2000’li senelerin başıydı… Görev yaptığımız Ülkü Ocakları şubesinde, henüz raflara dizilmeyip kolilerde bulunan kitaplar arasında bir kitap ilişiverdi gözüme. Kapağı dahi yoktu. Cildi parçalanmış, sırtı ayrılmış ve sayfaları dağılmıştı. Derhâl elime alıp incelemeye başladım. Üst bilginin yardımıyla, isminin “Osmanoğulları’nın Dramı” olduğunu anladım. Sürükledikçe sürüklüyordu. Müthiş, son derece etkileyici bir yazı dili vardı. Âdeta aileden birinin kaleminden çıkmış gibiydi. Sonradan anlayacaktım, Kadir Mısıroğlu‘nun hanedan mensuplarının avukatlığını yaptığını ve bu vesileyle aileden farksız bir kimliğe sahip olduğunu.
Türk Tarihi, bahusus Selçuklu-Osmanlı tarihi ve İslâmî ilimlerle ilgili olmama rağmen, seküler bir çevrede doğup büyüyüşümden mütevellit, ilk kez karşılaştığım bir isimdi. Kitabı elimden bırakır bırakmaz araştırmaya koyuldum. Hakkında malûmat bulabilmekte hayli zorlanıyordum. Sonra, “Lozan Zafer mi, Hezimet mi?” kitabından haberdar oldum. Temin edip okumaya başladım.
Bu kitap bize hiç şüphesiz Lozan’ın ne olup olmadığından çok daha fazla şey öğretti. Kadir Mısıroğlu’nun açtığı ufka doğru adım adım ilerlerken, 2005 senesinin ilk aylarında yayın hayatına başlayan www.kadirmisiroglu.com sitesiyle tanıştım. Sonradan değişen görseliyle hâlen manşette yer alan, “Muazzez Davamızın Kılıçlaşan Kalemi” serlevhasıyla, Kadir Mısıroğlu’nu tarif etmek için aradığım tanıma da ulaşmış oldum.
Siteyi hemen her gün ziyaret ediyor, yeni bir şey ilâve olunup olunmadığını kontrol ediyordum. Aradan geçen birkaç ayın sonunda, hasretimi Hulki Cevizoğlu’nun hazırlayıp sunduğu “Ceviz Kabuğu” programına olan konukluğuyla dindirdim. Büyük bir heyecanla aradığım yazarın, en az kalemi kadar kuvvetli hitabetiyle tanıştım.
Sinan Aygün’e, dönemin ADD başkanına, Altemur Kılıç’a ve daha pek çok zata hakkı kükreyişine kulaklarımla şahit oldum. 2010 senesinde Tv Net’te Veyis Ateş’in sunumuyla başlayan “Tarih Sohbetleri”, mühim bir dönüm noktası oldu. Kadir Mısıroğlu’nu zaman zaman aynı televizyon kanalında farklı programlarda da görebilme imkânına kavuştuk. Tv5 ve daha başka mecralarda da benzer fırsatlar yakaladık. A Haber‘deki programlar, daha geniş bir kesime ulaşması açısından çok daha tesirli oldu.
Tv Net’teki programın sona ermesiyle büyük bir üzüntüye gark olduysak da “Osmanlılar Vakfı”nda başlayan “Cumartesi Sohbetleri” vesilesiyle mesrur olduk.
Uzun Sohbetler, Uykusuz Saatler ve Video Kesitleri
“Cumartesi Sohbetleri” bizim için yepyeni bir heyecandı. Uykusuz saatler, uzadıkça uzayan geceler, dakika dakika ve konu konu not aldığımız sohbetler… Her not üzerine yaptığımız araştırmalar, vasıl olduğumuz özgün kaynaklar ve benzerini google’da veya sair arama motorlarında bulamayacağımız bakir bilgiler… Kadir Mısıroğlu, anlattığı ve yazdıklarının bir kısmı internette bulunamayan Google aşırı bir kimsedir bizim için.
