İstiâze İle Alakalı Açıklama
(Euzü’ye dair) çeşitli konularla alakalı on nükte bulunmaktadır.
- *Birincisi: Sığınma (te‘avvüz) lafzı beş formdan ibarettir.
1- Eûzü billâhi mine’ş-şeytâni’r-racîm (Kovulmuş Şeytan’dan Allah’a sığınırım): Bu Hz. Nebî’den rivayet edilmiştir.[1] Kurrâ nezdinde tercih edilen de budur.
2- Eûzü billâhi’s-semî‘i’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm (Kovulmuş Şeytan’dan işiten ve bilen Allah’a sığınırım): Bu da Hz. Peygamber’den nakledilmiştir.[2]
3- Eûzü billâhi’l-azîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm (Kovulmuş Şeytan’dan azîm olan Allah’a sığınırım).
4- Eûzü billâhi’l-kaviyyi mine’ş-şeytâni’l-ğaviyy (Sapıtmış Şeytan’dan güçlü olan Allah’a sığınırım).
5- Eûzü billâhi’l-mecîd mine’ş-şeytâni’l-merîd (Asi Şeytan’dan yüce olan Allah’a sığınırım). Bu biçim sonradan ortaya çıkmıştır (muhdestir).
- *İkincisi: İster sûrenin başından başlasın isterse de sûrenin bir bölümünden başlasın Kur’ân okuyacak kişi kıraatten önce istiâzede bulunmakla emrolunur. Bu emir [vücub üzere değil de] nedb üzere konulmuştur.[3]
- *Üçüncüsü: Cumhur ulemaya göre istiâze cehrî okunur ki tercih edilen görüş budur. Hamza ve Nâfi‘den istiâzenin gizli yapılacağı aktarılmıştır.
- *Dördüncüsü: Mâlik’e göre namazda istiâze okunmaz. Ebû Hanîfe ve eş-Şâfi‘î’ye göre ilk rekâtta istiâze okunur. Bir gruba göre de her rekâtta okunur.[4]
Mâlik’in delili: Medine ehlinin amelidir.
Diğer âlimlerin delili: Allah Teâlâ’nın şu kavlidir: “Kur’ân okuduğun zaman kovulmuş Şeytandan Allah’a sığın!” (Nahl, 94). Bu ifade namazı da namaz hâricini de kapsamaktadır.[5]
- *Beşincisi: İstiâzedeki “Eûzü” ifadesi mazi sîğası ile değil de muzari sîğası ile gelmiştir. Zira istiâzenin anlamı ancak gelecek zamana dönüktür. Çünkü o bir dua mesabesindedir. Keza istiâze [tek başına konuşan kişinin kullandığı] mütekellim vahde hemzesiyle de gelmiştir ki bu Allah Teâlâ’nın “Sığın!” kavlindeki emre müşâkele olmak [yani âyette zikredilen şekle uyum ifade etmek] üzere böyle gelmiştir.
- *Altıncısı: “eş-Şeytân” ifadesiyle cinsin kastedilmesi muhtemeldir ki o zaman bütün şeytanlardan sığınmak anlamına gelir. Yahut ahd anlamının kastedilmesi de muhtemeldir. O zaman İblis’ten sığınmak anlaşılır.
“Şeytân” kelimesi ya şe-ta-ne’den gelmiştir ki bu ifade “uzak oldu” anlamındadır. Nun harfi kelimenin aslî harflerindendir. Yâ ise zâiddir [kelimenin aslından değildir]. Böyle olunca kelime fey‘âl kalıbında olmaktadır.
Denilmiştir ki: Şeytan sözcüğü “öfkesinden tutuşmak” anlamında شَاطَ Şâta kökünden gelir. Nun harfi zâiddir yâ harfi ise aslîdir. Kelimenin vezni fa‘lân şeklindedir. Eğer Şeytanı buradan hareketle isimlendirirsen elif ve nun harfi ilave edilmiş olması sebebiyle gayr-ı munsarıf olur. Birinci şekilden hareketle isimlendirirsen munsarıf olur.
