Modern zamanlardayız, bizden evvelki nesillerin günlerce, belki aylarca gittikleri mesafeleri biz birkaç saatte kat edebiliyoruz. Bizden binlerce kilometre ötede bulunan bir insanla anında sesli ve görüntülü olarak konuşabiliyoruz. Dünyanın öbür ucunda konuşan bir insanı aynı anda izleyebiliyor ve sesini duyabiliyoruz. Yüzlerce ton ağırlığı küçük bir kol aracılığı ile kaldırıp istediğimiz yere taşıyabiliyoruz.
Çok değil şöyle elli- altmış yıl öncesine gidip, o dönemde yaşayan insanlara bunları anlatsak eminim yüzümüze manalı manalı bakıp, muhtemelen deli olduğumuza hükmedip ardından bizi yanlarından uzaklaştırırlardı.
Daha az emek sarf ederek daha fazla iş yapmamızı sağlayan, hatta oturduğumuz yerden bizden evvelki nesillerin belki onlarca kişi ile yaptığı işi birkaç tuşa dokunarak yapmak, bizim için gerçek manada bir kazanç mı? Yoksa zarar mı?
Gelişen teknoloji bizim kısa sürede bir yerden bir yere taşıyabiliyor, bedenimiz yorulmadan daha fazla iş yapabiliyoruz, tek tuşla istediğimiz insana ulaşabiliyor, görüntülü bile konuşabiliyoruz ama, büyük bir problemimiz var: zamansızlık.
Modern dönemin en büyük problemlerinden birisi hatta belki en önemlisi “zaman” .
Hangi sektörde çalışırsa çalışsın, her kime halini sorarsanız ortak bir şikayet var, yoğunluk. Herkes yoğun, hiç kimsenin vakti yetmiyor, aileler bile zamansızlık ve yoğunluk sebebi ile artık daha az görüşür hale geldi.
Yaradılışından beri zaman aynı, artması veya eksilmesi söz konusu değil. Bizden önceki nesillerin bir günü ile bizim bir günümüz aynı, yani yirmi dört saat, peki öyleyse bizden önceki nesillere yeten, hatta artan zaman her türlü teknolojik imkâna ve kolaylığa rağmen bize neden yetmiyor?
Sorunun cevabı basit aslında, insanoğlunun gafleti ve nisyanı ile zamanı hakkı ile kullanmaması yani “zaman israfı.”
Bu israfın boyutlarını görmek için, herkes kendi yaşantısına kısa bir göz atsa, kolaylıkla ne kadar zamanı israf ettiğini görecektir.
Hayat, Cenab-ı Hakk’ın her canlıya bir defa kullanmak üzere bahşettiği ve muayyen bir zamanla tahdid buyurduğu son derece kıymetli bir nimettir. İnsan kendisine ne kadar ömür verildiğini bilmiyor. Hiç kimse ömür takviminde kaç yaprağı kalmış bilmiyor. Peki, bu dünyada ne kadar yaşayacağını bilmeyen bir insanın kendisine verilmiş bu süreyi hesapsızca harcaması ve israf etmesi ne demeli acaba?
İsraf etmek deyince sadece maddi imkânlar aklımıza geliyor, hâlbuki bu maddi imkânlar gayret ederek, çalışarak, belli imkânları kullanarak bir şekilde az veya çok geri kazanılabilir. Ancak adetullah icabı memur olduğu minval üzere akıp gitmeye devam eden zamanın geriye gelmesi mümkün değildir.
Zamanımızı israf ettiren imkânlara kısa bir bakış yaptığımızda bu imkânların insanların nefsi isteklerine hizmet eden şeyler olduğunu görüyoruz.
Yapılan araştırmalarda, ortalama altmış yıl yaşayan bir insanın hayatının üçte birini uykuda geçirdiği tespit ediliyor. Modern zamanların bize dayatması ve bilinçaltı operasyonlarında sağlıklı bir insanın günde sekiz saat uyuması gerektiği telkin ediliyor. Peki gerçekte öyle mi?
