Karantina Günlüğü

Karantina günlerinden geçiyoruz dünyaca.

Covid-19 virüsü bize dünyanın global bir köy olduğunu örnekleriyle detaylandırdı bile. Çin’den gelen küçücük bir virüs kraliyet teammüllerini hiç ederek biz daha Londra’yı görmeden İngiliz Kraliyet sarayına sızmayı bile başardı.

Tabi bu günler normal süregelen hayat akışımızda kaygı ve ölüm korkusunu da beraberinde getirdi. Kaygı diyordu Kierkoard; Ertesi gündür.

Hayatımızda karantina ile birlikte yarın şunu yaparım, şuraya giderim gibi cümleler rafa kalkmıştı. Sanki ölüm, omuzumla bir dokunuversem tüm duvarları aşacakmış gibi yakındı. Çat kapı yanımızda bile değildi. An be an alnımızın şakındaydı.

Bu kaygı durumu tabiki “carpe diem” “an’ı yaşa” dürtüsünü de açığa çıkarıyordu.

An’ı yaşama gerçeğini en güzel Allah dostlarının başarabildiğini okumuştum bir kitapta. Yarın ölecekmiş gibi an’ı yaşıyorlar ve kaygı duydukları içinde yeryüzünde muazzam bir isim bırakma çabası taşıyorlardı insanlık adına. Freud’un hayatın için ölüme hazırlan sözu birazda bunu anlatmıyor muydu?

An’ı yaşadığım zaman dilimlerinden biri, bir bayram gecesi sırtımı Kubbetü’s-Sahra’ya dayamış tek oyun alanı Aksa’nın avlusu olan çocukları seyrederken hissettiklerimdi.

Bir anda mescitler, duagâhlar, mizbahlar, sunaklar, kitabeler, kabristanlar, geçti gözümden.

Kaç bin yıl hiç geçmemiş gibi şurda Süleyman (a.s) cinlere mescid yaptırıyor, Şuayb (a.s)’ın kızları az ötede davarlarını suvarmak için bekliyor Hz. Musa (a.s)  yorgun şehre giriyor, Hz İsa (a.s)’nın teyzesi şu merdivenlerde pagan inancına karşı oturma eylemi yapıyor ve Hz. Muhammed (s.a.v) sanki tam da biraz evveli göge yol tutuyordu.

Zaten dünyada ne kadar kaldınız sorusuna vereceğimiz cevap da, “göz açıp kapayıncaya kadar” değil miydi? Hem Cennette bile öncesiz ve sonrasız olarak an yaşanmayacak mıydı?

Bu yüzden karantina günleri bizi biraz duraklatmış “hışşştt ne oluyor?” sorusunu sordurmuş, girmediğimiz evlerimize tıkmış, unuttuğumuz aile mevhumunu bize tekrar hatırlatma çabasını da korkuyla beraber getirmişti.

Dünyanın üzerine çöken ölüm korkusu ile beraber tüm kutsal mekânlar birer birer kapanmış  ibadetten çok “selfi”ye zaman ayırdığımız, teker teker tüm arkadaşlarımızın isimlerini yazarak Kâbe fonlu uğraşlarımız, kara kıtanın kara çocuklarına sözde örnek olma ayağına götürdüğümüz yardımlarla onlarca “selfi”lerimiz gezmelerimiz, her şeyi ama her şeyi paylaşma telaşımız bir anda kesilivermişti.

Güzel yaşamın değil, güzel ölmenin önemini kavrar olmuştuk. Karantinayı ilk defa biz yaşamıyorduk bu bilinen gerçekti.

Sahi neydi karantina?

Karantina, bulaşıcı hastalığa maruz kalan şüpheli durumundaki insanları, hastalığın en uzun dönemine kadar kimseyle temas ettirmemenin adıydı. Kısaca sağlık yalıtımıydı.

Kökeni nedir diye baktığımızda yüzyıllar boyunca ekonomisi ticarete dayalı Venedikliler şehre hastalık bulaşmasın diye kente gelen gemileri Cueranta yani kırk gün açıkta bekletir şehre öyle alırmış. Neden kırk gün sorusuna verilecek sağlıklı bir cevap pek yok gibi. Bu sayının Tevrat ve İncile dayandığını söyleyenler olduğu gibi pisagor teorisiyle bağlantısını söyleyenlerde mevcut.

