Modern zamanlar öncesinde müslüman kadın, “dışarıdaki” hayatta kendisine ihtiyaç duyulan alanlarda elbette var olmuştu. Ama sadece o kadar. Bir başka deyişle, modern zamanlar öncesinde “dışarıdaki” kadınların sayısı ile erkeklerin sayısı arasında bir kıyaslama yapmak mümkün değil. Zira “dışarıdaki” hayatın erkeklerin egemenliğinde yürüdüğünde şüphe yok. Esasen bunun şaşırtıcı bir yanı yok. Zira “içerideki” kadın, aslında bu ümmetin geleceği olan çocuklarının eğitimi ile meşguldür. Bugün adına “okul öncesi eğitim” dedikleri bu süreç, mutlaka anne-çocuk iletişiminin sağlıklı bir şekilde gerçekleştiği bir ortamda yürütülmesi gereken bir süreçtir. Zira pedagoglar çocuğun en kalıcı bilgileri 0-6 yaş arasında aldığını söylüyor. Bu çağdaki bir çocuğa annesinin tıbiî/fıtrî bir iletişimle verdiğini hangi kurum, hangi eğitim metodu ve eğitimci verebilir? Dolayısıyla “İslam’da kadının rolü” başlıklı çalışmaların pek çoğunda gördüğümüz gibi, “Aslında İslam kadını sosyal hayatta ikinci plana itmemiştir; bunu yapanlar “geleneksel” bakış açısına sahip olan müslümanlardır” türünden söylemler son derece yanıltıcıdır. Kadın evin dışında ancak kendisine ihtiyaç duyulduğu kadar var olmalıdır. Tıpkı erkeğin evin içinde kendisine ihtiyaç duyulduğu kadar va olması gerektiği gibi.
Modern hayat algısı bize hayatın sadece “dışarıdakinden”, yani sokaktakinden ibaret olduğu düşüncesini telkin ediyor. Aklımıza karıştıran esas nokta burası. Hayat niçin “evin dışından” ibaret olsun ki?! Evin içi de “en az” dışı kadar önemlidir oysa ve orası kadının sorumluluğuna verilmiştir.
Bu sebeple Efendimiz (s.a.v), kadının kıldığı en efdal namazın, evinin en kuytu köşesinde kıldığı namazdır” buyurmuş. Bugünün Diyanet’i kadınları camilere çekmekle aslında sokağa çekmeye, adeta evinden uzaklaştırmaya çalışıyor, ya da şöyle diyelim: bunu yapanların ekmeğine yağ sürüyor.
Müslümanların yapması gereken en önemli işlerden birisi, “ev içi” hayatı yeniden ihya etmek ve hayatı -özellikle de kadınlar için- sokaktan eve taşımaktır.
Modern hayat kadının, hayatın hiçbir alanında erkekten geri kalmadığı tezini işlerken, aslında kadınları evlerinden çıkmaya tahrik ve teşvik ediyor. Kadınlar evlerinden çıkınca ne olacak? Erkeklerle birlikte “dışarıdaki” hayatı inşa edecekler. Ya evin içindeki hayat? Onu kim inşa edecek? Geleceğimiz olan çocuklarımızı okul, medya, internet ve sokak terbiye (!) edecek, bizse “kadın erkek eşitliği” ideolojiisinin gereklerini yerine getirmek suretiyle “İslam’da kadın hakları”nı savunmuş olacağız?
Hülasa, İslam, erkeğe ayrı, kadına ayrı mükellefiyetler yüklemiştir. Kadının sosyal hayata “itilmesi”, ona ve aile kurumuna yapılabilecek en büyük zulümdür. Unutmayalım, adalet, herşeyin olması gereken yerde olmasıdır. İslam adaleti böyle tarif etmiştir.
Ebubekir Sifil
Günler var ki, inandıklarımla okuduklarım arasında bir çatışma yaşamadan bir yazı okuyamadım. Okuduklarım iç huzurumu bir yönüyle, bir cümlesiyle, bir kelimesiyle tırmalamaktadır ve tabiatıyla bir husursuzluğa yol açmaktadır. Bu okunan ile beklenti arasındaki nispetsizlik insanı eziyor. Ebubekir Sifil’in yazıları istisnalar arasında. Okuduklarım beklentilerimi karşılıyor. Selam olsun beni Ebubekir Sifil ile buluşturan hocama.