Kimler Tekfir Edilir Kimler Edilmez

Günümüzde çeşitli akımların birbirine karşı tutumu ne yazıkki içler acısı.  Ameli kusurları büyüterek itikadi problem mesabesinde değerlendirip rahatlık içinde karşısındakini tekfire kalkışan kimselerin sayısı hayli fazla. Durum birçoğumuzun malûmu..  Meseleye bir de İmam Gazalî’den bir nakille bakalım istedik..

Gazalî’den önce el-Keşmirî’nin Kadı İyad’dan naklini hatırlayalım :

Ehl-i Kıble’nin tekfiri meselesi, Akaid/Kelam sahasının neredeyse en müşkil meselesidir.

 

İmam el-Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-İ’tikâd isimli eserinin sonuna nefis bir bölüm koyarak tekfir meselesini maddeler halinde izah etmiştir.

Buna göre;

1. Yahudiler’in, Hristiyanlar’ın, Mecusiler’in, putperestlerin ve kâfir oldukları Kur’an’da açıkça bildirilmiş olan diğer kesimlerin küfrü ittifakla sabittir. Durumu onlara benzeyenler de onlar gibidir.

2. Allah Teâla’nın varlığını inkâr eden Dehrî’ler ve peygamberliği inkâr eden Brahmanlar da böyledir.

3. Allah Teâla’nın varlığını ve Efendimiz (s.a.v)’in peygamberliğini tasdik etmekle birlikte, nasslarla sabit birtakım hususlara aykırı inançlar taşıyanlar. Bunlar haşr-ı cismanîyi ve Allah Teâla’nın cüz’iyyatı bildiğini inkâr ettikleri ve âlemin kadim olduğuna inandıkları için bu üç meselede kâfir oldukları kesindir.

4. Mu’tezile, Müşebbihe ve diğer ehl-i bid’at fırkalar. Bunlar tasdik ehlidir ve fakat birtakım hususlarda tevil yapmaktadır. Ancak tevilleri hatalıdır. Bununla birlikte onları tekfirden sakınmak gerekir. Çünkü hatalı bir görüş sonucu bin kâfiri hayatta bırakmak, hatalı bir hüküm vererek bir tek müslümanın kanını akıtmaktan daha ehvendir. Bunlar da “aşırılar” ve “mutediller” olmak üzere iki kısımdır.

5. İman edilmesi gereken hususlarda açık bir inkâr ve tekzibe sapmadığı halde, Efendimiz (s.a.v)’den tevatürle gelen bir hususu inkâr eden kimse tekfir edilir. Haccın farz olduğunu söylediği halde Mekke’nin veya Kâbe’nin nerede olduğunu bilmediğini söyleyen kimse böyledir. Bu kimsenin tekfir edilmesi gerekir. Çünkü o aslen dini yalanlayıcıdır ve fakat bunu gizlemektedir. Zira bu türlü tevatürle sabit olan bilgiler avam-havass herkes tarafından bilinmektedir. Böyle kimseler Mu’tezile ve diğer ehl-ibid’at gibi değildir.

6. Sıhhati icma ile sabit olan hususları inkâr edenler. Bunlar icmaın hüccet olduğunu inkâr ettikleri için icma ile sabit hükümleri de kabul etmezler. İcmaın hüccet olduğunu bildiren delilleri ise tevil ederler. Bu, son derece çirkin sonuçlara götürebilecek bir tavırdır. Mesela bir kimse, “Efendimiz (s.a.v)’den sonra peygamber gönderilmesi caizdir” dese, bu kimsenin tekfirinde tevakkuf ve tereddüt etmek çok anlaşılabilir bir tutum olmaz. Efendimiz (s.a.v)’den sonra peygamber gelmesinin imkânsızlığı icma ile sabittir. Zira akıl bunu imkânsız görmez, ilgili nakilleri ise tevil ederler. (Dolayısıyla Efendimiz (s.a.v)’den sonra peygamber gelmeyeceği konusunda elde sadece icma kalır.) Dolayısıyla bu konuda inkâra sapan kimse, icmaı inkâr etmiş olacaktır. Buradan, birbirine benzer ve karmaşık meseleler teferri eder. Bunların her birinin hükmü üzerinde müstakil olarak düşünmek gerekir. Kişi, bunların her biri hakkında zannıyla hüküm verir…[1]

Yine birçok alimin tekfir gibi son derece hassas bir meselede tesbit ettiği şu kaide hayatî önemdedir: Bir kimseden küfrü mucip bir söz veya fiil sadır olduğunda, aslolan o söz veya fiilin küfür olduğunu söylemektir. Bir söz veya fiilin küfür olmasıyla, sahibinin kâfir olması birbirinden farklı şeylerdir. Zira o kimse bilahare tevbe etmiş olabilir, hatalı ve yanlış da olsa Şer’î bir dayanağa istinat veya fasit de olsa bir tevilden hareket etmiş olabilir.


 

[1] İmam el-Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-İ’tikâd, 248 vd. (Alıntı kısaltılarak yapılmıştır.)

 

Ebubekir Sifil Hocaefendi’nin Milli Gazete, 29 Haziran 2008 tarihli yazısından alınmıştır.

Editör
Musellem.net editörü...