Kalabalıklarda Yalnızlık

Yalnızlık zor anlaşılan bir mükâfattır; fikir, çile, ilim, dava, vecd, aşk yalnızlığı insanı kalabalıklar içerisinde yalnızlaştırırken bu vaziyetin herkese nasip olamayacağını da hissettiriverir. Kalabalıklarda yalnızlık, kalpte ve zihinde kendi kendine kalmak, his ve fikir muhabbetine denk ortak bulamamak!

”Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı,
Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı

Üstad Necip Fazıl’ın mısralarında beliren, dilde bir olanların kalpte ayrı telden çalmasına gönül gözüyle şahit olmaktır. İçe doğru oluşun, bâtında olgunlaşmanın son basamaklarından. ”Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez.”[1] ölçüsünce her manada büyüklere düşen paydır, kalabalıklarda yalnızlık. Bizler yalnızlığı, yalnızlık ıstırabı çekmeyen bizlere serzenişlerle gelen fısıltılardan biliyoruz. Yine yalnızlığı ”Ben kulumu sevdim mi; onun gören gözü, işiten kulağı, yürüyen ayağı olurum.”[2] kudsi hadisinin bedenen muhatabı olan bir nasip ile gözleri kalabalıklar gibi bakmayanların yakıcı nazarından, göz değince Allah’ı hatırlatan bakışlardan biliyoruz. Bilmiyoruz aslında gölgesi düşüyor üzerimize bilmenin o kadar.

”Yalnızlık Allah’a mahsus” esprisindeki hâl kıvılcımlarından bir şimşek aydınlığı ve hızıyla görünüp yok olan hakikat; yalnızlık Allah’a mahsus ama Allah yalnızlığa değil diyor aslında. Yani yalnızlık Allah’ın zatında ya da sıfatında mecazen bile bir hâl değil Allah’a yürüyene, koşana mahsus bir hâldir. Kalabalıkların kuru gürültü kabilinde tıngırtısından, yalnızlığın ahenkli senfonisine uzanmaktır. Fikren, kalben, ilmen Allah’la olan kalabalıklarda yalnızlaşır, Allah’la oldukça da yalnızlıktan uzaklaşır. ”Biz size şah damarınızdan daha yakınız[3] ayetinin hâl üzere muhatabı olan nasıl kalabalıklarda yalnızlaşmaz ve aynı anda nasıl yalnızlıktan uzaklaşmaz?! Dağların mağaralarında kalabalıklardan uzak ama yalnızlıktan da uzak Peygamberin hâlidir ve belki de yalnızca bu hâlin ehline kıymetli bir sünnetidir yalnızlaştırmayan yalnızlık. Yalnızlık mükâfattır bazen, her manada büyüklere düşen pay. Fakat ne yazık ki bugün yalnızlığa bir an dahi tahammül edemeyen bir neslin varlığını ve bu tahammülsüzlüğün her geçen gün arttığını seyretmekteyiz. Kalabalıkları, mutlaka birileriyle olmayı arzulayan bunu fiilen gerçekleştiremediği vakitlerde teknoloji vasıtasıyla sanal ortamlarda kalabalık, meşguliyet isteğini gerçekleştiren bir gençlik var artık. Allah iyi edeceği kuluna yalnızlığı sevdirirmiş. mealindeki sufilerin hikmetli sözü bugünkü halin ve hastalığın tersinden teşhisi durumundadır. Dünyaya daha fazla bağlanma, bir an dahi o etkiden ayrılamama anlayışı ve kabulünün tezahürü olan bu bakış modern insanın zahid yaşama taşınmasının önündeki en büyük engeldir.