Bilgeliğindeki sır, terceme-i hâlinde gizlidir. “Çok gezen mi bilir, yoksa çok okuyan mı?” şeklindeki orta mektep münazaralarının ana sorusunun cevabı da ondadır. Zira hem çok gezmiş, yüksek bir tecrübe sahibidir hem de ziyadesiyle okumuş ve hâlen de okuyup araştıran ve yazan. Bundan sonra o artık, yazılan ve kaynak gösterilen bir şahsiyettir.
Sohbetlerde, konu başlığından farklı olarak pek çok konuya temas ediliyordu. Bu ayrıntıların büyük kısmına ulaşabilmek, sohbetin tamamını dinlemeyen ya da dinledikten sonra tekrar dinlemek isteyenler için son derece zordu. Bu sebeple, almış olduğumuz notları değerlendirerek kesitler alıp halkın istifadesine sunmaya çalışıyorduk. Her hafta, farklı konulara dair kesitler alıp kendi kanalımız üzerinden yayımlıyorduk; ta ki, Üstadın kendi ekibi bu işi yapmaya başlayıncaya kadar. Sayesinde video editörü de olduk kısacası.
Kitap Fuarlarında Ziyaret ve Görüşmeler
İstanbul dışında yaşadığımdan, kendisini görebilmek için kitap fuarlarını kolluyordum. Her gelişinde kitabımı imzalattıktan sonra, kısa bir sohbet için saatlerce bekliyordum. Bunların çoğunda muvaffak olup sohbet imkânına kavuştum. İmza saati sona erdiğinde, kitap tezgâhlarını dolaşıp birlikte kitap alabilecek hatta kitaplar ve yazarları hakkındaki görüşlerimi belirtebilecek kadar yakınlaşma fırsatı buldum.
Elbette ki vakfında, makamında ziyaret edebilmeyi çok istedim. Evlenip de İstanbul’a yerleştikten sonra, ailemle birlikte birkaç kez teşebbüs ettiysem de, görüşebilmek kısmet olmadı. Hep, bir başka bahara ertelendi.
Geçmişten Günümüze Zaman Aşırı Manevî Birliktelikler
Unutamayacağımız hatta mahşerde dahi hatırlayacağımız, gâh gülüp gâh ağladığımız pek çok bölüm var… İbn Haldûn’un (Rahimehullâh) Mukaddimesi esasıyla getirilen izahlar; coğrafya, topografya, gıda ve iklimin kimliğe tesiri; iman-küfür galebe nöbetleşmesi yönündeki tedevvülat ve buna dair güncel ve çarpıcı örnekler; birden çok sohbette tekrar tekrar dinlediğimiz ama her tekrarda farklı detayları keşfettiğimiz unutulmaz anlatımlar. Dua, ahlâk ve daha pek çok hayatî konuya yönelik açıklamalarıyla İmâm-ı Gazzâlî‘nin (Rahimehullâh) senelerce okuduğumuz İhyâu Ulûmiddîn nâm eseri bizim için çok daha değerli ve önemliydi artık.
