Yaşadıkça farklı sorunla karşılaşıyoruz. İnsanlar birbirine kıymaya devam ettikçe daha neler göreceğiz tahmin bile edemiyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, ülkemizin karasularında meydana gelen elim bir olay sebebiyle yoğun olarak gündemimize giren, ancak yıllardır devam ettiği halde dünya tarafından pek dikkate alınmayan bir sorunu ele alacağız bu yazımızda.
Sorunu incelemeye başlamadan evvel tanımı ile başlamak gerekir diye düşünüyorum. Konunun dilimizde iki tanımı var: Bir tanesi özellikle bizlerin kullandığı Muhacir, diğeri ise Mülteci.
Muhacir: Yerinden yurdundan ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmek için giden, göç eden kimse, göçmen demek
Mülteci: Bir yere veya kimseye sığınan, Vatanını terk edip başka bir ülkeye sığınan kimse, sığınmacı demek.
Her iki tanımında ortak noktası bir insanın istemeden, kendisinin rızası dışında, yaşadığı yeri bırakıp, kendisinin ve ailesinin yaşayabileceği yeni yerlere göç etmesi demek.
Mültecilik sorunu yeni bir olay değil, tarih boyunca birçok halk belli sebeplerle başka ülkelere veya topraklara göç etmiştir. Ancak bugünkü boyutu ile dünya bu kadar kalabalık mülteci ile daha önce karşılaşmamıştı sanırım. Bu sorun Dünya ülkelerinin hemen hemen tamamında oldukça rahatsızlık oluşturmuş durumda. Bu boyutta bir mülteci ile karşılaşılmadığı için gelenlerin yeme içme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir alt yapıların eksikliği sebebiyle sokaklar mülteciler tarafından birer barınma yeri olarak kullanılır durumda.
Bu konuda ülkemiz örnek bir çalışma yaparak dünyadaki diğer ülkelere nispeten biraz daha iyi şartlara sahip kamplar kurarak bu sorun ile baş etmeye çalışıyor. Ancak alınan önlemler ve düzenlemeler insanların ihtiyaçlarını karşılamadığı için kamplara girmeyip ülkemizin birçok iline dağılan ve denetimsiz olarak çalışan birçok insanın varlığı farklı problemlerin doğmasına sebep oluyor.
Ülkemize savaş sebebi ile sığınan Muhacirler ilk geldiklerinde geçici olarak kalmaları öngörülüyordu, ancak savaşın bitmemesi ve uzaması sebebi ile artık kalıcı olma durumu ortaya çıktı.
Biz misafirperver bir toplumuz, mazlumlara el uzatma hususunda belki de dünyada en önde gelen milletiz. Bu özelliğimiz bize inancımız, kültürümüz, gelenek ve göreneklerimizden miras kalmıştır. Ancak son zamanlarda şahit olduğumuz birçok olayda maalesef bazı hususiyetlerimizin kaybolduğu gibi misafirperverliğimiz ve yardımseverliğimizin de yıprandığını, hatta kaybolduğunu görüyoruz.
Örnek aldığımızı, kendimizi Ensar, gelenleri muhacir olarak kabul ettiğimizi söyleyip tarihimizdeki Ensar ve muhacir kardeşliğini yasattığımızı ifade ederken, maalesef işin görünen boyutunun hiç de öyle olmadığını şahitlik ediyoruz.
Oturulamayacak durumda olan bir ev için bile fahiş kiralar isteyip, çalışabilecek durumda olanlara iş verirken normal ücretin ya yarısı veya üçte birini veriliyor.
Gelenlerin birer emanet olduğunu unutup, evli oldukları halde özelikle güneydoğu ilerinde para karşılığında ikinci hatta üçüncü kez evlenme yoluna gidiliyor veya onların namuslarına göz dikip ahlaksızlığa ve kötü yola düşürmek için çaba sarf ediliyor
İstanbul ve diğer büyük şehirlerde ise durum tam anlamıyla rezalet, uyuşturucu, fuhuş ve insan tacirlerinin eline düşenlerin sayısı belli bile değil.
Bu insanlar neden kaçıyor diye soruyor bazıları, dursunlar ülkelerinde ve savaşsınlar deniyor, peki kime karşı kimin yanında savaşsınlar bu insanlar?
Ülkemize sığınan bu insanlar neden burada yasayamayıp başka bir Avrupa ülkesine gitmek zorunda kalıyor diye hiç sormuyoruz kendimize.
Madem savaştan kaçmış, sığınacak bir yer bulmuş o halde neden başka bir Avrupa ülkesine gitmeye çalışıp denizlerde hayatlarını kaybediyor bu insanlar?
Bakın birkaç ay önce yine böyle bir yolculuk esnasında boğulmaktan son anda kurtulan bir hanıma neden böyle bir yol seçtikleri sorulunca “Namussuz yaşamaktansa denizde boğulmayı tercih ederim” demişti.
