Tarihte, İslamı asli hali ve kaynakları ile yaşamanın en zorlaştığı dönemdeyiz ve bu zorluk kaynaktan uzaklaştıkça artarak devam ediyor/edecek. Bugün İslamı yaşamanın karşısındaki en bilindik müşkül -ne yazık ki- hadisleri ademe mahkum etme tavrıdır. Ümmet-i Muhammed dışında hiçbir millete nasip olmamış olan peygamberinin fiil ve sözlerini senedi ile muhafaza ve nakil nimeti tersinden bir pazarlamanın tesiri ile sanki İslamı anlama ve yaşamanın önündeki engel gibi sunulmaktadır. Bu tavır topyekûn hadisleri inkâr edenler elinde bir noktaya kadar varlık bulabildiyse de inkârcılar açısından muradı tam hâsıl etmedi. İkinci bir yöntem olarak hadislere yeni hadis tenkid metodolojisi peydah ederek içeriden oyma teşebbüsü baş gösterdi. Dışarıda müsteşriklerin ön ayak olduğu bu girişim içeride de oryantalist zihinli birçok kimsenin iştahını kabarttı. Birçok hadis kitabına arıza nispet ederek, muhaddislere ithamlar yönelterek ‘çamur at izi kalsın’ kabilinden çalışmalar yapıldı ve yine, ne yazık ki kısmen bunda da başarılı oldular. Bütün bu gayretlere rağmen sıhhatine zeval getiremedikleri bir kısım baş hadis eserlerine ise son dönemde tespit edebildiğim kadarıyla tek tek hadis itirazlarıyla yekûn kazanmaya çalışıyorlar. Bunu ‘keler hadisi’, ‘deve sidiği hadisi’ gibi hadislere senet zincirinden zaaf yükleyemedikleri için retorik yollu metin tenkidi yaparak neticeye varmaya çalışıyorlar. İmam Buharî’nin Sahih’in de zayıf yahûd mevzû hadis var dedirtmek için bütün bu mesai. Bunun son örneğini ise ülkemizde hadis alanında akademi camiasının otorite (!) kabul ettiği M. Said Hatiboğlu hocanın “İmamlar Kureyş’tendir.”[1] hadisi üzerinden yürüttüğünü görmekteyiz. Önce bir tez çalışmasında işlediği iddiasını daha sonra kitaplaştıran Hatiboğlu hocanın mezkûr hadise dair beyanlarını kitabı üzerinden değerlendirmeye çalışacağız.
Hadis sahasında dirayet sahibi olan bir kimsenin herhangi bir hadiste zaaf tespiti için hadis usûlünde mevcut onlarca kriterden hiçbirine temas etmeden bir hadise tenkid yöneltmesi tatmin edici olmayacağı gibi ilmî de olmayacaktır. Hatiboğlu’nun da hilafetin Kureyşîliği meselesinde hadisleri tenkid için takip ettiği menhec tam olarak ‘kurgu-tenkid’ şeklinde isimlendirilebilecek bir mahiyettedir. Hilafetin Kureyşîliği kitabı boyunca bu bağlamda zikrettiği hadislerin hiç birisinin senedini anmamakta ve onlara bu cepheden bir eleştiri yöneltmemektedir. Öte yandan ehl-i sünnet âlimlerden bizzat kendisinin seçerek görüşlerini aktardığı on sekiz âlimden sadece iki tanesi Kureyşîlik şartını esas kabul etmemektedir. Fakat Kureyşîlik şartını kabul etmeyen Sadru’ş-Şeria bu durumun zaruret koşullarında mümkün olduğunu beyan ederken İbn Haldun ise asâbiyet teorisi ile izah getirmekte yani hadisin/hadislerin sıhhatine yönelik tarihte herhangi bir itiraz kaydı -kendisince de- mevcut görünmemektedir.