Hayır elbette böyle değil, yetişkin bir insanın bir günde beş veya altı saat uyuyarak daha zinde ve daha dingin bir hayat sürdüğünü ve daha üretken olduğunu görüyoruz.
Diğer bir zaman katiline bakınca, kitle iletişim aracı (buna kitle imha aracı da diyebiliriz) olan televizyon geliyor. Artık girmediği bir ev yok. Gündüz kuşaklarında ev hanımlarının, akşam kuşağında beylerin saatlerce başında oturduğu büyük bir israf aracı.
Verdiğimiz bu iki örnek bile işin boyutunu görmemize yeterli olur kanaatindeyim, internet, futbol ve telefon gibi daha büyük boyuttakileri siz hesap edin.
Peki şöyle bir soru sorsak kendimize; Bizden evvelki nesiller, kendilerine verilen zamanı israf etselerdi biz bugün onlardan kalan hangi imkanla avunacaktık?
Bugün bizlere ulaşan ilmi eserlere baktığımızda ecdadın zamanı ne kadar dolu olarak kullandığını müşahede ediyoruz. Ellerindeki imkânlara rağmen (bunlara imkan bile demek bugünden bakınca çok garip geliyor) kütüphanelerimizi süsleyen ciltler dolusu ilmi eserlerin nasıl yazıldığını hayretle karşılıyoruz.
İşin tılsımı nedir? diye baktığımızda ecdadımızın bu konuda bir tedbir olarak “az uyumak, az yemek ve az konuşmak” gibi muhteşem bir ölçüye uyarak ellerindeki bu değerli nimeti en verimli şekilde kullandıklarını görüyoruz.
Bugün kaynak olarak faydalandığımız birçok eseri telif eden büyüklerimizin çok az uyuduklarını, uyumamak için gözlerine tuzla sürme çektiklerini ve bu yüzden gözlerini kaybettiklerini okuyoruz. Yazdığı eserleri yetiştirmek için, yemek yerken daha az zaman harcamak ve işine dönmek niyetiyle ıslatılmış ekmek yediklerini görüyoruz.
Bizlerin okumaya bile zamanımız yetmeyecek yüzlerce ciltlik eserleri kısa ömürlerine sığdırdıklarını görüyoruz.
Zamanı, onun değerine en layık amellere sarf etmek şarttır. Çünkü hayatımızda her an yapılabilecek birden fazla iş vardır. Bu işlerin en ehemmiyetli olanlarını öne almak ve diğerlerini de ehemmiyet derecelerine göre sıraya koymak, zamanı gereği gibi kullanabilmek için dikkat edilmesi gereken bir mühim bir düsturdur.
İnşirah süresinin 7-8. ayetlerinde Rabbimiz bize “Bir işi bitirince, hemen başka bir işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel” buyurmakta böylelikle boş zaman diye bir kavramı hayatımızdan çıkarmaktadır.
Kainatın efendisi Resulullah (s.a.v) bu konuda “ İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit” (1)
Cenab-ı Hak, bizlere lütfettiği maddi ve manevi bütün nimetlerden ahirette hesaba çekeceğini bir çok ayet-i kerime ile beyan buyurmuştur. İslam âlimleri, ilahi hesaba mevzu olan en mühim nimetlerin neler olduğu hususunda farklı izahlarda bulunmuşlardır. İbn Mesud (r.a) bunların “emniyet, sıhhat ve boş vakit” olduğunu söylemiş. Muaviye bin Kurre (r.aleyh) de “Kıyamet günü en şiddetli hesap, boş vaktin hesabıdır” buyurmuştur. (2)
Zamanı hayattaki en değerli şey bilmek ve değerli olan zamanı yine kendisi gibi değerli faaliyetlerle, yani Allah’ı zikretmek, daimi bir ibadet halinde olmak ve kalbe ihlası yerleştirmeye çalışmakla geçirmek icab eder. (3)
Zamanın kıymetini takdir etmek ve sürekli bir teyakkuz halinde bulunmamızı sağlaması amacı ile şu Nebevi uyarıya dikkat kesilmek gerekiyor.
