İnsanoğlun ihtirası, var olduğu günden bu yana devam edegelir. Elde etmek/yönetmek ihtirasının ilk kanlı sonucunu Kabil’in Habili öldürmesiyle yaşar, kana bulanır yeryüzü ve tadı kaçar suların.
O ilktir ama son değildir. Elde etmek isteyenler türlü hilelere, türlü zalimliklere imza atmıştır. Kimi zaman bireysel kimi zaman daha kurumsal boyutta cereyan eden “hükmetme arzusu”nu “emperyalist” kavramıyla duymayan, bilmeyen kalmamıştır artık.[1]
Birileri, binlerce kilometre ötedeki değerli şeyleri elde etmek, insan ve doğa gücüne hükmetmek için ezmiştir ezebildiği her şeyi. Sömürmüş, sömürdüklerine zorla dilini öğretmiş, sömürdüklerinin dinini değiştirmiş, sömürüleni sömürene benzetmek, tektipleştirmek istemiştir.
Gerçi ondan önce, özellikle Roma şahsında “evrenselcilik” düşüncesinin hâkim olduğu zamanlar da yaşanmamış değildir. Bir kral, tüm dünyaya hükmetmek ve o topraklardaki dönüşümü, kendilerine benzetmek ve sözde kardeşlik tesis etmek suretiyle gerçekleştirmek istedikleri de olmuştur. Dante gibi düşünürler bunu Hristiyanlığa bağlı evrensel krallık şeklinde düşünmüş, Romalıları “üstün insan”, yani diğerlerinin efendileri olarak “tasarlamıştır”. (R.özdenören, İki Dünya, 24)
Evet, önce evrenselcilik –evrensel düşünce karıştırılmamalıdır– sonra emperyalizm tektipleştirmek misyonunu üstlenmiştir.
Emperyalizm artık can çekişiyor. Modern dünyada kendisine yer bulamıyor. En azından bir tepkiye muhatap oluyor. Onun yerine ise sahne küreselcilikte.
Son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz “küreselleşme” nedir, küreselcilik neye hizmet eder, dahası “küreselciler” kimlerdir? Bu soruların cevabı hep gri’nin içinde gizleniyor.
Biliyoruz ki, çok uluslu şirketler küreselleşmenin önemli bir parçasıdır, biliyoruz ki ticari malların deniz-aşırı dolaşımındaki kolaylık küreselleşmenin bir parçasıdır, biliyoruz ki internet iletişimdeki birkaç milisaniye gecikmeyi engellemek için dünyadaki açlığı sonlandıracak kadar para küreselleşmeye hizmet etmek için harcanıyor…
Demokrasiler bunun için savunuluyor, özgürlükler bunun için dokunulmaz addediliyor, liberal ekononomi bunun için kutsanıyor. Peki ama bunları kim organize ediyor?
Bu soru önemli. Çünkü mesela Gandi ya da bir başka sömürge devlet lideri veya halkı, hangi emperyalist devlete karşı direneceğini biliyordu. Ona karşı ne yapabileceğini hesap ediyor, yapabileceğini yapıyor, ona karşı yardım istiyor ya da birilerine teslim oluyordu.
Peki, bugün, küreselleşmeye şu ya da bu sebeple karşı koyanlar kime karşı olacaklar? Kimi hedef alacaklar? Mücadele taktiğini geliştirirken kimden yardım isteyecekler?
Zannediyorum en can alıcı nokta burası. Çünkü “kendiliğinden gelişen bir süreç” görünümünde ilerliyor her şey. Öylesine kendinden ilerlediğine inanılıyor ki, küreselleşmenin bir ucundan tutabilmek için de yarışıyor, “ihtiyaç” gidermek için çalışıyor herkes.
İhtiyaç olduğu için iletişim teknolojileri gelişiyor, ihtiyaç olduğu için şirketler başka topraklarda yatırım yapıyor, ihtiyaç olduğu için insanlar dil öğreniyor ve zorunlu olduğumuz için sadece TV’lerde gördüğümüz toprakların günlük olaylarından haberdar oluyoruz.
Peki, gerçekten öyle mi? 5G ye gerçekten ihtiyaç duyuyor muyuz? Çok uluslu şirketlerin gittiği topraklarda sadece üretim mekanizmalarını değil, tüketim mekanizmalarını da değiştiriyor olması normal mi? Kendi ülkesinde kendisine yetecek mütevazı bir hayat yaşamak isteyenlerin bunca karmaşaya zorlanıyor olmasında bir gariplik yok mu?
Meseleye irtibatın ve istenilen şeye ulaşılabilirliğin kolaylaştırılması olarak bakanlara gelince…
Evet, Müslümanlar tarihin her döneminde dış etkilere açık bir hayat yaşamıştır. Fetihler, toplu ihtidalar ya da münferiden Müslüman olanlar “dışarı” ile etkileşime sebep olmuştur. Fakat bu süreçte devletin tutumu önemli rol oynar. Etkileşimde, devlet idaresi, hassasiyetlerin, inancın, kültürün muhafazasını arzu ediyor ve bunun için gerektiğinde yaptırımlar uyguluyorsa sorun nispeten az demektir. En fazla bir tecdid faaliyetine ihtiyaç duyulur.
Eğer devlet, yani idare mekanizmasının böyle bir muhafaza etme gayretinde bulunduğu gözlemlenmez, aksine değişime ve dönüşüme destek olursa ne olur dersiniz?
Tecdid değil, teceddüt. Yani yenileme değil, yenilenme meydana gelir.
Şimdi başımızı iki elimiz arasına alıp düşünmemiz gereken iki soru;
Küreselleşme karşısında Müslüman devlet idareleri hangi tavrı takınıyor?
Biz münferiden kendimizi dışarıya kapatabilir miyiz?
[1] Emperyal kavramının esasında olumsuz bir mana ifade etmediğini, bir arada tutma, bütünleştirme manasında kullanılıp “İmparatorluk”lar ile vücut bulmuş bir kavram olduğunu söyleyenler, olumsuz manada yani “sömürgeci” olanların İngiliz ve Amerikan tipi empeyalizmi benimsediğini söyleyenler vardır ki, tarihi vakıalarda bunu göstermektedir. Bizim kastımız ise malumdur.
Cevapla