Musellem Tercüme Projesi
Eser: رفقاء النبي -ص- في الجنة (Rufekâü’n-Nebî Fi’l-Cenneti)
Eserden Yapılan Tercüme Numarası: 07
Mütercim: Bilal Uslu
Hz. Peygamber (s.a.v)’in Cenneteki Arkadaşları
(Müellif: Ebu Mâlik Adnan B. Abduh B. Ahmed El-Maktarî)
7.
Kişi Sevdiğiyle Beraberdir
وعن ابنِ مسعودٍ قَال َ: جاءَ رَجُلٌ إِلى رسولِ اللَّه ﷺ فَقَالَ: يَا رَسُول اللَّه، كَيْفَ تَقُولُ في رَجُلٍ أَحبَّ قَوْمًا وَلَمْ يَلْحَقْ بِهِمْ؟ فَقَالَ رسولُ اللَّه ﷺ المَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ
Abdullah b. Mes‘ûd (ra)’dan nakledildiğine göre: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve: “Ey Allahın Resûlü, bir topluluğu seven fakat onların işlediği amelleri işleyemeyen bir insan hakkında ne buyurursunuz?” dedi. Hz. Peygamber (sav) de ona şöyle cevap verdi:
“Kişi, sevdiği ile beraberdir”.
(Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 165.)
Bu hadis-i şerifte, Allah’ın mümin kullarına büyük bir nimeti ve eşsiz bir lütfu bizlere bildirilmektedir. Şöyle ki: bir insanın bir topluluğu sevmesi bile her ne kadar onların yaptıkları amellere ulaşamasa da, onlardan sayılmasına sebep olmaktadır.
Bu manayı bildiren farklı hadis-i şerifler de Hz. Peygamber (sav)’den rivayet olunmuştur:
Enes b. Malik (r.a)’dan naklolunduğuna göre, bir adam, Rasülullah (s.a.v)’e kıyamet gününü sordu ve: “Kıyamet ne zaman kopacak?” dedi. Rasülullah (s.a.v): “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurduğunda, adam: “Bir şey hazırlamadım. Ancak ben Allah ve Rasülünü çok severim” diyerek karşılık verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v): “Sen sevdiklerinle berabersin” buyurdular. Enes (r.a) bu hadisi naklettikten sonra “Rasülullah (s.a.v)’in ‘sen sevdiklerinle berabersin’ sözünden daha fazla hiçbir şeye sevinmedim” dedi.[1]
Yine Enes b. Malik (r.a) şöyle buyurmuştur:
“Ben Hz. Peygamber (s.a.v)’i, Ebubekir’i ve Ömer’i (r.anhum) seviyorum. Amellerim onlar gibi olamasa da bu sevgim sebebiyle onlarla birlikte olmayı ümid ediyorum.”[2]
İmam Nevevi, Müslim şerhinde konuyla alakalı şunları söylemektedir: “Bu hadisi şeriflerde Allah (c.c)’nü, Rasülullah (s.a.v)’i, salih ve hayırlı kimseleri ister ölmüş ister yaşıyor olsunlar sevmenin, onlara muhabbet beslemenin fazileti bildirilmektedir.”[3]
Bu sevgi öyle bir sevgidir ki, dünyadaki hiçbir sevgi buna denk değildir. Dünyaya dair sevgilerin en üstünü bile bir serap gibi geçicidir. Menfaatlere dair düşünceler dünyalık sevgilere karışır ve çabucak o sevginin bitmesine sebebiyet verir. Dünyada bitmese bile ahirette nice dostlar düşman olur! Nitekim Kuran-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“اَلْاَخِلَّٓاءُ يَوْمَئِذٍ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّ اِلَّا الْمُتَّق۪ينَۜ”
Allah’a itaatin birleştirdiğinden başka- dostlar bile o gün birbirine düşman olur.[4]
Hangi mutluluk, “Sen sevdiğinle berabersin” kavl-i şerifinin vermiş olduğu saadeti insana verebilir?! Hangi sevgi, Rasülullah sevgisinin ulaştırdığı kurtuluşa erdirebilir?!
Kul olan insana, Allah (c.c)’nün sevdiklerini -peygamberler ve salihleri- sevmesi fayda verir. Zira onları sevmek Allah’a yakınlaşmaya sebeb olur. Peygamberleri ve salih kulları sevenler bu sevgi sebebiyle Allah (c.c)’nun sevgisini kazanırlar. Sen, bir insanı Allah için sevdiğinde aslında hakikaten sevilen Allah (c.c) olur. O insanı her tasavvur ettiğinde kalbinde Hak sübhanehunun sevgisi zahir olur ve Allah’a olan sevgin artar. Peygamber (s.a.v)’i, geçmiş Peygamberleri, Ashab-ı Kiramı ve Allah’ın velî kullarını düşünmen ve sevmen de böyledir. Çünkü bu makamları onlara ihsan eden Allah (c.c)’dür. Onları sevmen Allah’a olan sevginden olmuş olur.