“Kader perspektifi” şeklinde bir bakış açımız oldu sayesinde. Âlemlerin Rabbi’nin Câmi‘u’l-Ezdâd (zıt sıfatlara sahip) oluşuna bağlı esmâ ve sıfatlardan yola çıkılarak yapılan izahlar, Bediüzzaman Said Nursî’nin (Ğaferahullâh) tasrihatını hatırlatan açıklamalar, ulemanın tavzihâtını andıran beyanlar…
Ümmete bahar mevsiminin geldiği dönemde yaşıyor olmanın aslında ne kadar büyük bir kazanç yolu olduğunu fark ettik. Üzerimizdeki mesuliyetin altında ezilmemek için, çamura saplanmış olan arabayı el vurup beraber çıkarttık. Galata Köprüsü’nde itiştikleri boksörün karşısında tikine duramayan Karadenizli Hasan ve arkadaşının çaresizliğinden, Halk Partisinin –Ecevit dönemi istisna- çok partili sisteme geçildikten günümüze kadar süregelen naçar hâli ve 15 Temmuz’a uzanan, fıkradan gerçeğe taşınan kalıcı örneklerin canlı birer şahidi olduk. Tevatürü, Ağrı Dağı’nın Ağrı’da olduğu hakikati üzerinden tanımlayıp örnekledik ve Ağrı Dağı’nın eteklerinde hayvanlarını otlatan çobanla ekmek bölüşüp hasbihâl ettik…
27 Mayıs darbesinin akabinde Selimiye kışlasına götürüp tevkif edildiğinde ve zor şartlar altında kalıp kötü muamelelere maruz bırakıldığında onunla beraber olduğumuz gibi, vatandaşlıktan tart edilip de Almanya’ya gittiğinde ve İngiltere’de ikamet ettiğinde de yanına ilişiverdik, geriye dönük olarak.
Eskişehir Cezaevi günlerini hatta Ayhan Songar’ın kliniğinde vuku bulan durumları, Bakırköy’deki hâdiseleri zaman makinesine binip dönmüşçesine âdeta onunla birlikte yaşadık. Bu vetirede; “Kırık Kılıç” ve “Kanlı Düğün” gibi tarihî romanlara dahi birlikte kalem vurduk; bir an olsun yalnız bırakmadık kendisini!
O bize, geçmişi getirdiği gibi; kader perspektifi, gelişmeler ve vesikalar ışığında yürüttüğü istikbale yönelik tahminlerle, geleceği de getirdi. SSCB’nin çöküşünü, FETÖ’nün kirli yüzünü, Ortadoğu’dan Afrikâ’ya yakın tarihte vuku bulan hâdiseleri, gerçekleşmeden çok önce ondan dinledi muhibbanı.
İslâmcı Dünya Görüşü ve Dil Meselesi
Kendisini “İslâmcı” olarak tarif eden bir gencin nasıl yetişmesinin lâzım geldiğine; iç politikadan dış politikaya ve iktisada kadar hemen her alanda ihtiyaç duyacağı anlayış ve bakış açısına dair açıklamaları “İslamcı Gençliğin El Kitabı” ve “İslâm Dünya Görüşü” kitaplarında bulduk. Hilâfetin ne olduğunu, ehemmiyetini ve yeniden tesisinin imkânını “Geçmişi ve Geleceği ile Hilâfet” kitabına kaydettiği hilâfet teklifiyle birlikte değerlendirip kavradık.
Gerçekleştirilen inkılâplar arasında en sahipsizi olmakla beraber en mühiminin harf inkılâbı olduğunu, kullandığımız ve Türkçe olduğunu zannettiğimiz dilin esasında uydurukçadan ibaret bulunduğunu onun ikazlarıyla fark ettik. Boykotunu başlattığı kelimeleri, “Bin Uydurma Kelimeyi Boykot yahut Doğru Türkçe Rehberi” kitabını başucu kitapı yapıp var gücümüzle boykot etmeye çalıştık; her ne kadar bu yazıda dahi kullanacak kadar sirayetine maruz kaldıysak da! Tesellimiz odur ki, Osmanlı Türkçesiyle alâkadar olup sağdan sola yazar olduk.
Kitap İsimlerindeki Ustalık
Tarihe mâl olmuş kuvvetli kalemleri sonrakilerden ayıran en büyük özelliklerinin başında, kitap veya risalelerine vermiş oldukları isimler gelir. Kadir Mısıroğlu, bu anlamda da örnek bir şahsiyettir. Her kitabının isminin muhtemelen ayrı birer hikâyesi olmalıdır.
