İslâm’ı, modern toplumların din algısındaki gibi yalnızca ahlaki özellikler ya da birilerine faydalı olmak şeklinde telakki etmek mümkün değildir. Müslümanlık ahlaklı olmayı gerektirdiği kadar aksiyonu da gerektirir. Aksiyon dediğimiz şey, İslam’ın kuralları çiğnenmeksizin İslam’ın batıl karşısında muzaffer olması için yapılabilecek bireysel ya da kitlesel faaliyetlerin tümüdür.
Buradaki bireysellik ya da kitlesellikten önce konuşulması gereken şey “faaliyet”in bizzat kendisi. Cümle başındaki “İslam’ın kuralları çiğnenmeksizin” kaydı da yine faaliyetin “neyliğine” işaret eden bir kısıtlama.
Faaliyetin neyliğine dair önce bir prensip belirleyelim: “Uyuşmazlık temelde ise, usul tartışılmaz.”
Söylemek istediğim şey şu; davanıza hizmet etsin diye kullandığınız sistem, kuruluşunda davanıza muhalif ise, o sistemin çeşitli faaliyetleri nasıl yönettiğine bakarak buradaki usulleri sorgulamak boşa zaman kaybetmekten farksızdır. Bâtıl olanın kurduğu sistem ile Hakka hizmet etmek, netice itibari ile Hakkın tam hâkimiyetini sağlamanın mümkün olmayacağı bir yol. Bu yolu gidilebildiği kadar kullanmanın ne mahsuru var diye düşünülecek olursa Müslümanlar için modern zamanların en büyük problemini işaret eder ve “Bâtılın normalleşmesi” deriz. (Bu da başlı başına konuşulması, tartışılması, hal çareleri aranması gereken, asrın problemi.)
Meseleye tersten bakarak daha yakından anlaşılmasını sağlamak da mümkün: Allah’ın emir ve yasakları her zaman ve zeminde koyucu olduğuna, bunu iletmek için peygamberi gönderdiğine ve peygamberlerin de bu vazifeyi Hadis-i Şerif dediğimiz muazzez kelamları ile ifade ettiğine inanmayan biri ile fakihlerin fetvalarını, müçtehidlerin içtihadlarını konuşmak ne kadar anlamlı olabilir? Müçtehid ve fakihlerin istinatgâhı Kur’an ve Sünnet-i Seniyye’ye inanmayan birine müçtehid ve fakihin meşruluğunu ya da fıkıh sisteminin doğruluğunu anlatmanız mümkün değildir. Çözmeniz gereken şey temel esaslardır. Usuller sonraki dönem tartışma konularıdır.
Küfür müsamaha göstermez, önemsiz gördüğüne izin verir!
Bahsettiğimiz batıl sistemin hakka müsaade ettiğini düşünenlerimiz az değildir. İmkânları olsa ve çeşitli yaptırımlardan çekinmeyecek olsa bâtıl sistemin kurucuları hiç şüphesiz İslam adına yapılacak bireysel ya da kitlesel her faaliyetin önüne geçmek isteyecektir.
Ne zaman konusu olsa “kimse namazına, orucuna karışmıyor” denilir de mesele çözüldü sanılır. Yukarıda söylediğimiz gibi imkân olsa onlara da mani olacaklarından şüphe etmemeli. Küfür tek millettir ve biz yakın zamanda Doğru Türkistan’da orucun yasaklandığına dair haberleri hep birlikte okuduk.
Haccın çeşitli bahanelerle yasaklandığı bir dönenler geçirdi Türkiye, hacca gitmek demek dünya Müslümanları ile kaynaşmak demekti. İletişim ve İslam’ın ruhunu canlandırmak demekti. Ezanın yasaklandığı zamanlar yaşadı, zira ezan mü’münleri camiye çağırır, toplar, birlik olmalarını sağlardı. Aynı mantıkla camiler satıldı, ahır yapıldı. Müslümanların kutsalına Müslüman bir memlekette bunlar reva görülebildi. Tekkeler kapatıldı bu coğrafyada, çünkü tekkeler Müslümanların her türlü dertlerinin ortak kılındığı mecralardı. Dikkat edin, bireysellikten kitlesel oluşa yürünecek yollardaki kapılar kapatılmaya gayret edilmiştir. Bunlar İslam ruhunun dirilmesine en önemli faktörlerdi. Müsaade edilen diğer İslami faaliyetler için onların müsamaha gösterdiğini düşünmekse mümkün değil. Ya onların İslam ruhunu diriltecek kadar kıymetli olmadığını düşündüler, yani önemsemediler ya da mecburen müsaade etmek zorunda kaldılar. Ama yine de Kur’an’ın evlerde okunmasını dahi yasaklayacak kadar ileri gidebildiler.
Bunlar bizim unutmamamız, hatırımızda saklamamız, sistemler ile münasebet kurarken değerlendirmek zorunda olduğumuz gerçeklikler. Bununla birlikte söylemeye çalıştığımız şey İslam coğrafyalarında bugün yaşanan acı sayfaların yaşanmasına sebebiyet verecek zamansız şahlanış değil. Derin bir analiz ve inceleme ile konuşulması gereken bu husus bize aslında şunu söylüyor: Evet batıl sistem ile barışık olmayacaksın. Batıl ile barışık olmamak, onunla mücadele etmek, varlığını hepten riske atacak şekilde ilerlememeli. Onunla mücadele etmek demek aslında suç işlemeyi de iktiza etmez.
Esasında söylemeye çalıştığımız şey niyetlerin sahih olmasıdır. Şimdi bize düşen en büyük vazife budur. Bu niyetlerin sahih kılınması ameliyesinin en büyük gerekeni ise şüphesiz şuurdur.
Cevapla