Ünsiyet ve tefekkür gibi ruh ve beden dünyamızın yaralarına merhem olan birçok hâl kendimizi kalabalıklardan ayıramadığımız için artık hayatımızda yer almamakta ve hastalıklarımız günbegün büyümekte. Bu hâl ne yazık ki bizim mayamızda olan bir hâl değil batıya teşebbühün neticesidir. “O kâfirlere ki, oyunu ve eğlenceyi kendilerine din edindiler ve dünya hayatı kendilerini aldattı. Nasıl ki, onlar bu günlerine kavuşacaklarını unutup ayetlerimizi inkâr ettilerse Biz de bugün onları öyle unutacağız.”[4] Nitekim Cenabı hak bu haleti ruhiyeyi bir aldanış olarak bildirip kâfirlerin vasfı olarak nitelemektedir. “Bugüne kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi Biz de sizi unuttuk; varacağınız yer ateştir, yardımcılarınız da yoktur.”[5] Dünyaya perçinlenişin, soluksuzca maddeye saplanışın ve kıyamet alametlerini hazırlayışın resmidir bu vahamet. Hâlbuki bizim ruh ve ahlak mayamızda Yunus’un dizelerindeki hakikat kodlanmıştı;

“Bir garip ölmüş diyeler, üç gün sonra duyalar,
Soğuk su ile yuyalar şu garip bencileyin.”

Evinin salonunda aile fertleriyle oturmaya, konuşmaya tahammül edemeyen fakat diğer taraftan tanımadığı kalabalıklarda teşebbühün neticesi olarak kendini mutlu zanneden bir nesil! Sıla-ı rahimi, komşu hukukunu ve birçok insani ilişkiyi sanallaştırıp bir maile ve mesaja indirgeyen, hayatı tüketme hızına yetişilmeyen, ruhunu ve aklını batının kendisine empoze ettiği ışıltılı kayboluşa teslim eden bir kuşak. Oysa yalnızlığın hatırlattıklarında ve kazandırdıklarındaki hazine bugün hangimizin elinde?! Yüzlerce kişinin rehberinde numarası olupta ailesi ile muhabbete on beş dakikasının olmadığı kimselerin Veysel Karani’nin mirasını yüklendiğini kim iddia edebilir? Bu hazin tablo bugünkü neslin kendi hezeyanı değil devrilerek gelen kültür ve ahlak mirasındaki boşluğun neticesidir. Eğitim sisteminin sistemsizliği, aile yapısının yozlaştırılması, ahlak anlayışının zedelenmesi ve iman algımızın yıpratılması süreci bugün doğan bozuk manzaranın temelidir. Girdiği her sokağın çıkmaz sokak olduğunu fark etmek için sonuna kadar yürümeye mahkûm edilen, “Durun kalabalıklar bu yol çıkmaz sokak” diyenleri de itibarsızlaştırılan toplumun nihayet kaçınılmaz ahvali ortadadır. Sanal kalabalıkları, kalabalıklardaki yalnızlığa tercih edecek bir toplum!

 Bugün batının iflasının altında yatan temel saiklerin başında, gerçek insani ilişkilerden soyutlanırken sanal kalabalıklardan mutluluk arama trajedisi gelmektedir. Nitekim ilerleyen yaşlara kadar evlenmeyen/evlenemeyen, 18 yaşını geçmiş öz evladına evindeki misafir gibi bakabilen, bedenini vitrin malzemesi gibi teşhir unsuru kılan zihin yapısın arka planındaki zafiyet işte budur. Geleceğimizin bu tabloya evrilmemesi için “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın[6] ölçüsündeki ihtar ile her an kalabalıklarda olmak arzusu ve gayretkeşliği yerine her an Allah’la olmak destur ve samimiyetine sahip olmalıyız.


Melikşah Sezen


[1] Bakara – 286
[2] Buhari, Rikak, Bab 38/89; Fethu’l Bari, c. 12, 38/6502
[3] Kaf – 16
[4] Araf -51
[5] Casiye – 34
[6] Ali imran – 103

Melikşah Sezen
Muhasebe ve Finansman öğrt. ile İlahiyat fakülteleri okudu. Bunun haricinde muhtelif hocalardan akaid, kelam ve mantık dersleri aldı.