Kitabın muhtevasının ilk yarısı hatta fazla kısmı daha önce ‘kurgu-tenkid’ olarak ifade ettiğimiz icraatın kurgu bölümünü oluşturmaktadır. Hatiboğlu, ‘Ümmette ırkın yeri’, ‘Adalette neseb’, ‘Ehliyetin şahsiliği’ gibi birçok alt başlıkta muhatabının zihninde kurgusuna temel örmektedir. Burada ‘Üstünlüğün ancak takva ile olacağı’[2] ve ‘Kıyamet günü nesebin fayda vermeyeceği’[3] anlamlarında nassları zikretmekte dolayısıyla Kureyşîlik beyanının genel bir bakışla dahi muhal olduğuna işaret etmektedir. Kitabın kurgu bölümü dediğimiz kısmındaki verilen nassların büyük kısmı kendi anlam sınırlarının dışında kullanılması zaten başlı başına bir problem teşkil etmektedir. Mesela zikri geçen takva ve neseb ayetlerinin her ikisi de dünya işlerindeki bir hususiyeti ifade etmemesine rağmen sanki idarecilik özelinde bir anlam ihtiva ediyormuş gibi kullanılmıştır ki bu hilaf-ı hakikat bir sunumdur. Kurgu bölümünde zikredilen nassların hemen hepsi aynı anlam çarpıtılması ile aktarılmıştır. Dileyenler birde bu gözle tekrar bakabilirler.
Hilaf-ı hakikat kullanımlarının haricinde nasslar o kadar öznel bir şekilde kurgu-sunuma tabi tutulmuştur ki aynı nassları kullanarak tam tersi bir neticeye varmak mümkündür. Misalen; Cenab-ı Hak herkesi mü’min olma noktasında eşit kabul etmekte[4], Peygamber (s.a.v.) tebliğinde kimseye imtiyazlı davranmamakta[5], Ahirette nesep imtiyaz sebebi olmamakta[6] lakin Mevla insanların birbirinden istifade edebilmeleri için kimini kimisine üstün kılmaktadır.[7] Dolayısıyla idarecilik noktasında hizmet için Kureyş’in bu yönüyle üstün kılınması neden makul olmasın? Bu üstünlük ayrıca Allah’ın sadece Kureyş için sağladığı bir imtiyaz değildir. Tarihte de çeşitli ümmetler diğerlerine karşı üstün kılınmıştır. Nitekim “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi vaktiyle âlemdeki ümmetlere üstün tuttuğumu hatırlayın!”[8] mealindeki ayet bu beyanının en net delâletidir.
Kitabın ilerleyen kısımlarında müelliften beklenilen, tarihte bu hadise muhaddislerin yaklaşımını varsa yapılan te’villeri aktarması ve bu te’villerin neden makul olamayacağını beyan etmesi kısımları da ne yazık ki kaleme alınmamıştır. Malum olunduğu üzere hadis sahasında zahiren problem teşkil eden pek çok hadis mevcuttur ve hatta bazen aynı konuda zıt manaya gelebilecek hadisler bulunmaktadır. Muhaddisler kadim dönemlerden itibaren sathî bakışta Kur’an’la, diğer hadislerle veya hayatla tenakuz hissi veren hadisleri inkâr etmek yerine ‘Müşküli’l-Hadis’ özelinde anlamaya, cem etmeye girişmişler ve muvaffak olmuşlardır. Dolayısıyla sahih senetli hadisler bizim anlayış zaaflarımıza kurban edilmemiş ve dirayet ehlinin gayreti ile hakiki anlam mevkiî işaretlenmiştir. İmamet-Kureyş ilişkili hadisler bütüncül bir yaklaşım gösterdiğimizde de aslında hiçbir müşkül olmadığına dair delâlet getirmemiz de mümkündür. Mesela “İnsan neslinden iki kişi de kalsa reislik Kureyş’tedir.”[9] ile “Kureyş, hayırda ve şerde, kıyamete kadar insanların valileridir.”[10] anlamındaki hadisler imamet ve Kureyş arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu hissettiriyor olsa da bu konudaki diğer hadislerde bu manayı mı desteklemektedir yoksa başka manalara zemin mi oluşturmaktadır? “Dini yerine getirdikleri müddetçe bu iş Kureyş’tedir.”[11], “Ey Kureyşliler, siz bu emirliğin ehli kişilersiniz, yeter ki Allah’a isyan etmeyin.”[12] ve “Başkanlık daima sizdedir ve onun valileri de sizsiniz, bir takım marifetler çıkarmadığınız sürece.”[13] Şeklindeki hadisler ise Kureyş’in imameti ile ilgili bazı hususiyetlerin bulunduğunu zaten ilan etmekte ve bu imametin mutlaklık ihtiva etmediğini aşikâr kılmaktadır. Muhammed Ebu Zehra’da mezkûr meseledeki hadisleri bu bağlamda değerlendirmenin gerekliliğini beyan edenlerdendir. Ona göre Kureyş dini ayakta tuttuğu sürece hilafetin sahibi olacak aksi takdirde hilafet başkalarına geçebilecektir.[14]
