Uzun zamandır bir şeyler yazamıyor olmanın ıstırabı ile geçiyordu günlerim. Oysa gün aşırı üzerine bir şeyler yazılası haberlerle karşılaşıyor, içimize doldurduğumuz mutluluğu, öfkeyi ya da hüznü paylaşmak istiyoruz. Bu insansın doğasında var olan, ertelemenin huzursuzluğa sebep olduğu bir ihtiyaç şüphesiz.
Son günlerde yine öfkelendiren bir mesele zuhur etti; Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde görevli, Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin kitabından pasajlar saçıldı ortalığa. Efendimiz (s.a.v)’in ebeveynlerini iffetsizlikle suçlayıcı bu ifadelere karşı Azimli’nin pişkinliği, en az kusuru kadar rahatsızlık verici.
Öyle ya, İlahiyat sahasında Profesör olacak kadar içli dışlı olduğun meseleler seni, bu dinin Peygamberi olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) hususunda bir hassasiyete mecbur bırakmalıdır. Kendin için bile söylenmesini hoş karşıla-ya-mayacağın lafları alemlere rahmet bir peygamber ve pak ailesi hakkında aklının ucundan bile geçirmemelisin. Fakat görünen o ki, bir şeylere azimli olduğunu -soy ismi üzerinden kinayeli bir yaklaşımla -anlayacağımız Mehmet beyin düştüğü gaflet bu meseleden ibaret değil. Kur’an’ın korunmuşluğu hususunda da kınanmayı hak eden söylemlerden hiç çekinmemiş. Hiç şüphesiz yazılarında ve söylemlerindeki “zırvalar” daha da fazla. Ekmeğini yediği mesleğin ve dinin kutsallarına böylesine pervasız söylemlerde bulunmanın bir bedeli, bir hesabı olmalı. Örneğin o görevde hiç tutulmamalı. Bu vakte kadar bu düşüncelerinden haberdar olan ve sesini çıkarmayan amirlerinden/hocalarından da hakkaniyetli bir hesap sorulmalı.
Ve en önemlisi Gereken cevap verilmeli. Gereken cevabın hak ettiği dozda verilmesi bu yazının işi değil. Ehline havale etmek suretiyle temas etmek istediğim başka bir mesele var: Cevabı nasıl vereceğiz?
Şöyle ki; ne zaman bu vakıaya benzer bir ahlaksızlıkla -hadi yanlışla diyelim- karşılaşsak, sosyal medya gündemi Müslüman kardeşlerimizin müdafaa ve saldırılarıyla doluyor. Bunun birinci sebebi gayret-i diniyye ise ikinci sebebinin sosyal medya cazibesi olduğundan hiç şüphe etmiyorum.
Neden mi?
Kişinin İslâm ve İslamî değerleri müdafaa adına hakaret, hatta küfür etmesi mümkün değil de ondan. Yalan ve saptırmaya teveccüh etmesi normal değil de ondan. Yetkin bir malumata sahip olmadığı meselelerde beylik laflara girişmesi doğru değil de ondan.
Evet sosyal medyanın gücünden istifade etmek hepimizin hakkı ve hatta vazifesi. Gündem oluşturmaya, hukuksuzluğu ve hadsizliği “işin hakkını vererek hesap soracaklara duyurmak”tan ibaret olması gereken bu tavır, derinlemesine bilgi sahibi olmadığımız hususlarda köşeli laflar etmek şeklinde tezahür edince ne yazık ki beklenen netice elde edilemiyor. Suçlu mağdur edebiyatına soyunuyor ya da istidlali zayıf cevapların birisinin üzerine abanıyor. Tartışmanın vechesi değişiyor ve kuru kalabalıktan müteşekkil bir gündem olmaktan öte gitmeyen tepkiler sönümlenmek zorunda kalıyor.
Ne yapmalı?
Ulemamızın, dinin müdafaasında kullanılacak argümanların istidlalindeki zayıflığın ve ilm-i siyasetten mahrumiyetin, dine en büyük zararı veren şeylerden biri olduğunu beyan eden sözlerini akıldan çıkarmadan hareket etmeliyiz. Duyurmalı, kınamlı, edep çerçevesinde gündem oluşturmalı ve gereken cevabı ilim ehli hocaların vermesi için teşvik etmeli; beklemeliyiz.
İşte o ilmî cevaplardan biri:
Cevapla