Tahrif Hareketleri, Günah Galerisi isimlendirmesi, Geçmişi Günü Elerken, Gurbet İçinde Gurbet gibi usta isimlendirmeler ve nihayetinde, Benden Tarihe Haberler…
İslâm Tarihinden Osmanlı Tarihine, Tarih ve Sanat Şuuru
Kadir Mısıroğlu’nun üzerinde en çok durduğu hususların başında, tarih ve sanat şuuru gelir. Zira o, tarih şuuruna sahip olmayanların geleceğe atacağı adımların sağlıklı olmayacağı kanaatindedir. Biz de bu hakikatin önemini onun ikazları vesilesiyle kavrama imkânına eriştik.
Tanıdığımızı ve bağlı olduğumuzu sandığımız Osmanlı ecdadımızı, onunla tanıdık. Speküle edilen bazı tartışmalı konulara; Sultanlarla ilgili itham, iddia hatta iftiralara; kardeş katli gibi, her devirde provokasyon malzemesi edinilen tatbikatlara, onun izahları sayesinde mukni cevaplar bulduk. Kaleme almış olduğu Osmanlı Tarihi ciltleri, padişahlara dair müstakil kitapları ve kaynak tavsiyeleriyle, bilgi haznemizi besledik. Yazdığımız makale ve kitapların kaynakçasını, onun eserleriyle doldurduk.
İslâm âleminin geçmişte maruz kaldığı içler acısı ahvâle; Filistin Dramı, Yunan Mezalimi, Moskof Mezalimi… gibi kitaplarıyla, en net ve canlı hâliyle şahit olduk. Musul meselesi, terör sorunu ve bugün dahi gündemi meşgul etmeye hâlâ devam eden birçok problemin kökenine ve künhüne, onun beyanları vesilesiyle vukufiyet kesbettik.
Sebil Yayınevi ve Osmanlılar Vakfı
Dergiler… İnternet ve sosyal medyanın, insanlığın dünyasına henüz girmediği devirlerde gündemi mecmualar belirlerdi. Her dünya görüşü ve fikriyatın kendisine mahsus bir mecmuası vardı. Mensubiyet addedenler, dergilerinin yeni sayısını büyük bir özlemle beklerlerdi. Biz de bu dergi kültürüne yetişen son nesilden kimseleriz.
Sebil Dergisi; Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd gibi, millî ve manevî değerlerimizi geleceğe taşıyan öncü dergilerimizin devamı, bir döneme damga vurmuş eşsiz bir mecmuadır. Şimdilerde, paha biçilmez bir arşiv hüviyetini haizdir.
Kadir Mısıroğlu’nu geç tanıyınca, Sebil Dergisiyle tanışmamız da geç oldu. Neşrini sağlayan ve aynı adı taşıyan yayınevi de bizlere ulaşmasına vesile olduğu eşsiz eserlerle âdeta bize ait bir müessese hâline geldi. Sebil Yayınevi‘nin kitap tezgâhını ya da reklamını taşıyan bir unsurla karşılaştığımızda, gönlümüze uzanan o manevî köprüyü, tatlı sıcaklığıyla daima hisseder olduk.
Ve… Şiirleri
Tarifsiz şekilde bilgilendiğimiz geniş muhtevalı eserlerinin yanında; fıkraları, masalları ve tarihî romanlarıyla bambaşka bir coşkuya kapıldık. Elbette ki, şiirlerini de hiçbir zaman unutmayacağız. Mısralardaki keskinlik ve ustalık, anlatımdaki tesir, bizde derin izler bırakmıştır.
