Dünyayı ve âlemleri eksiksiz olarak yaratan Allah Teâla, yarattığı âlem kadar derin bir mahlûk olan insani da bambaşka özelliklerde yarattı. Nasıl ki âlemlerin bizim bildiğimiz tarafları gibi, bilmediğimiz, sırrına eremediğimiz yönleri varsa, insanın da görünen yanlarının yanında görülmeyen derin özellikleri vardır.
İnsanın, fıtratı gereği kendisine verilen bu özellikleri terbiye etmek ve amele dönüştürmek için ruh dünyasını Kur’an ve Sünnet esasında kemale taşıyan sistem olarak özetleyebileceğimiz Tasavvuf yoluna girmesi, marifete ererek kendisini yaratan Allah Teâlâ’yı hakkıyla tanıması gerekir.
Tasavvufu, evliyadan büyük zatlar çeşitli şekillerde tarif etmişlerdir. Ancak Tasavvuf bizim anladığımız manada zahiri bir ilim olmayıp bir “hâl” ilmi olması hasebiyle tanımlardan daha ziyade onun hakkıyla yaşanarak anlaşılacağında karar kılmışlardır. Bu büyük zatlardan Şeyh Ebu Said Ebu’l Hayr; yapılan bütün tanımların hülasasının “Tasavvuf; vakti en değerli olan şeye sarf etmektir” demiştir.
Yüz yıllardır devam eden Tasavvuf geleneğimiz, günahlara ve hatalara düşerek yaratılış gayesini unutan insanı düştüğü bu durumdan alarak nefsini terbiye edip kâmil bir insan olması için çaba sarf etmektedir.
Bu köklü gelenek, her insanı bu yola kabul etmeyip, öncelikle siretine ve suretine bakarak kişinin niyetinin halis, maneviyata kabiliyeti olup olmadığını kontrol ettikten sonra istidadı var ise bu yola kabul etmekte, uygun değilse tehir etmektedir.
Seyri süluk yoluna giren insanın en büyük gayesi; bütün kâinatı yaratarak kendisinin hizmetine sunan Allah Teâlâ’yı hakkıyla tanımak, bilmek ve sevmektir.
İnsanın hayatiyetini devam ettirebilmesi için nasıl bedenin gıdalara ihtiyacı varsa kalbin ve ruhun da Mevla’nın muhabbeti ile gıdalanması ve Marifetullah’a ulaşmaya ihtiyacı vardır.
Dünyalık dertlerle boğuşan ve dünya zevklerine dalan insan aslında dünyada mevcut bir cennet olan Marifetullah’ı unutup, o cennetin farkına varmadan yaşayıp gitmesi son derece elem verici bir durumdur. Dünyada ki bu cennete dolayısıyla Marifetullah’a ulaşmanın en ilk basamağı edep dir.
Ebussud bin Ebu Asair buyurdu ki;
– Allah’ın sevgili kulları, yani veliler, vasıl olduklarına ancak edeple vasıl oldular. Yoksa ne çok amel ne de başka benzerleri ile değil.
Buyuruldu ki:
– Üç haslet vardır ki, bunlara sahip olan, mahrum kalmaz. Edep ehliyle beraber oturmak, güzel edep sahibi olmak ve başkasına eziyet etmemek.
Hazret-i Mevlana şöyle buyurur:
“İman nedir?” diye aklıma sordum. Aklım da kalbimin kulağına eğilip; İman edepten ibarettir diye fısıldadı. O halde edebi olmayan kimse, Allah’ın lütfundan mahrum kalır.
Enes bin Malik (r.a) Peygamber Efendimiz (s.a.v) in edebini ve ahlakını anlatırken;
“Nebiyy- i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz, kesinlikle hakaret etmez, mübarek ağzından kaba bir söz çıkmaz ve lanet etmezdi. Birimizi azarlayarak olduğunda sadece:
– Allah iyiliğini versin, ona ne oluyor ki… derdi (Buhari, Eden, 38,44)
Davud-i Tai hazretleri şöyle anlatmıştır:
“Yirmi yıl Ebu Hanife Hazretleri ile birlikte bulundum. Bu zaman zarfında dikkat ettim, ne yalnızken, ne de yanında birileri varken başı açık olarak oturduğunu ve istirahat maksadıyla da olsa ayaklarını uzattığını hiç görmedim. Kendisine:
– Yalnızken ayağını uzatmanda ne mahzur var? dedim. Bana:
– Cenâb- Hak karşısında edepli olmak daha efdaldir” dedi.
Küçük bir âlem olan insan eğer iç dünyasını terbiye eder, âlemlerin yaratıcısı ile irtibatını sağlam kurar ve bu irtibatı canlı tutmak için gece gündüz çaba sarf ederse Allah Teâla ona başka insanlara verilmeyen bazı hususiyetler vererek muhabbetinin küçük bir karşılığını bu dünyada verir.
Abdulkadir Geylani (k.s) hazretlerinin kıymetli kelamları ile mevzumuzu kapatalım. Buyuruyorlar ki:
– Ey benim sohbetinde bulunmak ve benden istifade etmek isteyen kişi! Ben öyle bir hal içindeyim ve öyle bir âlem de yaşıyorum ki, onda ne fani insanlar vardır, ne dünya vardır, ne de ahiret. Benim içinde, bulunduğum bu âlemde, Allah’tan başka hiç bir şeye, gönüllerde yer yoktur. Kim ki benim söylediğim gibi tevbe eder, benim sohbetinde bulunur, benim sözlerine husn-i zan besler ve benim dediklerimle amel ederse, inşallah o da benim içinde bulunduğum bu âleme girer ve oradaki insanlar gibi olur. “
Mevla Teala muhabbetini kazanma yolunda gayretimizi artırsın.
23 Cemazi-el Evvel 1436
Raif Koçak
Enfes bir yazı olmuş. Gerek aynı, gerek benzer, gerekse de farklı konularla yazılarınızın, yazılarınız yoluyla buluşmalarımızın dâim olması dileğiyle…
Tesekkur ederim ustadim. Dualariniz ve destekleriniz ile hem yazilarimiza hem bulusmalarimiza devam ederiz insallah.