Ülkemize gelen Muhacirler bizim için bir imtihan kaynağıdır. Onlara yapılacak yardım ve desteklerle ecir almayı beklerken maalesef bazıları bu durumu bir sektör haline getirmeyi ve bu sektör üzerinden büyük paralar kazanmayı başarmış durumda. Son olayda hayatını kaybeden Aylan bebeğin babası kendilerini Yunan adalarına kaçırması için kişi başı 1200 dolar para verdiğini söylüyor. Ege illerimizde ve sahil kasabalarında bu artık bir sektör olmuş durumda, en basit nalburlarda bile can yelekleri ve şişme botlar açık açık satılıyor. Botla gitmenin tarifesi ayrı, sandalla gitmenin ayrı, tekne veya jet ski ile gitmenin ayrı fiyatları var.
Özellikle son yıllarda komşumuz olan ülkelerde devam eden savaşlar sebebi ile ölüm haberlerine öylesine alıştırıldık, öylesine kanıksadık ki artık bir günde 50-100 hatta 200 insanın ölümü bize bir şey ifade etmiyor, etkilemiyor bile.
Duygusal bir milletiz, olay anında hemen tepki verip bir süre sonra insan olmamız hasebiyle unutuyoruz. Bir süre önce Mısır sularında teknenin batması sonucu ölen 200 kişiyi unuttuk bile. Bir günde farklı ülkelerde yaşanan benzer kazalar ile yüzlerce insan hayatını kaybediyor. Resmi rakamlara göre 2015 yılında sadece Akdeniz de boğularak ölen insan sayısı 2800 kişi.
Peki, bu insanlar nereye gidiyor? Ölüm korkusu ile kaçtıkları ülkeler neresi? Neden Müslüman ülkelere değil de Avrupa ülkelerine kaçıyorlar?
Evet, bu insanlar Avrupa ülkelerine yani yönetimleri Müslüman olmayan, kendi kültürlerine, inançlarına yabancı ülkelere gidiyorlar. Belki sığınma hakkı veya çalışma hakkı elde ediyorlar ancak belki ölüm kadar acı ve tehlikeli bir sorunla karşılaşıyorlar.
Yazımızın başında dedik ya, yaşadıkça yeni sorunlarla karşılaşıyoruz diye, evet yeni bir sorunla karşı karşıyayız. Avrupa ülkelerine sığınan mültecilerin çocukları inançlarından ve kültürlerinden kopartılarak koruyucu ailelere veriliyor. Bu ailelerin büyük çoğunluğu Hristiyan yanlarına aldıkları çocukları kendi inançlarına göre yetiştirecekler. Hatta bu aileler arasında eşcinsel olanlar bile var, varın birkaç yıl sonrasını siz hesap edin.
Yurtlarından edilen, denizde boğulan veya çeşitli sebeplerle hayatlarını kaybeden mazlumlar genelde Dünyanın sorunu olmasına rağmen özelde İslam dünyasının ve Müslümanların sorunudur. Bu insanlara batılıların el uzatmasını beklemek Müslümanlar için bir ayıptır.
Herhangi bir sebeple yurdundan edilmiş Müslüman halklar, halkı Müslüman olan ülkelere sığınmak yerine halkı Hristiyan olan Avrupa ülkelerine sığınıyorsa bu ayıp Müslüman yöneticilerin ve o insanlara kucak açıp Ensar, Muhacir ilişkisini kuramayan bizlerindir.
Çözüm bu insanlara sadece yiyecek, giyecek ve barınma gibi yardımları yapmak değil, aynı zamanda bu insanların hakkini gasp eden zalim yöneticilere karsı yaptırım uygulayacak bir yapı oluşturmaktan geçer.
Gelinen noktada bu insanları ülkelerini terk etmek zorunda bırakan gerek batılı ülkeler gerekse işbirlikçi yöneticilerin elinden kurtaracak, onları yaradılıştan gelen temel haklarını kendilerine teslim ederek barış içerisinde yaşatacak bir güç oluşturmalıdır.
Ateş çemberine dönen Ümmet coğrafyasının sorunlarını, onlarla aynı inançtan gelen insanlar çözebilir ancak.
Bugün bu şartlarda altında dahi birlik olmayan Müslüman ülkelerdeki yöneticiler, âlimler, sivil toplum kuruluşları, dernekler ve vakıf yöneticileri yarın ahiret günü cesetleri karaya vuran masum bebeklerin hesabını veremeyecektir.
Rabbimiz kalplerimizi birbirine yaklaştırsın, bizleri hakiki manada kardeş olduğumuzun manasına erdirsin. Ensar ve Muhacirin kardeşliğinden bizlere nasip etsin.
Etsin ki dünyada mazlum kalmasın.
Cevapla