Yaralı güvercinin ahvâli, her okuyuşumuzda gözlerimizin önünde tekrar tekrar canlanırken, İmam eş-Şâfiî’nin (Rahimehullâh) mürtedin katline yönelik kavlinin delili ve izahı da, Üstâd‘ın anlatımıyla hücum eder aniden zihnimizde. Gurbete yol alıp sılanın hasret ateşiyle dağlanırken, vatanı ve milleti; ümmetin vaziyetini dert ediniriz. Mektup şiirinde ise, kendi evliliğimizin temeli gibi, çok daha özel ve mahrem bir durum sahnelenir hayal perdesinde…
Sonuç Vermeyen Kirli ve Kara Propagandalar
Kadir Mısıroğlu, düşmanın büyüğünü seçti. Maruz kaldığı bütün olumsuzluklar bu tercihi sebebiyledir. Sadece ismini duymak veya okumak bile, düşmanlarını çıldırtmaya yetmektedir. Diyanet İşleri Başkanı’nın, kendisini ziyareti sebebiyle görsel, yazılı ve sosyal medyada, Sayın Başkanın istifasını talep edecek seviyede oluşturulan infial, parti genel başkanlarının müdahil olmasına rağmen ne siyasî idare indinde ne de halk nazarında bir karşılık bulabilmiştir.
Diyanet İşleri’nin, bilhassa da Ak Parti sözcüsü Sayın Ömer Çelik’in müspet açıklamaları da Kadir Mısıroğlu gibi düşünenlerin, kayda değer olmayan ve sonuç da vermeyen bazı provokasyonların gölgesinde kalmayacağının ve bundan böyle her şeyin artık hakkın galebesi yönünde vuku bulacağının bir göstergesidir.
Üstad, yayınlanan son ses kaydında: “Bir kamyon çakıl taşına, bir gram altın değerlidir” buyurarak, kendisine karşı propaganda yürütenlerin çokluğunun, bir esbaba dayanmadığı gerekçesiyle muzahrafattan ibaret olduğunu; savunanların ise vesikalara dayanmaları ve mantık muvazenesinde hareket etmelerine bağlı olarak altın değerinde bulunduğunu vurguluyor.
Şunu söylemek isteriz ki: “Elhamdülillâh, bugün kemiyet olarak da keyfiyet olarak da onlardan fazlayız. Sesimiz de onlardan gür çıkmaktadır.”
En Büyük Ödül: Gelecek Nesillerin Gönlündeki Muhabbet ve Aldığı Dualardır
Kadir Mısıroğlu’nun hayatında; mahpusluk ve sürgün başta olmak üzere, yaşadığı pek çok olumsuz durumun yanında, almış olduğu ödüller gibi sürur vesilesi hâdise ve unsurlar da yok değildir. “Osmanoğullarının Dramı” adlı kitabı vesilesiyle “Türkiye Milli Kültür Vakfı”nın verdiği “Jüri Hususi Ödülü”; “Macar İhtilâli” adlı kitabı vesilesiyle “Hür Macar Yazarlar Birliği”nin verdiği “Gümüş Madalya”, almış olduğu somut ödüllerdir.
Kadir Mısıroğlu’nun lâyık olduğu ödüller, sadece somut olarak aldığı bu ödüllerle sınırlı değildir elbette. Merhum Özal’ın: “Kadir Bey, sen çuvalın dibindesin, bu çuval ters dönecek ve sen, en üste çıkacaksın!” sözünün de beyanı veçhile, o şimdi en üsttedir. Bir dönem vatandaşlıktan çıkarılırken, şimdilerde Cumhurbaşkanı, üst düzey siyasîler ve Diyanet İşleri Başkanı tarafından ziyaret edilir bir manevî mevkide bulunmaktadır. Onun aldığı en büyük ödül ise muasır neslin ve gelecek nesillerin kendisine teveccühü, gönüllerindeki yeri ve paha biçilmez kıymetidir. Hüsnü zannımız odur ki, ahirette alacağı mükâfat çok daha büyük; hesapsız olacaktır.
Birkaç gün sonra gireceği ameliyatta, milyonların duası onunla olacaktır. Allah Teâlâ; kendisine sağlık, sıhhat ve afiyet, biz muhibbanına da ziyadesiyle istifade nasib eylesin!
Selamun aleykum paylaşımlarınızı severek takip ediyorum
Allah razı olsun