İmamu’l-Hüda Ebu Mansûr el-Mâturîdî


Modern zamanlardayız; hakikati bulma arayışında karşılaştığımız karmaşa her geçen gün çözümü çetrefilleşen bir hal alıyor. Her taraftan hakikati haykırdığını iddia eden sesler çarpıyor kulağımıza. Yeni fikirlerin türediği bu hengâmda, hayatımızı hakikat üzere idame ettirebilmek için yolumuzu aydınlatıcı ışığa, ahiretimize giden yolu kolay edecek aydınlığın kaynağına, “gerilere” bakıyoruz durmadan.

İslam dünyasında hicri ilk asır sonu ikinci asır başlarında siyasî, itikadî ve fikrî ayrışmalar meydana gelmiş, bunun sonucunda tarihte Hariciye, Mutezile, Cehmiyye, Cebriyye, Mücessime (Müşebbihe) ve Şia gibi itikâdî ekoller teşekkül etmiştir. Sahabe-i Kiram ve tabiinin ilk döneminde itikâdî sorulara karşı takınılan tavır, soruların çeşitliliğinde en büyük etken olan bölgenin durumuna göre değişmekle beraber nakil esaslı ve aklî delillere çokça başvurmak ihtiyacı duymayan formattaydı. Örneğin İmam Mâlik’in bulunduğu Medine ile İmam Azam’ın bulunduğu Kûfe, dışarından gelen fikirlerden aynı ölçüde etkilenmiyor, Medine’ye göre daha metropol bir yapıya sahip olan Kûfe, farklı coğrafyaların itikada taalluk eden arızalı fikirleriyle daha fazla muhatap oluyordu. Bu durumun tabii bir neticesi olarak muhatabı ilzam edici yeni metodlar geliştirmek gerekiyor, İslamî esasların dışına çıkmamak kaydıyla muhataplara karşı cevaplar bu sayede üretilebiliyordu.

Kûfe fakihi İmam Azam’ın kelamî metodlar kullanması sebebiyle[1] onu eleştiren ve “Ashab-ı Kiram için kâfi olan senin için de kâfi değil midir?” diye soranlara karşı verdiği meşhur cevap anlatmak istediğimizi en veciz bir ifade ile ortaya koyucu mahiyyettedir:

“Hz. Peygamber (s.a.v)’in ashabının hali, kendileriyle vuruşanı olmayan, silah taşımaya ihtiyaç duymayan bir kavmin halidir. Halbuki biz, bizi vuran ve kanımızı helal sayanlarla karşı karşıyayız [bizim silahlanmamız zaruridir].”[2]

İmam Azam’ın itikadî görüşleri de fıkhî görüşleri gibi talebeleri vesilesi ile sonraki dönemlere aktarılmıştır. İmam Azam’ın vefatından sonra onun görüşleri talebeleri vesilesiyle daha geniş coğrafyalara yayılmaya başlamış, özellikle İmam Ebu Yusuf’un baş kadı tayin edildiği dönemde Maveraünnehir bölgesinde görevlendirilen kadıların bu bölgede Hanefi mezhebinin fıkhi ve itikâdî görüşlerini yayması İmam Mâturîdî’nin yetiştiği itikâdî düşünce zeminini hazırlamıştır.

Gerçekten de İmam Mâturîdî’nin hocaları silsile halinde İmam Azam Ebu Hanife’ye ulaşmaktadır: Muhammed b. Mukatil er-Razi (248/862), Ebu Nasr Ahmed b. Abbas el-Hüseyin el-İyazi (IV Asnn başları), Nusayr b. Yahya el-Belhi (268/ 888) ve Ebu Bekir Ahmed b. Ishak el-Cüzcanî gibi isimlerin geçtiği birden fazla silsileden söz etmek mümkündür.[3]

