Modern zamanların büyük arızalarından birisi olarak zihinleri bulandıran “Tarihselcilik” anlayışı, ayetlerin sadece nüzul sebebi çevresinde değerlendirilmesi gerektiği söylüyor, “o ayet o olay ya da kişi için inmiş, dolayısıyla yalnıza onu bağlar” diyerek birçok ayetin günümüze işaret eden tarafı olmadığı iddiasını dillendiriyorlar. Tarihselcilik iddiasında olanların tabi ki atladığı birçok nokta var. Bunlardan birisisini Ebubekir Sifil Hocaefendinin kaleme aldığı makaleden iktibas ile istifadenize sunuyoruz..
Kur’an’ın iniş sebebi-vahiy ilişkisi – Ebubekr Sifil
“Sana Allah yolunda neleri infak edeceklerini soruyorlar…”[1]
“Sana yetimler (hakkında nasıl hareket edeceklerin)i soruyorlar…”[2]
“Sana ‘Azap hak mıdır?’ diye soruyorlar…”[3]
Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e sorulan bir soru veya meydana gelen bir olay (sebeb-i nüzul) üzerine inen bu ve benzeri ayetleri okuduğumuzda, aklımıza bir an için dahi olsa şöyle bir düşünce geliyor mu: “Eğer nüzul sebebini teşkil eden o soru sorulmamış veya o olay meydana gelmemiş olsaydı bu ayet inmeyecekti.”
Eğer bu soruya cevabımız “evet” ise, o takdirde Allah Tealâ’nın ilmi, kelamı, takdiri ve bütün bunlarla ilişkili olan Levh-i Mahfuz konusunda daha fazla bilgiye muhtacız demektir.
“Allah Tealâ’nın ilmi ezelî ve mutlaktır” dediğimizde kasdettiğimiz şudur: Yüce Rabbimiz olmuş-bitmiş şeyleri, şu anda olmakta olanları ve yakın ve uzak gelecekte olacak olanları aynı şekilde bilir. O’nun bilmesi, bilmenin tam ve nihaî halidir, yani mutlaktır. Yani O’na gizli kalan hiçbir şey yoktur ve O’nun ilminde “ana hat” veya “detay/ayrıntı” diye bir ayrım yoktur; O her şeyi aynı seviyede ve aynı şekilde bilir.
Dolayısıyla Cenab-ı Hak, nüzul sebebini teşkil eden olaylar meydana gelmeden veya sorular sorulmadan önce, onların olacağını ve sorulacağını ezelden beri biliyordu. Bu ezelî ve mutlak bilgi, olayın meydana geliş veya sorunun soruluş tarzını ve zamanını ihtiva ettiği gibi, ona indirilecek cevabı da ihtiva eder.
Öte yandan yine biliyoruz ki, Yüce Allah’ın bütün sıfatları gibi “Kelam” sıfatı da ezelîdir. Bu sebeple bizler Kur’an-ı Kerim’e “Kelam-ı Kadîm” (yani ezelî kelam, kadim söz) deriz. Kur’an-ı Kerim de Allah Tealâ’nın kelamı olduğuna göre, belli bir nüzul sebebi üzerine indirilen ayetlerin de ezelden beri mevcut olduğu kendiliğinden anlaşılır.
Şu halde herhangi bir olay (sebeb-i nüzul) üzerine vahyin inmesi hadisesini şu şekilde izah etmek gerekiyor:
Allah Tealâ’nın, meydana geleceğini ezelden beri bildiği bir olay, günü-saati geldiğinde vuku buluyor, olayı yaşayan kişi Efendimiz (s.a.v)’e gelerek başından geçen hadisenin hükmünü soruyor ve bunun üzerine, ezelî kelamın o olaya taalluk eden kısmı bir ayet olarak indiriliyor.
Levh-i Mahfuz’un mahiyeti
Peki vahyi indiren Cebrail (a.s.) onu nereden alarak Efendimiz (s.a.v)’e getiriyordu? Kur’an’da şöyle buyurulur:
“Hayır, (sana vahyedilen) o (kitap), kadri pek büyük bir Kur’an’dır. Ki Levh-i Mahfuz’dadır.”[4]
“… ki bu, hakikaten çok değerli bir Kur’an’dır; korunmuş bir Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da)dır.”[5]
“Doğrusu biz onu Arapça olarak okunacak bir Kur’an kıldık ki, akıl erdiresiniz. Şüphesiz o, katımızda bulunan Ana Kitap’tadır. Şanı yücedir, hikmetle doludur.”[6]
Bu ayetler, Kur’an ayetlerinin Levh-i Mahfuz’da bulunduğunu ifade etmektedir. Öyleyse şunu anlıyoruz ki, Cebrail (a.s.), Rasul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e getirdiği Kur’an ayetlerini, Levh-i Mahfuz’dan almaktadır. Ve yine şunu anlıyoruz ki, Kur’an ayetleri, peyderpey nazil olurken, hatta nüzul sürecinden çok daha önceleri Levh-i Mahfuz’da bir bütün olarak mevcuttu.
Öyleyse belli bir nüzul sebebi üzerine inen ayetlerin, o nüzul sebebi meydana gelmeden önce de aynen var olduğunu söylemek durumundayız.
Şu halde ayetin “varlığı” değil, sadece “nüzulü” sebebe bağlı olarak düşünülmelidir. Tarihselcilerin yanıldığı nokta işte burasıdır…
Ebubekir Sifil , “Ayetlerin İniş sebebi ve geçerliliği” isimli makaleden
[1] 2/el-Bakara, 219.
[2] 2/el-Bakara, 220.
[3] 10/Yûnus, 50.
[4] 85/el-Bürûc, 21-22.
[5] 56/el-Vâkıa, 77-78.
[6] 43/ez-Zuhruf, 4.
tarihselciliği, bunu dillendirenlerden bağımsız olarak ele alıp bir tarafa yerleştirme yönündeki çabanızın esbabını anlayabilmiş değiliz. örneğin, yukarıda, prolog mahiyetindeki yorumda işaret edilen tarihselcilik anlayışı, hangi tarihselcinin hangi telifinden mülhemdir? “birçok ayetin bugüne işaret eden bir tarafı olmadığı” fikri, tarihselciliğin değil, sizin tarihselcilikten anlamak istediğiniz, dolayısı ile yargılamak için elinize fırsat geçirdiğiniz bir fikir olmasın?