İlk karantina uygulamasını kimin yaptığı bilinmese de Yunan hekim Hipokrat ve Antik Romanın en önemli hekimlerinden Bergamalı Golen veba gibi bulaşıcı hastalıklar için önemli önlemin “derhal uzaklaşma” olduğu yönünde haberler yapmıştı.

1300’lü yıllarda Kara Veba diye anılan ve Avrupa Nüfusunun 3/1 ini yok edecek olan salgın hastalıkta Milano lordu Bornabas Viscanti’nin takındığı tutum, vebalı kimsenin yuvasından çıkarılarak boş bir arazide ölmesini beklemek şeklinde tezahür ediyordu.

Yani kısaca Avrupa o zamanlarda şimdiki gibi insanına bile pek acımıyordu.

Şimdilerde umreden dönenlere uygulanan karantinaya alma işlemi ilk değil aslında. Avrupa’nın 14. yüzyılda başlattığı karantinayla Osmanlı’nın tanışması ilk defa 1831 yılında II. Mahmut’un tasdik etmesi ile hacdan dönenler için uygulanmış

Tabiki uygulama esnasında işin dini tarafı da ihmal edilmemiş, karantinanın dine aykırı olmadığına dair fetva dahi alınmıştı.

Osmanlı Devleti’nde bunun adı karantina değil “tahaffuz”du. Yani hıfzetme, koruma anlamı taşıyordu.

Kız Kulesi’nin adı Hero ve Leandras ile anılıyor olsa bile 2500 yıllık geçmişiyle tarihi akışın içerisinde tecrit için karantina hastanesi olarak kullanıldığı da bilinen gerçekti.

Sultan Abdülhamid’in emriyle hatta daha da ileri gidilerek kapitülasyonlar yüzünden dokunamadığımız, boğazdan geçen diğer milletlere ait gemilere hastalığı yaydıkları gerekçesiyle karantina uygulaması başlatılmıştı.

Asrı Saadet sonrası halifeler dönemine baktığımızda da karantina gerçeğinin farklı boyutunu görüyorduk. Abdullah bin Abbas (r.a)’dan rivayetle Hz. Ömer (r.a) Şam beldesine gitmek için yola çıkmış Serg’e kadar ilerlemişti. Orada onu Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a) karşıladı ve kendisine Şam’da veba olduğunu haber verdiler.

Etrafında bulunan muhacir ve ensar topluluklarıyla teker teker konuyu istişare eden Hz Ömer (r.a), “hazırlanın geri dönüyoruz” deyince Ebu Ubeyde b Cerrah “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun” diye sordu. “Evet” dedi Hz. Ömer:

“Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyorum.”

Aslında orada yaşanan Abdullah b Amr (r.a)’ın hatırlatmasıyla Allah’ın Rasulü’nün hadisine  ittibaydı.

“Bir yerde veba olduğunu işittiğinizde oraya girmeyin, Bir yerde veba ortaya çıkar siz de orada bulunursanız oradan dışarı çıkmayın” diyordu kainatın efendisi.

Bu, etkisi yüzyıllar boyu sürecek en güzel en bilimsel nasihatti.

Ölümü, tepesindeki tuğlarda otuz ayrı tavuskuşunun tüyleri sarkan o parlak miğferi, keskin mahmuzlarıyla göz kamaştıran, ve üzerinde armasıyla zırhını giyinmiş magrur kumandan olarak düşlemişken, naylon muşambaya sarılmış cesetler geçiyordu ekranlarda önümüzden. Paletlere yüklenmiş parkın orta yerine topluca gömülen yığınlar ve balkona çıktığımızda tertemiz olan şehrin havasına inat ölüm ve ceset kokuyor hissi dayanılacak gibi değildi.

Tecrit edilmiş halde kendini dinleyerek ölmek ya da şaşaasız ritüelsiz, duasız, ayinsiz, tek başına ölmek miydi bunun adı?

Karantina, ölüm kadar gerçek, şimdilik hayat için elzemdi.


Tuğba Karabulut yazdı.

Editör
Musellem.net editörü...