- *Yedincisi: er-Racîm: fa‘îl kalıbında olup mef‘ûl mânâsındadır. Bu kelimenin iki anlama gelme ihtimali vardır: Ya lanete uğratılmış ve kovulmuş anlamına gelir ki bu İblis için uygun bir anlamdır. Nitekim Allah Teâlâ “Sen kovuldun” (Hicr, 34) buyurmuştur. Yahut da bu tabirle “yıldızlarla taşlanmak” anlamı kastedilmektedir. Bu da cins anlamına uygundur. Nitekim Allah “Biz yıldızları şeytanlara atılacak şey kıldık” (Mülk, 5) buyurmaktadır. Birinci anlam daha zâhirdir [doğruya daha yakındır].
- *Sekizincisi: Kim sıdk ile/samimi bir biçimde Allah’a sığınırsa O onu korur. Sen sıdka/doğruluğa yapışmalısın. Görmez misin İmrân’ın hatunu Meryem ve zürriyetini Allah’a sığındırınca Allah onu muhafaza etmiştir. Sahih hadiste vârid olduğu üzere Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Doğan her çocuğa şeytan dokunur da o çocuk ağlar. Sadece Meryem ve oğlu bu hükmün dışındadır.”[6]
- *Dokuzuncusu: Şeytan, Allah’ın kendisinden sakındırdığı bir düşmandır. Zira onun şerrinin yok olması düşünülemez. O Âdemoğlunun damarlarında kan gibi dolaşmaktadır ve ona ilk olarak küfrü emretmekte iman konusunda içerisine şüphe düşürmektedir. Buna kâdir olursa tamam. Yok, eğer olamazsa ona günah işlemesini emreder. Kul ona itaat ederse tamam. Yok, eğer ona uymazsa bu sefer kulu itaatten alıkoyar. Bundan da kurtulursa o zaman da kulun amelini riya ve ucub vasıtasıyla ifsad eder.
- *Onuncusu: Kulun Allah’la olan bağını koparan şeyler dört tanedir: Şeytan, nefis, dünya ve mahlûkat.
Şeytana karşı çare: Ondan Allah’a sığınmak ve ona muhalefet etmektir.[7]
Nefse karşı çare: Onu kahretmektir [yani onu boyunduruk altına almaktır].
Dünyaya karşı çare: zühddür.
Mahlûkata karşı çare ise: köşeye çekilmek ve insanlardan uzaklaşmaktır.
Besmele İle İlgili Açıklama[8]
Bu noktada on nükte bulunmaktadır:[9]
- *Birincisi: Mâlik’e göre [sûre başlarındaki] besmele Fâtiha ve onun dışındaki sûrelerden bir âyet değildir. Ancak en-Neml Sûresi’nde özel olarak [yani sûrenin içindeki bir âyette geçen] besmele bu hükümden hâriçtir.
eş-Şâfi‘î’ye göre besmele Fâtiha’dan bir âyettir.
İbn Abbâs’a göre her sûreye dâhil olan bir âyettir.[10]
Mâlik’in Delili: Sahih hadiste vârid olan şu ifadelerdir: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Bana öyle bir sûre indirildi ki onun bir benzeri Tevrat’ta İncil’de ve Furkân’da bulunmamaktadır.” Sonra şöyle devam etti: “Elhamdülillâhi rabbi’l-‘âlemîn.”[11] Bu ifadeler esnasında besmeleyi zikretmemiştir. Keza bir başka sahih hadiste şöyle geçmektedir: “Allah Teâlâ buyuruyor ki: Namazı kulumla aramda ikiye taksim ettim. Kul “Elhamdülillâhi rabbi’l-‘âlemîn” der…”[12] Burada da besmelesiz başlamıştır.
eş-Şâfi‘î’nin Delili: Hadiste vârid olduğu üzere Rasûlulah şöyle okurdu: “Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillâhi rabbi’l-‘âlemîn”[13]
İbn Abbâs’ın Delili: Mushafta her sûrenin başında besmelenin mevcut olmasıdır.
- *İkincisi: Sûreye en başından başladığın zaman besmele okursun, Berâe [yani Tevbe] sûresi bunun dışındadır. Besmele’nin Berâe Sûresi’nin başından düşme sebebini ilgili yerde açıklayacağız. Sûrenin bir parçasından okumaya başladığın zaman Ebû ‘Amr ed-Dânî’ye göre besmeleyi okumak veya terk etmek arasında serbestsin. Diğerlerine göre ise bu durumda besmeleyi terk edersin. Bir sûreyi tamamlayıp diğerine başladığında ise kurrâ besmele okuyup okunmayacağı noktasında ihtilaf etmiştir.