Hatiboğlu’nun şartlanmış yaklaşımı onu imametle alakalı olmasa dahi Kureyş kelimesinin geçtiği bütün hadislere karşı ‘uydurulmuş’ olma intibaına sevk etmiştir. İmamet hususunda -farz edelim ki- sahih zannedilen hadisler zayıf çıksaydı da bu Kureyş ile ilgili başka konularda hadis olmayacağına Kureyş kelimesinin geçtiği her hadise uydurulmuş nazarıyla bakmaya sebep olmamalıdır. “Kureyş’e sövmeyiniz…”[15] kısmını verdiği hadisin öncesinde kısa bir kurgu yapmayı yine ihmal etmeyen müellif bu hadisin sanki onların münasebetsiz bir iş yapmaları durumuna istinaden durumu kurtarmak maksadıyla uydurulmuş olduğu mesajını vermektedir.[16] Kitapta çarpıtılan bir diğer husus ise Hz. Ebubekir (r.a.) ile Hz. Ömer (r.a.) dönemlerinde devlet kademelerinde mevcut Kureyşî olmayan kimselerin zikredilmesidir. Hilafetin, reislik makamının Kureyş’te olması ile idarenin tüm mevkilerinin Kureyş’ten olması arasındaki fark sanıyorum ki izahtan varestedir.
Mezheplerin imamın Kureyşîliği meselesine yaklaşımlarına temas ederken Ehl-i sünnet ve Şia’nın bu hadislerde mutabık olduğunu beyan etmekte Mu’tezile’nin ise teorik olarak bu kabule muhalefet ettiğini belirtmektedir. Mu’tezile açısından durum bir mezhebe mal edilecek bir surette berrak değildir. Mutezile hilafetin Kureyşîliği meselesine iktidarda yahûd muhalefette olmalarına göre şekil vermiştir.[17] Bununla beraber Mu’tezile’nin nevi şahsına münhasır kişilerden teşekkülü onların pek çok meselede tekil bir görünüm vermelerine de mani olmuştur.
Netice olarak hilafetin Kureyşîliğine dair hadislere kurgu-tenkid yoluyla zaaf nispet etmek ilmî bir tatmin edicilik ihtiva etmediği/etmeyeceği gibi kendi içerisinde de pek çok tenakuz ve arızayı barındırmaktadır. İslam tarihinde hilafet Kureyş’in elinden çıktıktan sonra bugüne değin bu hadislerin sıhhatine yönelik hiçbir muhaddisten itiraz gelmemiştir. Bu konuda hadislere sıhhat zaafı atmaktan ziyade onları nasıl anlamalıyız uğraşı verilmiş ve meseleye bütüncül yaklaşmanın zarureti tüm muhakkik âlimler tarafından ifade edilmiştir.
Dipnotlar
[1] Buharî – Menâkıb 2, IV,155/93; Ebû Davud et-Tayâlisî – Minhatu’l-Ma’bud – 2068
[2] Hucurât – 49/13
[3] Mû’minûn – 23/101-102; Mumtehine – 60/3
[4] Hucurât – 49/10; Furkân – 25/54
[5] Şûra – 42/15; Enbiyâ – 21/109
[6] Ahmed b. Hanbel – Müsned, II, 333-360-519
[7] Zuhruf – 43/32; En’am – 6/165
[8] Bakara – 2/122
[9] Buharî – Menâkıb 2, IV,155/93; Ebû Davud et-Tayâlisî – Minhatu’l-Ma’bud – 2068
[10] Ahmed b. Hanbel – Müsned, IV, 203
[11] Buharî – Ahkâm, 2, VIII, 105/61; Ahmed b. Hanbel – Müsned, IV, 94
[12] Ahmed b. Hanbel – Müsned, I, 458; Şafiî – el-Umm, I, 143
[13] Ebû Davud et-Tayâlisî – Müsned – 653
[14] Ebû Zehra, Muhammed – Tarihu’l-Mezahibi’l-İslamiyye, syf. 76 vd.
[15] Zehebî – Mizanu’l-İtidal, IV, 256; İbn Hacer – Tevalî, syf. 46
[16] Hatiboğlu, M. Said – Hilafetin Kureyşîliği, syf. 121
[17] Hoyladı, Adnan – İslam Hukukunda Hilafetin Kureyşîliği Tartışmaları ve Hindistan Örneği, syf. 81
Cevapla