Asr-ı Saadette Ashab-ı Kiram’ın Müslüman oluş serüvenini iyi okumak ahir zamanda Müslüman olmaklığımızı tartmamız açısından son derece önemli ipuçları verecektir. “Müslüman olmaklığımız” derken kastettiğim şeyi hemen açayım: Efendimiz (s.a.v)’e İslam’ı tebliğ vazifesi geldiğinde çevresindekilere İslam’ı anlatırken onlara vaad ettikleri arasında dünyalık zenginlikler, refah hayatlar, çeşitli kolaylıklar yoktu. Olması da pek mümkün değildi. Zira müşrikler asıl güç sahibi, asıl rahatlık ve cahiliyye özgürlüğüne fazlasıyla sahipti. Bulundukları coğrafi konum ve bir takım üstünlükler sayesinde refahı yalnızca kendi kabilelerinde yaşamıyor, sair kabililer üzerinde bir zevk-ü sefa içinde hayat sürüyorlardı.
Ashab-ı Kiram herhangi bir dünyalık menfaat için Müslüman olmamış, aksine Müslüman olanların içinde bulundukları eza ve cefalara rağmen Efendimiz (s.a.v)’in yanında olmayı tercih etmişlerdi.
Bunlar malumun ilanından başka bir şey değil. Yeniden dillendirilmesin icab ettiğini düşünmemizin sebebi ise ahir zaman Müslümanları olarak “İslami bir dünya” isterken yaptığımız propagandanın usulünü ve yaşayış biçim koordinatlarımızı kontrol etmemizin gerekliliğine dair bir kısım tespitleri sunmak.
Evvela iyi birer Müslüman olabilmek için içinde bulunduğumuz dünyanın ahvaline dair malumat sahibi olup, onu bir yere oturtmak gerektiği bir hakikat. Eğer dünyaya “kötü” diyeceksek, “kötü dünyada iyi Müslüman olmak”, yok eğer dünyamız “iyi” ise “iyi dünyada iyi Müslüman olarak yaşamak” gibi misyonumuz olacak.
Kötü dünyada iyi Müslüman olmak, evvela dünyanın kötü oluştan kurtulması ve onun da iyileştirilmesi için çalışmakla mümkün. Yani dünyanız kötü olduktan sonra sadece Müslümanlık vazifelerinin ifası “iyi müslüman” olmak için yeterli değildir.
Efendimiz (s.a.v)’in önderlik ettiği, iyi Müslümanların azınlıkta olduğu dönem dünyanın yaşadığı en büyük kötülüklerin devam ettiği bir zaman dilimi. Ancak ne Efendimiz (s.a.v) hayatta iken, ne de onun vefatından sonra Sahabe ve selef dönemi Müslümanları kötü dünyanın kötü kalmasına razı olmadılar. Dünyayı değiştirecek kadar çok çalışarak iyi Müslümanın nasıl olması gerektiğine dair bize örneklik teşkil etmiş oldular.
Medine döneminde Müslümanlar güçlendiler, sonraki dönemlerde fetihler ile kuvvetlendiler. Kimi müşriklere dünyalık menfaat sunacak duruma da geldiler ancak, onların iyi Müslüman oluşlarını devam ettirmesi, Müslümanlığın onlara kazandırdığı rahatlama ve refah için değildi. Onlar Müslüman olmaklığın vazifesini ifa etmekten başka bir niyete sahip değildiler.
Ne demek istediğimi şöyle misallerle açıklayabilirim sanıyorum:
Ecdad kıtalar fethetti, dünyanın büyük bir kısmına hükmetti, halkını refah kılan imparatorluklar kurdu. Bunları yaparken İslam’dan ayrılmadı. Hatta denebilir ki İslam oluşlarının ufuklarına kattığı avantajlar sayesinde bunca imkâna sahip oldu.
Hal böyle olunca “biz yeniden İslam olalım, çünkü İslam olmadan dünya bizim olmayacak” demek geliyor insanın içinden. Ancak dikkat edin, böyle diyecek olursak “İslam olunca dünyaya hakim olmak yerine dünyanın zelili olacağını bilsen İslam olmak istemeyecek misin?” sorusunu hak eden bir matematik var karşımızda.
Ya da diyelim ki açlık ve sefalet, Müslümanların mazlum oluşunu, güçsüz kalışını, ekonomik anlamda zayıf duruşunu değiştirebilecek güç İslam’ın ekonomik çözümlerinde olduğunu bildiğimiz için diyoruz ki “İslami yönetimin hâkim olması için çalışalım, aksi halde biz ekonomik sıkıntılardan hiç kurtulamayacağız. Bizi içinde bulunduğumuz maddi bunalımdan ancak İslami sistem kurtarır.”
Bunu demek verimli propaganda şansı doğurduğu aşikâr. Ancak yine yukarıdaki gibi “Eğer islam (faraza) senin bu maddi sıkıntını çözmeyecek olsa dünyanın İslam ile yönetilmesini istemeyecek miydin?” gibi bir sorunun gelmesi muhtemel.
Söylemek istediğim şey biraz daha netleşti: Biz, herhangi bir güç, kudret, rahatlık vs. için değil, sadece yeryüzünde Allah’ın kanunlarının geçerli olması gerektiğine iman ettiğimiz için bunu isteyeceğiz. Spor için namaz kılmıyor, diyet için oruç tutmuyoruz. Aynen böyle millet olarak, ümmet olarak güç ve kudret sahibi olmak için değil, Müslüman oluşumuzun gereği olarak islamî bir dünya isteyeceğiz. Müslümanca niyetin gerekliliği budur.
Yazıyı uzatmamak adına burada bırakırken, yukarıdaki detayları kendimizi hizaya çekerken yaptığımız kadar İslami yaşantıyı başkalarına öğütlerken de hesaba katmamız gerektiğini söylemeye gerek yok sanırım.
Her amelimizin yegane gayesi O’nun (c.c.) rızası olması duasıyla…
Cevapla