- *Üçüncüsü: Mâlik’e göre namazda besmele çekilmez. Eş-Şâfi‘î’ye göre sesli okunan namazlarda sesli, sessiz kıraat yapılan namazlarda ise sessizce besmele çekilir. Ebû Hanîfe’ye göre ise her iki durumda da sessizce besmele çekilir.
Mâlik’in Görüşü İki Yönden Neş’et Eder:
Birincisi: Zikrettiğimiz üzere besmele ona göre Fâtiha’dan bir âyet değildir.
Diğeri: Enes (r.a)’ten gelen sahih hadistir. Enes (r.a) şöyle demiştir: Rasûlullah’ın, Ebû Bekr’in, Ömer’in ve Osman’ın (r.anhum) arkasında namaz kıldım. Hepsi de kıraata “Elhamdülillâhi rabbi’l-‘âlemîn” diyerek başlıyor, hem Fâtiha’nın başında hem de sonunda “Bismillâhirrahmânirrahîm”i zikretmiyorlardı.[14]
eş-Şâfi‘înin Görüşü de İki Durumdan Kaynaklanır:
Birincisi: Besmele ona göre Fâtiha’dan bir âyettir.
Diğeri: [Birinci nükte içinde] zikrettiğimiz üzere hadiste onun okunduğu yönünde vârid olan ifadedir.
- *Dördüncüsü: [Araplar] Bismikellâhümme yazarlardı.[15] Tâ ki “Bismillâhi mecrâhâ (onun akıp gitmesi de Allah’ın adıyladır)”[16] âyeti inene kadar. Bunun üzerine [Müslümanlar] Bismillâh yazmaya başladılar. Tâ ki “Dilerseniz ona er-Rahmân diye dua edin”[17] âyeti inene kadar. Bundan sonra Bismillâhirrahmân biçiminde yazmaya başladılar. Tâ ki “O [mektup] Süleyman’dan gelmektedir ve “Bismillâhirrahmânirrahîm” diye başlamaktadır”[18] âyeti ininceye kadar. Bu âyet inince de “Bismillâhirrahmânirrahîm” şeklinde yazdılar.
بسم الله yazımında [اسم sözcüğündeki] elif harfi kesret-i isti‘mâl [yaygın ve fazlaca kullanım] sebebiyle terk edilmiştir.
- *Beşincisi: بسم الله ifadesindeki bâ ب harf-i cerri Basralılara göre mahzuf bir ismi müteallıktır. İbarenin takdiri “Okumaya başlamam Allah’ın adıyla olucudur” şeklindedir ve ref mahallindedir.
Kûfelilere göre ise bu bâ harf-i cerri fiile müteallıktır. İbarenin takdiri: “başlıyorum” veya “okuyorum” şeklindedir ve nasb mahallindedir.
Bunun sonradan takdir edilmesi gerekmiştir ki bu da iki sebepten ötürüdür:
Birincisi: Hasr ve ihtisas ifade etmek.
İkincisi: İsmine itina göstermek üzere Allah’ın adını öne almak. Nitekim “bismillâhi mecrâhâ (onun akıp gitmesi de Allah’ın adıyladır)”[19] âyetinde bu şekilde geçmişti.
- *Altıncısı: “İsim” sözcüğü Basralılara göre “sümüvv/yücelik” masdarından türemiş olup lâmü’l-fiili mahzuf vav harfidir. Kûfelilere göre “simetün/alamet” masdarından türemiştir ve fâü’l-fiiili mahzuf vav harfidir.
Basralıların delili: kelimenin ism-i tasğîr ve teksir (kırık çoğul) oluşudur. Çünkü bu iki durum kelimeyi aslî durumuna çevirir. Arapların “esmâ” ve “sümeyyün” tabiri fâü’l-fiilin sin harfi olduğunu gösterir ve lâm harfi illet harfidir.
Kûfelilerin görüşü mânâ açısından daha zâhirdir [daha doğrudur]. Çünkü isim kendisine isim verilen varlık için bir alamettir.
- *Yedincisi: “Allah” sözcüğü câmid ve mürtecel bir isimdir. İçerisindeki elif-lâm lâzımîdir [aslîdir], marifelik için gelmemiştir.