Kim bu sevgiyle kalbini donatırsa, süveydâ-i kalbine (kalpte tecelli-i Rahman’ın mazhar noktası) sadakatle bağlı kalırsa ve bu muhabbetin izleri âzâlarında görünür hareketlerine yansırsa, işte o kişi insanların Allah’a en yakınlarından olur…
İbnü’l-Kayyım şöyle der: “İnsana olan tazim ve muhabbet ancak, Allah (cc)’nün muhabbetine tâbi olarak caiz olur. Rasülullah (s.a.v)’i sevmek gibi. Çünkü ümmeti, Allah (cc) O’nu sevip yücelttiği için sevmektedir. Ehl-i ilmi ve ehl-i imanı sevmek gibi. Zira Allah yolundaki cehd ve gayret, Allah’a iman, Allah’ın sevdiği şeylerdir. Allah’ın sevdiğini sevmek, Allah sevgisindendir…”[5]
Peygamberleri ve salih kulları Allah sevgisine tabi olarak sevmek, kişiyi Rabbine yaklaştıracak bir ameldir.
Bu kadar peygamberler ve salih kullar arasından, Allah (c.c), Hz. Peygamber (s.a.v) özellikle seçmiş ve O’nu bütün beşerin en üst makamına eriştirmiştir. Bu sebeple, bizlere vacip olan, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sevgisini bütün beşerin ve mahlukatın sevgisinin önüne geçirmektir. Bu sevgiye muhalefet edenler, Allah ve Rasülünün sevgisinin önüne başka sevgi geçirenler kötü akıbet ile tehdit edilirler. Zira Rabbimiz (c.c) şöyle buyurmaktadır:
“De ki: “Eğer sizin babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, kendilerini kazanmış olduğunuz mallar, kesâdından korktuğunuz ticaret ve kendilerini beğenmekte olduğunuz (yurtlar ve) mesken ler size, Allâh’tan, Rasûlünden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha sevgili ise, artık Allâh (dünyada da âhirette de sizinle alâkalı azap) emrini getirinceye kadar bekleyin! Zaten, Allâh (düşmanlarıyla dostluk kurarak emrinden çıkan) o fâsıklar toplumunu (iki cihanda da muratlarına eriştirmez ve doğru yolu bulmaya) hidâyet etmez.”[6]
Rasülullah (s.a.v)’i sevmek imanın asıllarından biridir. Rasülullah’ı sevmeyene mümin denilemez. Enes b. Malik (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki hiçbiriniz, ben kendisine ana-babasından da, evlâdından da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”[7]
Peygamber Efendimiz (s.a.v)’den bize ulaşan hayırları düşünen kişi, O’nun muhabbete, tazime, ittibaya anne ve babamızdan daha hak sahibi olduğunu anlayacaktır. Zira anne-baba fani olan hayatımıza sebep iken, Rasülullah (s.a.v) bâki ve ebedi olan hayatı kazanmamıza vesiledir.
Bu sevgi ve muhabbet göstermenin vacip olduğu bir çok kez vurgulanmıştır. Bu sevginin gereği olarak, Rabbü’l-alemîn olan Allah (c.c) her Müslümana, yeri geldiğinde Rasülullah yolunda malını, canını, ehlini ve evlatlarını feda etmesini emretmiştir.
“Medine ahalisi ve çevresinde bulunan bedevîler Resûlullah’a katılmaktan geri kalamaz ve onu bırakıp kendi canlarının derdine düşemezler.”[8]
Müslüman, Peygamberini iki kere sever: Birincisi, başkası hakkında bir benzerinin vaki olmadığı dinin hükmü sebebiyle sever. İkincisi, bütün insanların ittifak edip O’nda bulunduğunu ikrar ettiği güzel insanî hasletlerin bir arada toplanması sebebiyle sever.
Hz. Peygamber (s.a.v)’i sevmenin bedeli ve alametleri vardır. Bu alametler ile sevgisinde sadık olan anlaşılır. Rasülullah (s.a.v)’i seven, O’nun emirlerine bağlı kalır, yasakladıklarından sakınır. O’na ittiba etmek hususunda nefsinden vazgeçer, muhalefet etmekten kaçar. Allah (c.c), kendisinin sevildiğine alamet olarak Rasülüne ittibayı şart koşmaktadır ve: “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.”[9] buyurmaktadır.
