İlk Yazı

Bir köşe tutmak ve yazmak, ”Söyleyeceklerim var. Susun ve beni dinleyin. Bu söyleyeceklerim daha önce hiç söylenmemiş, siz ve insanlık adına dinlenesi, tarihe not düşülesi mühim şeyler. Dikkat buyurun.” demek oldum olası iddialı ve ukalaca bir tavır gibi gelir bana. Esasında ona bu anlamı yükleyince zordur elbette yazmak ve hatta haddi aşmaktır. Bu nedenle yazmaya daha basit anlamlar tahmil ederek yola koyulmalı. Mesela: ”Not alarak düşünmektir benim yazılarım” demek gibi. ”Bazı kati neticeler ve hüküm cümleleri ihtiva etse de, bu hüküm cümlelerinin “sadece şimdilik böyle bir neticeye vardım” anlamına geldiğini bilerek ve deklare ederek aldığım notlardır” şuurunda olmak gibi.

Tüm bunları, buradan paylaştığım yazılarımda hata etme ihtimalimin ve kati kanaatmiş gibi serdettiğim değerlendirmelerimin “şimdilik” kaydıyla mukayyet bulunduğunun muhatapça asla göz ardı edilmemesini temin etmek ve yanlışlık ihtiva eden beyanlarımın sorumluluğunu sırtlanma cesareti gösteremediğimi bildirmek için ifade ettim.

Çok kıymetli arkadaşlarım benim burada bir şeyler yazmamı istediler. Ben de faydalı olabilirim belki diye bunu kabul ettim. Lakin en baştan ifade etmeliyim ki benim yazdıklarım bu yazıyı okuyanla sadece bir mülakattan ibarettir. Bir istişare, bir müzakeredir. Akidemi ifade eden hususlar hariç zannıma mutaallık hiçbir hususta bu mutlak doğrudur demem, diyemem.

Eskiler çok üst düzey dirayetlerine, emsalsiz müktesebatlarına, hayret ve hayranlık bahş edici tahlil ve terkip kabiliyetlerine rağmen herhangi bir telifin yahut hüküm cümlesinin sonuna “Allah en iyisini bilendir” şerhini düşerek bize bu hususta çok güzel bir hakperestlik  yolu göstermiş ve bunu ananeleştirmişlerdir. Zira akide sahasında kalıp, kalbin semiyatı tasdikine raci olan meseleler hariç aklın, makulata dair hüküm verirken kuvveti miktarınca mütereddid, zaafı derecesinde mutlakçı olduğu müşahede edilmektedir. Çünkü kuvve-i akliye, gücüyle mütenasip olarak sonsuz imkânlar zemininde bir idrak alanı bahşeder. Muhtemel mümkünlerin artması ise akilin tercihini zorlaştırır. Bu durum mutlak hakikatten mahrum dehayı mütereddid ve mutlak hakikate isal edilmiş dehayı mahzun kılar.

Hukemanın/Felasifenin eskiyi inkâr ve tekzip, mevcut ve yeniyi ise tereddütle ele alışı semavi mutlaklıktan (vahiyden) mahrum olan ve tek ölçü telakki ettikleri aklın her yeni filozofta teselsül edip giden çaresizliğidir. Tereddüt ve muğlaklıkla dolu sisli bir yoldur felsefe. Zira akıl var, ışık yoktur. Sisin perdelediği her metafor tehlikeli ve meçhuldür. Ancak kuvve-i akliyesi kör olana mutlu yaşanabilecek bir âlem bahşeder bu muğlaklık. Ama dehayı kıvrandırır, tereddüdün ve soruların kıskacında boğar.

“Mutlak hakikate isal edilmiş dehayı  mahzun  kılar” derken işaret etmek istediğim husus işe şudur: Kuvve-i akliyesi  yüksek seviyede olup bir mutlaka iman etmiş bulunanlar her ne kadar tereddütten kurtarılmış ise de hüzünden kurtulamamışlardır. Adem zulmetlerinde makes bulan imkanlar, eşyanın mahiyeti ve ilahi akıldan vehb olunan feraset mahrum kalınanı, uzak düşüleni işaret eder ve bu yüce menzil karşısında beşeriyetin oyun ve oynaşta acı bir akibete sürüklenişi bu dehayı mahzun kılar. Belki en büyük kalbi elemlere ala meratibihim enbiyanın ve evliyanın  gark olmasında, fahr-i kainat efendimizin “benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz” buyurmasında o nebevi aklın ihata ediciliği ve mutlak akıldan beslenişine bir remz vardır.

Ömürlerinde sesli güldüklerine neredeyse tesadüf olunmayan, ferdi ictimai hayatlarına hüznün galip olduğu enbiya-ı izamın bu tavrı ile online casino Halik’ü zül Celal’in  ”az gülün ve çok ağlayın” fermanı arasındaki  muhteşem tenasüp de  ilahi akla en çok nebevi aklın yaklaştığını gösteren bir delildir belki de.

Mevzuyu daha fazla dallandırıp nazari teferruata boğmanın bir anlamı yok. Demek istediğim yazan konuşan herkesin (ilmine ve aklına çok itimad ettiğiniz birisi de olsa) hata edebileceği ihtimalini hiçbir zaman hatırdan düşürmememiz ve bu bakış açısı ile kişileri değil hakikati yegâne ölçü alma refleksini tefekkür dünyamıza hâkim kılmamız gerekmektedir. İmkân ve ihtimaller sonsuz, aklımız mahduttur. “Her bilenin üstünde daha iyi bilen biri vardır.” Ve yine ayette “O (Kuran) Allah’ın katından gayri bir yerden olsaydı muhakkak elbette onda çokça ihtilaflar olurdu.” ayetleriyle ifade edilen mana da budur.

Bu sitede yazan tüm arkadaşlarımın en temel endişe ve gayesinin “ferdi/ictimai her hadise ve meselede müslümanca bakış açısının ve değerlendirme tarzının nasıl olması gerektiğini ortaya koymak” olduğunu düşünmekteyim. Hadise ve meseleler karşısında mümkün olduğu kadar aklımızın ve kalbimizin modernite ile kirlenmemiş veya zehirlenmemiş kısımlarını çalıştırarak tamamen islami referanslara istinad eden bir tahlil ve terkip  bütünlüğü yakalamak ve İslam’ın ile yevmil kıyam baki ve cihanşümül hükmünün ferd ve cemiyet hayatının ve hatta tüm dünya insanlarının dünyevi ve uhrevi saadetlerini zamin olan yegane hüküm olduğunu ifade etmeye çalışmak dışında bir gaye gütmemizin söz konusu olmadığını da bilmekteyim.

Hülasa etmeye çalıştığım sebeplerle bu sitede kaleme aldığım tüm yazıların mezkur gayeyi tahsile müteveccih olduğunu beyan etmeyi ve yazdıklarımda bu gayeyle mütenakız bir sürçme yahut hata görülürse tenkit ve tashih edilmekten memnun olacağımı ifade etmeyi kendim ve davam adına  ilk vazife telakki etmekteyim.

Gayret bizden ,tevfik ise Hak celle ve ala hazretlerindendir.

Burhanettin Çağırıcı
Musellem.net yazarı, avukat