Safahat Min Sabri’l-‘Ulema ‘Ala Şeda’idi’l-‘İlmi Ve’t-Tahsil
Abdulfettah Ebû Gudde
(Terc: İlim Yolunda – Erkam Yayınları)
Modern zamanlar bize yalnızca hassasiyetlerimi unutturmadı. Ruhumuz ve yolumuzda sebep olduğu sayısız tahribatla birlikte hayata bakış açımızı da değiştirdi. “Bilgiye ulaşmanın kolaylığı” methedilirken, ilim ehli olmanın eşsiz konumu sarsıldı. Parmak uçlarımızla birkaç hareket sonucunda doğrusunu yanlışından ayırt edemeyeceğimiz milyonlarca satır bilgi önümüze serilir oldu. Şimdilerde herkes “bilen”, âlimler “sıradan”, zaman da “katlanılmaz” bir hal aldı.
Oysa İslami ilimler müktesebatımız bize, satır satır çekilmiş çilelerden arıtılarak ulaştı. Bu asrın çocuklarının anlamlandırmakta güçlük çekeceği çileler ve zorluklar!
İşte Merhum Abdulfettah Ebû Gudde, “Safahat Min Sabri’l-‘Ulema ‘Ala Şeda’idi’l-‘İlmi Ve’t-Tahsil” isimli çalışmasında o kıymetli âlimlerin ilim için göğüs gerdiği sıkıntıları derlemiş, ahir zamanın ilim talebelerinin nasıl bir kıymete talip olduklarını, ilmin öncü sahiplerinin hayat hikâyeleri vesilesiyle gözler önün sermiştir.
Kitap, ilim uğruna katedilen uzun yollar, alimlerin bu uğurda dünya zevklerini feda etmeleri, onları bulan fakirliğe tahammül etmeleri, açlık ve susuzluk sıkıntıları, bu uğurda mallarını kaybetmeleri, evlilikten vazgeçmeleri, kitap satın almak için mallarını harcamaları ve hatta düştükleri sıkıntılar sebebiyle kitaplarını dahi satmaları gibi belli başlı bölümlere ayrılmıştır.
Kitapta, hem müellif Abdulfettah Ebû Gudde, hem de onun hocası Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî’nin ilim uğruna çektiği sıkıntılara da bölüm sonlarında yer verilmiştir.
İlim öğrenmek için yaptıkları yolculuklarda aylarca evlerinden, yurtlarından ve çoluk çocuklarından ayrı kalan ulema “Sen ilme her şeyini vermedikçe o sana bir kısmını bile vermez” düsturuyla hareket etmiş, “Dünya nimetlerinin azlığı ilim öğrenme imkânı sağlar” diyerek varlıklarını bu uğurda harcamışlardır.
Yapılan ilim yolculukları (Rıhle) kimilerinin ömründen iki, dört, beş, on sene alırken çoğunun ömründen yirmi, otuz sene almıştır. Ebu Abdullah b. Mende gibi bazısı ise ömrünün kırk beş senesinde ilim yolculuğunda bulunmuştur.
İmam Malik’in de bulunduğu bir meclise, Hac için Mısır’dan gelmiş bir gencin, “İbn Kasım içinizde mi?” diye sorması, işaret edilen kimseye yönelerek gözlerinden öpmesi, annesi karnında bırakılarak ilim yolculuğuna çıkan, uzun yıllar geri dönmeyen baba ve evladın kavuşma sahnelerinden sadece birisidir.
İbn Cerîr et-Taberî’nin ömrü hesab edildiğinde, akıl baliğ olmasından sonra ömrünün her gününde 14 sayfa kitap yazmak suretiyle vücuda getirdiği eserler için gösterdiği gayret ve fedakarlık sıklıkla rastlanan bir durum değildir. Zehebî’nin “Dünyada bu kitaptan daha büyüğü tasnif edilmemiştir. Bu kitabı gören birisi 400 ciltten fazla olduğunu söylemiştir.” dediği İbn-i Akil’in el-Fünun’u da benzer bir gayret olmadan meydan gelmemiştir.
Allah Rasulü (sallallahualeyhivesellem)’in ve Ashabı (radiallahuanhum)’nın ahlakıyla ahlaklanmış ulema-i kiram, Abdullah b. Uneys (radiallahuanh)’tan bir hadis almak için bir aylık yol giderek, Şam’a varan Cabir b. Abdullah (radiallahuanh) gibi gayret göstermişlerdir.
Baki b. Mahled el Endülisi’nin hikâyesi fedakârlıkların birleştiği bir örnek olarak bize yeter:
Bakiy b. Mahled’in doğu seyahatinin asıl gayesi İmam Ahmed b. Hanbel’le karşılaşıp ondan ilim almaktır. Ne var ki Bağdat yakınlarında, İmam’ın ev hapsinde olduğunu öğrenir. Şehirde ilim halkalarına katıldıktan sonra, yerini öğrenir ve İmam’ın evine gider. Hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:
Kapısını çaldım, çıkıp açtı. Karşısında duran, tanımadığı adama bir müddet baktı. Bunun üzerine, “Ey Ebû Abdullah! (Bu gördüğün adam) yabancıdır. Bu şehre ilk defa geliyor. Hadis talebesidir. Seyahatinin gayesi de sizden hadis dinlemektir” dedim. Bunun üzerine, içeri, girişe gel kimse görmesin dedi. Daha sonra “Nerelisin?” diye sordu. Endülüslü olduğumu söyleyince, “Ülken gerçekten uzak, senin durumunda olanların ilimle ilgili isteklerini karşılamaya yardımcı olmaktan bana daha hoş gelen bir şey yok. Ne var ki şu an –belki sizin de bilginiz dâhilindedir- büyük bir sıkıntı içerisindeyim.” Ona, durumu bildiğimi, şehre ilk defa geldiğimden kimse tarafından tanınmadığımı, eğer izin verilirse dilenci kıyafetiyle hadis dinlemek için kapıya gelip dilenciler gibi konuşacağımı, kendisinin sadaka verir gibi şu an bulunduğumuz yere çıkıp, bana her gün bir hadis rivayet etmesini, bunun da yeterli olacağını söyledim. Ders halkalarında ve hadis âlimlerinin yanında görülmemem şartıyla teklifimi kabul etti.
Elime bir değnek alır, bezle başımı sarar, kâğıt ve diviti de elbisemin yenine koyar sonra İmam’ın kapısı önüne gelip, bölge dilencilerinin üslubu üzere “el-ecr rahimekümullah” diye bağırırdım. O da çıkar, evin kapısını kapatır iki, üç ya da daha fazla hadis rivayet ederdi. Böylece ondan üç yüz kadar hadis dinledim.
Cevapla