944 yılında vefat eden İmam Maturidî’nin doğum tarihinin 852 olduğu şeklinde görüşler bulunsa da hiçbir tarihçi doğum tarihi hakkında kesin bir bilgi vermez. İmam Mâturîdî hakkında kaynaklarımızda teferruatlı bilgilere ulaşmak da mümkün değil. Bazı mezhepler tarihi eserlerinin onun ismini anmadan itikâdî mezhepler bahsini kapattığı bile olmuştur. Kimilerine göre İmam Mâturîdî’nin yok sayılması denilebilecek bu tutumun sebebine dair bir kısım görüşler öne sürmüşlerse de üzerinde ittifakın söz konusu olduğu bir görüşten söz edemiyoruz.  Durum günümüzde de çok farklı değildir.  Son birkaç yıl içinde artış gösteren İmam Mâturîdî hakkında yapılan akademik çalışma ve sempozyumları dikkate almazsak, Mâturîdîyye ve İmam Mâturîdî’yi anlamak adına sistemli çalışmalar olduğunu söylemek de mümkün görünmüyor. Oysa İmam Mâturidî’nin toplumumuz tarafından bilinmesi ve öğrenilmesi Türk kültür tarihi bakımından son derece önemlidir. Zira İmam Mâturîdî sadece Türk kültür muhitinin yetiştirdiği büyük bir bilgin olarak kalmamış, X. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar Türk toplumlarının inanç sistemine damgasını vuran bir kimse olmuştur. Gerçekten de Türkler İslâmiyet’e girdikten sonra ibadet ve sosyal ilişkilerini İmam-ı Azam Ebu Hanife‘ye göre düzenlemişler, inanç ilkelerinde (akaid’de) de İmam Mâturidî’nin sistemini benimsemişlerdir. [4]

İmam Mâturîdî’nin mezhebi, İmam Eş’ari gibi kısa sürede bir ekol ismi olarak duyulmamıştır. Bunun sebepleri arasında onun ilk dönemde doğrudan “Ehl-i Sünnet” olarak anılması olduğu gibi,[5] Hanefiliğe olan nisbeti de etkili rol oynamıştır. Mâturîdîliğe dair okumalar yapılırken karşılaşılan “Hanefi-Mâturîdî Çizgi” söylemi de bu anlamda ardı boş bir söylem değildir. Öyle ki el-Kuraşî’nin “Sahasında hiçbir kitabın kendisine denk olmadığı, hatta konusunda daha önce yazılanlarla kendisine yaklaşanın bile bulunmadığı eser” dediği Te’vilatu’l Kur’an İmam Ebu Hanife’nin itikadî görüşlerini ve fıkıh usulünü yansıtmada bütünlük arzeden en hacimli eserlerden biridir.[6] Yine Beydavî ve Zebidî gibi âlimlerin belirttiği gibi İmam Mâturîdî’nin hoca silsilesinin İmam Azam’a ulaşması Hanefilikle olan ilişkisini göstermektedir.

İmam Muhammed Zahid el-Kevserî İşârâtu’l-Meram isimli eserin mukaddimesinde şunları söyler: “Maveraunnehr ülkeleri heva ve heveslerden ve bidatlerden uzaktı. Çünkü bu memleketlerde insanlar üzerinde istisnasız tesir ve hakimiyet vardı. Orada bulunanlar, hadisleri nesilden nesile naklederlerdi. Nihayet İmamu’l-Hüda diye tanınan, ehl-i sünnet imamı Ebu Mansur Muhammed el-Mâturîdî ortaya çıktı. Kendisini, bu meseleleri tahkik etmeye ve delillerini tedkik etmeye vakfetti. Böylece hem aklı hem de şer’i memnun edecek eserler yazdı.”[7]