Denilmiştir ki bu kelime te‘abbüd anlamındaki te‘te’ellüh’ten türemiştir.
Yine denilmiştir ki: el-Velehân’dan türemiştir ki bu da hayret anlamına gelir. Akıllar onun işlerini idrak etme noktasında hayrete düştüğü için böyle denilmiştir.
Keza aslının “ilâh” olduğu ve elif-lamsız olduğu söylenmiştir. Sonra başındaki hemze kural dışı olarak hazfedilmiş ve ona elif-lâm dâhil edilmiştir.
Yine aslının elif-lamlı biçimde “el-ilâh”olduğu, hemzenin hazfedilip harekesinin lama nakledildiği söylenmiştir. Tıpkı “الَارض/el-arz” ve benzerlerinde olduğu gibi. Burada iki lam bir araya gelmiş ve biri diğerine katılmıştır.
Kendinden önceki harfin harekesinin esre olması hâricinde Allah lafzı kalın okunur. Bu tazim için böyle yapılır.
- *Sekizincisi: er-Rahmânirrahîm iki sıfattır. Rahmet kökünden gelmektedir.[20] Anlamları “ihsan” olup bu da fiilin sıfatıdır. “İhsanı murad etmek” anlamında olduğu da söylenmiştir ki bu durumda zâtın sıfatı olur.
- *Dokuzuncu: Rahman ve Rahîm arasındaki fark Rasûlullah’tan nakledildiği üzere[21] Rahmân [vasfı] dünya ve ahiret hakkında kullanılır. Rahîm ise yalnızca ahirete dönük olarak kullanılır.
Denilmiştir ki er-Rahmân ifadesi Mü’minler ve kâfirlere gösterilecek rahmet noktasında geneldir; er-Rahîm ise Mü’minlere hastır. Bu da şu âyetten ötürür “O, Mü’minlere karşı rahîmdir”[22]
“er-Rahmân” ifadesi daha umumî ve belîğdir. “er-Rahîm”in daha beliğ olduğu da söylenmiştir. Bu da “er-Rahîm” ifadesinin yücelere doğru yükselme yolu üzere “er-Rahmân”dan sonra yer almasından kaynaklanmaktadır.
- *Onuncusu: “er-Rahmân” ifadesi iki sebeple önce zikredilmiştir:[23]
-Allah’a mahsus olması.
-Sıfat olmayan isimler gibi gelmesi.
Notlandırmalarda ilaveleriyle katkı sunan Ömer Çınar’a teşekkürle…
[1] Abdürrazzâk, el-Musannef, II, 177, (r. 2610), Ebû Sa‘îd el-Hudrî’den.
[2] Ebû Dâvûd, es-Sünen, (r. 785), Hz. Âişe’den.
[3] Kur’ân tilâvetine istiâze ile başlanmasının sebebi; Kur’ân okuyucusunun istiâze ile Cenâb-ı Hakk’tan izin istemesi ve O’nun rahmet kapısını çalmasındandır. Zira bir sultanın kapısına gelen kimse, onun kapısını çalmadan huzura giremez. Kur’ân okuyucusu da Kur’ân tilavetiyle Allah’ın münacatını kastettiği için istiâze ile adeta O’ndan izin istemektedir. Çünkü Kur’ân okumadan önce dilini gıybet, yalan ve iftira gibi günahlarla kirletmiş olabilir. Dilini ve gönlünü bu kirlerden arındırmak maksadıyla istiâze okuması gerekir. (Muhammed Emîn el-Hererî, Hadâiku’r-Ravhi ve’r-Reyhân, c.1, s.18)
[4] Bilindiği üzere namazlarda istiâze gizli okunur. Fâtiha Sûresi’nin başında Besmele okumanın farz olduğunu söyleyen mezheplerde dahi istiâze gizli okunmaktadır. Bunun hikmetine dâir bazı müfessirlerimiz şu yorumu yapmıştır: Namazda istiâzeyi gizli okuyan kimsenin misali, saldırgan bir düşmandan kaçan kimsenin misaline benzer. O, kendisini düşmandan nasıl gizliyorsa, istiâzeyi gizli okuyan kimse de gizli okumak sûretiyle azılı düşmanı şeytandan gizlenmekte ve yürekten bir imdat ile Allah’ın himâyesine sığınmaktadır. (Âyetullâh Destgayb, el-İstiâze, s.8.)