İbn-i Kesîr tefisirinde bu ayet için şunları söylemektedir:
“Bu ayet, Allah’ı sevdiğini iddia eden herkes için bir hakem konumundadır. Allah’ı sevdiğini söyleyip Rasülullah’ın yolunda olmayan bu ayete göre yalancıdır. Kişi, Muhammedî Şeriate uymadıkça, bütün söz ve fiilleriyle O’na (s.a.v) ittiba etmedikçe, bu iddiasında sadık olmadığı aşikardır.”[10]
Rasülullah’ı (s.a.v) sevmek, O’nun sünnetine tabi olmaktır, O’nun sevgisini kazanmaya çalışmaktır, O’na muhalefet etmekten uzak durmaktır. Rasülullah’ı hakikaten sevenler, O’nun makamının yüceliğini bilirler, kalplerini O’nun sevgisiyle doldururlar, üzerlerinde sünnetinin alametleri görünür. Bütün sevgileriyle, sevgilerin en sadakatlisiyle, en büyük sevgiyle O’nu (s.a.v) severler. Fakat had ve hududu da bilirler. Hristiyanların Hz. İsa hakkında düştükleri yanlışa düşmezler. Hiçbir ilahlık vasfını O’na isnad etmezler. Allah’ın kulu, Rasülü, sevgilisi, dostu ve mahlukatının en hayırlısı, vahyinin emanetçisi, Allah’ı tevhide ve yüceltmeye davetçi olduğunu bilirler.
Hakiki muhabbet, yalvarmalar, yakarmalar, cemiyetler düzenlemeler değildir. Hakiki muhabbet, Rasülullah’ın sünnetini yaşayarak ona olan edebi, hürmeti, üstün tutmayı göstermektir.
Hakiki muhabbet, felsefî aşk vehimleri, zihinlerde canlandırılan hayaller, eskilerden miras kalan şekilde O’nun zatını anmak, sıfatlarını sıralamak, şiirler terennüm etmek değildir. Hakiki muhabbet, getirdiği Şeriate bağlılıktır, ifrat ve tefritten uzak bir ittibadır.
Hakiki muhabbet dilde değil kalpte ve fiillerdedir. O’nun yolunu yol, muhabbetini yoldaş edinmektir. İlim öğrenmek, hidayete davet uğrunda çabalamaktır.
Hakiki muhabbet, Rasülullah’ın dostunu dost edinmek, düşmanını düşman bellemektir. O’nun yoluna yardım edene yardım etmektir, engel olanı engellemektir. Edebiyle edeplenmek, ahlakıyla ahlaklanmak, şekline bürünmek, sevdiği seyleri sevmek kızdığı şeylere kızmaktır.
Hakiki muhabbet, can sunmaktır, maldan vazgeçmektir, dünyalık bağlardan kurtulmaktır, Rasülullah’ın ehl-i beytini, ashabını sevmek ve Kur’an’a yapışıp doğru yolu tutmaktır.
İnsanlar acıma ve gözyaşıma şaştılar,
Sevgimin bana bunu yaptığını bilmiyorlar.
Beni saptıran sevgiler sebebiyle bağışla beni Rabbim,
Kalbimde çevremdekilere karşı yok hiçbir sevgim.
Kalbim özleminin ateşiyle yanıp dursun,
Aşkıyla yanıp erimeyen kalbe yazıklar olsun.
Sevgimi insanların en hayırlısına verdim,
O’nu sevmeyi reddedenlere rağmen O’nu sevdim.
O’nu övmek için övgüleri Yaradan’ın övgüsü yeter,
Kalem Suresi’nin başını oku da gör neler var neler.
Bütün dünyanın övdüğü bir Efendidir,
Arap ve Acem minarelerinde ismi zikredilir.
Allah O’nun davetiyle ölü ruhları diriltti,
O ruhlar Put ve kadeh arasında kaybolmuş idi.
Onların üzerinden zillet tozlarını attın,
Ümmetler içinde en yükseklere çıkarttın.
Şeksiz şüphesiz inanan bir nesil yetiştirdin,
İmanları kavi, gözleri pek, koruyucusu Şeriatinin.
Benden başkasının sevgiden var ise bir nesebi, soyu,
Ben de iman ve muhabbet nesebinin soyağacıyım.[11]
[1] Buhari, no: 6170; Müslim, no: 2641.
[2] Buhari, no: 3688; Müslim, no: 2639.
[3] İmam Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, C. 16, s. 77.
[4] Zuhruf 67
[5] İbn-i Kayyım el-Cevziyye, Cilâü’l-Efhâm, s. 297.
[6] Tevbe Suresi, 9;24
[7] Buhari, iman, 6-7; Müslim, İman, 70.
[8] Tevbe Suresi 9;120
[9] Al-i İmran Suresi 3;31
[10] İbn-i Kesir, Tefsîru’l-Kur’an, C.1, s. 358.
[11] Dr. Nasir ez-Zehrani’nin Siracü’l-Münir kasidesinden alıntı.
Cevapla