İmam Maturidî’nin çok sayıda eseri olduğunu biliyoruz. Eserlerinin muhtevası Ebu Hanife’nin görüşlerini kelam sistemine dönüştürmüştür. Hem İngiltere hem de ülkemizdeki bazı kütüphanelerde ona nisbet edilen yazma eserler bulunduğu söylense de, söz konusu eserler üzerinde yapılan çalışma ile İmam Mâturîdî’ye ait olmadığı ehli tarafından ortaya konulmuştur.  İmam Maturidî’nin eserleri[8] arasından yalnızca kırka yakın yazması bulunan Te’vilatü’l-Kur’an isimli tefsir ile, dünyada yalnızca bir yazma nüshası bulunan Kitabu’t-Tevhid adlı kelami eseri[9] bize ulaşabilmiştir. Bu iki eser arasında ilmî üslup, yaklaşım tarzı, fikirler ve bunların temellendirilmesi hususunda tam bir uyum söz konusudur. Diğer eserlerinin bize ulaşmamasında onun Te’vilatü’l-Kur’an isimli eserinde itikadî fıkhî ve dini meselelere dair görüşlerinin bütün olarak yer almasının (diğerlerini çoğaltma ihtiyacı hissetmemek sebebiyle) etkisi olduğunu düşünebiliriz.[10] İmam Matürîdî’nin elde mevcut iki eserinin dışındaki eserlerinin günümüze ulaşamamış olmasının ardında istilalar, göçler, doğal afetler, maddi imkansızlıklar gibi bir takım sebepler gösterilse de, kaybolan eserlerinin çoğunun diğer mezhep müntesiplerinin iddialarına cevaplar içeren nitelikte eserler olması dikkate alınınca, başta siyasal nedenler olmak üzere diğer bir takım harici sebepler de akla gelmektedir.[11]

Bizim için böylesine hayatî bir konuma sahip olan ve günümüz problemlerine karşı savunmalarımızın temel taşı İmam Mâturîdî’nin daha iyi tanıtılması ve eserleri üzerine yoğunlaşılması gerektiğinin farkına varmak/vardırmak ve bu bağlamda gerekenin yapılması adına azamî gayret göstermek ehlinin üzerine bir vazifedir. Muhakkak!


Dipnotlar

[1] İmam Azam (rh.a)’ın ilerleyen dönemlerde kelamla meşgul olmaktan vazgeçip, bunu hoş karşılamadığına dair görüşler doğru değildir. Zira risalelerde insanların ilgilenebileceği en faziletli ilmin itikadına taalluk eden meseleler olduğunu söylemiş ve buna Fıkh-ı Ekber demiştir.

İlgili görüşler için bkz. Beyazîzade Ahmed Efendi, İmam Azam Ebu Hanife’nin İtikadî Görüşleri, terc. İlyas Çelebi, İfav, İstanbul, 1996. s.34

[2] İmam-ı Azam Ebu Hanife, el-Alim ve’l-Müteallim, İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içerisinde, terc. Prof. Dr. Mustafa Öz, İfav, İstanbul, 2008.  s.10

[3] Sıddık Korkmaz, İmam Ebu Mansur el-Maturidi’nin Hayatı ve Eserleri, Dini Araştırmalar Dergisi, 2010, sayı 10.  Bkz: Aynı makalenin sonunda dört farklı silsile şematik olarak iki ek halinde sunulmuştur.

[4] İmam Maturidi’nin Türk toplumlar ve Türk kültüründeki yerine dair çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Örn ola bkz: Yrd. Doç. Dr.A. Vehbi Ecer, “Matüridî’nin Türk Kültüründeki Yeri” Hikmet Yolu Dergisi, sayı 4.

[5] DİA, Maturdiyye Maddesi, Yusuf Şevki Yavuz

[6] Ebubekir Sifil, “Te’vîlâtu’l-Kur’ân ve ‘Hanefî-Mâturîdî Çizgi’”

[7] Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, Hisar Neşriyat, İstanbul, 1983 s. 216

[8] İmam Maturidi’nin günümüze ulaşmış ya da ulaşmamaış eserlerinin listesi ve muhtevalarına dair bilgiler için bkz: Sıddık Korkmaz, a.g.m.; Yrd. Doç. Dr. Ali Duman, “İmam Matürîdî, Hayatı, Eserleri ve İslam Düşüncesindeki  Yeri”

[9] Kitabü’t-Tevhid’in tek yazma nüshası İngiltere’de Cambridge Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu nüsha 206 varaktır.

[10] İmam Maturidi ve Maturidilik (Seçki), Yayına hazırlayan: Sönmez Kutlu, Kitabiyât, Ankara, 2003. s.20

[11] Yrd. Doç. Dr. Ali Duman, “İmam Matürîdî, Hayatı, Eserleri ve İslam Düşüncesindeki Yeri” Hikmet Yurdu Dergisi, sayı 4

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...