“Kıyamet gününde dört şeyden sorgulanmadıkça, kulun ayakları yerinden kımıldamaz:
Ömrünü nerede yok ettiğinden, gençliğini nerede çürüttüğünden, malını nereye harcadığından, ilmi ile amel edip etmediğinden” (4)
Ömrümüzü yani zamanımızı nasıl geçirelim de israf etmeyelim diyenler için gönül dostlarından muhterem biz zatın şu güzel tavsiyelerine kulak verelim:
“Hayat bize uhrevi saadeti kazanmak için verilmiş bir nimettir. Ölüm ise bir borç senedinin ifa zamanını gösteren ödeme tarihi gibidir. Bir tüccar, borcunu ödemek üzere hazırlık yapmak üzere alacaklıya bir senet verir. Bundaki vade, o zaman zarfında ödenecek miktarı hazırlamak içindir. Dünya hayatı da bize ahireti kazanmak ve ilahi rızaya nail olmak için verilen bir mühletten ibarettir. Nasıl bir tüccar, ödeyeceği senedin vadesini ciddiye almaz, kendisine tanınmış olan müddet zarfında hazırlıkta bulunmaz ve neticede ödeme günü büyük bir sıkıntıya düşerse, insanoğlu da Allah’ın kendisine verdiği ömür mühletini iyi kullanmadığı takdirde hüsrana uğramaktan kurtulamaz. Çünkü her insan, doğduğu andan itibaren, tahakkuk müddeti meçhul bir ölüm hükmü ile mahkumdur. Bu hükmün gerçekleşme zamanı ise Azrail (a.s) ile karşılaşacağı andır. Üstelik senette ödeme tarihi belli olduğu halde, insan ömrünün mutlak olan nihayeti meçhul kılınmıştır. Bu da hesap vermeye her an hazır olmayı gerektiren, dehşetli bir gerçektir.”(5)
Bize verilen bütün nimetlerde olduğu gibi zaman israfının ana sebebi, ölümü layıkıyla idrak edememek ve bu müthiş hakikati kendimizden uzak görmemizdir.
Hayat ırmağı çok hızlı bir şekilde akıp gitmekte. İlahi irade ile tahdid edilmiş olan fani ömrümüzün günleri, bir bardağı dolduran damlalar gibidir. Her geçen gün, sınırlı hayatımız bitme noktasına ilerlemekte, dünyadan uzaklaşarak kabre doğru yaklaşmaktayız. Ecelimiz bize meçhul olduğundan her an Azrail (a.s) ile karşılaşabileceğimizi unutmayalım.
Zamanı hakkıyla değerlendirmek için, onu kaybetmiş olanların hallerine bakarak ibret almalıyız. Belli zamanlarda hastaneleri ziyaret ederek sıhhat nimetini kaybedenlerin hallerine bakarak ibret almalıyız. Hapishanelere ziyarete giderek orda ki mahkumların ızdırapla dolu zindan hayatlarını görerek hürriyetin kıymetini anlamalıyız. Kabristanlara giderek mezar taşlarından lisanı hal ile yükselen sessiz feryatları dinleyerek ömür nimetini kaybedenlerin hallerinden ibret almalıyız.
Bize sayılı olarak verilen bir nimeti nefsin sınırsız istekleri ile heba etmek yerine, o nimeti uhrevi saadetimizi kazanma aracı olarak kullanabiliriz.
Cenab-ı Hak ölüm gelinceye kadar kulluk halimizi muhafaza etmeyi, Müslüman olarak can verebilmeyi, her türlü israftan uzak bir ömür sürmeyi, her halimizde itidal ile hareket etmeyi, lutfettiği zaman nimetini hayır ve hasenatla geçirmeyi nasip eylesin.
Raif KOÇAK
Dipnotlar
- Buhari, Rikak.1
- Bursevi,X, 504
- Osman Nuri Topbaş Hocaefendi
- Tirmizi, Kıyame,1
- Osman Nuri Topbaş Hocaefendi
Cevapla