[5] Bk. İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, I, 55.
[6] el-Buhârî, el-Câmi‘u’s-Sahîh, (r. 4548); Müslim, el-Müsnedü’s-Sahîh, (r. 2366), Ebû Hureyre’den (r.a).
[7] Şeytan, ekseriyetle insanoğlunun üç hâlinde ona musallat olur ve bu hâllerde kişinin yapacağı hayırlara engel olmak için çalışır. Bu üç hâl; kişinin verdiği sözler, nezirler ve sadaka vermeye niyetlendiği vakitlerdir. Mesela kişi, bir hayır yapacağına dair söz verdiğinde, ya da şartlarına uygun bir nezirde bulunduğunda, şeytan derhal buna engel olmak için harekete geçer. Aynı şekilde sadaka vermeye niyetlendiğinde, şeytan tüm gücüyle ona engel olmaya çalışır. Mesela elini cebine atıp sadaka vermek istediğinde, şeytan adeta onun elini tutar ve fakirlikle korkutmak ya da sadaka vereceği kişinin sadakayı hak etmediği düşüncesini kendisine telkin etmek sûretiyle onu sadaka vermekten vazgeçirmeye çalışır. (Âyetullâh Destgayb, el-İstiâze, s.14.)
[8] İstiâzenin Besmeleden önce okunmasının hikmeti, kalp temizliğinin, kalbi süslemekten önce olmasındandır. (التَّخْلِيَةُ قَبْلَ التَّحْلِيَةِ) Yani istiâze okuyan kul, önce kalbini kötülüklerden temizler daha sonra da Besmele okuyarak kalbini Besmelenin faziletiyle süsler. Temizlik, süslemeden önce olacağı için İstiâze de Besmeleden önce okunmaktadır. (Muhammed Emîn el-Hererî, Hadâiku’r-Ravh c.1, s.22.)
[9] Bk. İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, I, 58.
[10] Bu görüşe göre Tevbe Sûresi hariç bütün sûrelerin başında Besmele vardır. Tevbe Sûresi de Berâe (بَرَٓاءَةٌ) kelimesiyle başlar. Buna göre Kur’ân’ın bütün sûreleri Be (ب) harfiyle başlar.
[11] Mâlik, el-Muvatta’, (r. 231); et-Tirmizî, el-Câmi‘, (r. 2875); Ahmed, Müsned, (r. 9345), uzun bir hadisin zımnında.
[12] Müslim, el-Müsnedü’s-Sahîh, (r. 395).
[13] et-Tirmizî, el-Câmi‘, (r. 245).
[14] Müslim, el-Müsnedü’s-Sahîh, (r. 399).
[15] İlk defa ‘‘Bismikellâhümme” yazan kişi Ümeyye bin Ebi’s-Salt adında bir zattır. Putperestlikten yüz çevirmiş Hanifliği benimsemişti. (Suyûtî, Muhâderatu’l-Evâil ve Müsâmeratu’l-Evâhir, s.41)
[16] Hûd, 41.
[17] el-İsrâ, 110.
[18] en-Neml, 30.
[19] Hûd, 41.
[20] Rahmet, kalbin yumuşaması ve şefkat göstermek demektir. Anne rahmi de buradan gelmektedir. Çünkü anne, rahminde bulunan bebeğe oldukça merhametlidir. (Mustafâ Hayrî el-Mansûrî, el-Muktetaf, c.1, s.11)
[21] İbn Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, I, 127.
[22] el-Ahzâb, 43.
[23] Allah, Rahmân ve Rahîm isimlerinin sıralanmalarındaki hikmet: Allah ismi ne müfred ne de izafeli olarak başkası için kullanılmaz. Rahmân ismi, müfred olarak başkası için kullanılamazken; izafeli olarak başkası için kullanılabilir. Rahmânu’l-Yemâme gibi… Rahîm ise hem müfred hem de izafeli olarak başkaları için kullanılabilir:
لَقَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ اَنْفُسِكُمْ عَزيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَريصٌ عَلَيْكُمْ بِالْمُؤْمِنينَ رَؤُفٌ رَحيمٌ
‘‘Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.’’ (Tevbe, 128)
Cevapla