilen Müslümanalar olarak bizim içimiz rahat. Ancak Hakkın mutlak galebesi gelinceye dek inilip çıkılan yokuşlarda bizim hangi tarafa meylettiğimiz Hakkın bulacağı nihayet için olmasa da bizim nihayette nereye varacağımız açısından çok önemli.

Bir yerde durmak, bir yeri kabullenip oradan ayrılmamak derken Muhafazakârlık da gündemimize geliveriyor hemen. “Muhafazakâr”ı okurken “neyi muhafaza eder bu adam?” diye düşünmeden “hayat felsefesi gerilerde kalmış” adam modeli canlandıran zihinler dünyaya tersten bakmak niyeti ile övünmekten de imtina etmeyecek kadrolara lider olabilecek kabiyettedirler!

“En kıymetli” şeyi inancı olanların onu muhafaza etmeye çalışmasını “dar bakış açısı, sığlık, geri kalmışlık…” olarak gören kimselere denk gelirseniz aman ha sakın onların okumuşluğuna, çağdaşlığına, modernliğine aldırış edipte çekinmeyin. “Benim dinimin kaynağı eskilere dayanır, aslolan ona yakın olmaktır” deyin de geçin…

Modern bir hastalık halini almış olan “ben” merkezli “değişim” ve “farklı olmak” sevdası insanları doğrunun ya da yanlışın yanında olmak açısından değerlendirmeye girişmeden kendisini ötelemesi ile de neticelenebiliyor.  Kimsede olmayan bende olsun, kimsenin söylemediğini ben söyleyeyim, herkesten farklı olayım, bin yıldır söylenenlerin yanlışlığı ispat edeyim derken hüsrana uğramışların en sefili haline gelebiliyor insanlar.

Yalnızlık ilk etapta kimisi için çekici gelebiliyor.  Parmakla gösterilirken iyi ya da kötü denilmenin hiçbir ehemmiyeti yok kimisi için başlangıçta.  “Nede olsa birileri inanacak, birileri kabullenecek, şimdi reklam aşamasındayız” düşüncesinde olan ne kadar akl-ı evvel vardır bilinmez ama gösterilen olmaktan büyük haz duyanların nereye sürükleneceği çok açık.  Hatta öyle ki parmakla gösterilirken “doğruyu söyleyen” olmak bile kurtarmıyor kimi zaman insanı. Doğruyu söylerken bile nefsin esiri olabiliyor, benlik çukuruna yuvarlanabiliyor.

Kimsenin söylemediğini söylemek, herkesin söylediğini daha şiddetli ses ile dillendirmek ya da söylerken abartmanın çekiciliği ile hakkın hatırını incitmek diğer insanlara varlık hissettirmek için kullanılan kolay ama bir o kadar tehlikeli yöntemler.  Tehlike dıştan değil, içten, nefisten…Hal böyle olunca da ne doğruyu telkin edene “tamam” demek kolay, ne de kendi kendine doğruyu bulmak mümkün…

Zor zamanlardayız bilesiniz. Ne sürünün peşinden gitmek kurtacak bizleri, ne yalnızlığın gölgesinde durmakla övünmek.

Çözüm yolu çok net bir şekilde ortada aslında:  Hakkın hatırı için var olmak.  Evet, bu olursa kurtuluş mümkün olacak. Bunu başarabilmek, ehemmiyetinin büyüklüğü kadar zor.

Ne diyelim, ümmeti muvaffak kıl muhafaza et Allah’ım…

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...