Her ilim sahası insanların davranışlarını kendi kriterlerine göre tasnif edebilir. Gerçi sadece insanları değil, tüm canlılar için çeşitli tasniflerin mümkün olduğu malum. Bu tasnif hangi ilim dalının sahasına giriyor bilmiyorum ama insanları “hizmet edenler”, “hizmetin muhatapları” ve “her iki sınıfa da girebilecek olanlar” şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutasım geldi. Bilmem bu fakirin kaleminden çıkan yazıları az biraz okumuş olanlar için hizmetten kastımızın zenginlere hizmet eden yardımcılar/hizmetçiler olmadığını ayrıca belirtmeye gerek var mı?
“Hizmet edebilmenin gönül işi olduğu” söylemi belediyecilik sloganı olması yönüyle hafife alınadursun, büyük bir hakikati de içinde barındırıyor. Evet hizmet etmek gönül işidir. Bazı vakıf ve derneklerin faaliyetlerini dostlarıma anlatırken şöyle demiştim:
“Bu vakfın gönüllülerine bir bakın, onlar size hizmet ederken sevinçten yüzlerinin güldüğünü göreceksiniz. İyi bakın, onlar size hizmet etmekten zevk alıyorlar.”
Siz böylelerine denk geldiniz mi bilmiyorum ama ben gördüm ve biliyor musunuz onların bu amelleriyle ahiretlerini güzel kıldıklarına yürekten inanıyorum. Hiç ummadıkları güzelliklerle karşılanacaklarını düşünüyorum.
Şimdi de asıl gelmek istediğim yeri söyleyeyim: Ekserîsi ilim ehli değil. Onlar, bildikleriyle hizmet etmiyorlar. Gönüllerini ortaya koymuşlar. Buraya gelmek istediğimi söyledim; çünkü garip bir şekilde, hizmetin sadece çetrefilli meselelere dair ilmî hâkimiyetin sağlanması suretiyle gerçekleşebileceğine inanmaya başladığımızı gözlemliyorum. [Umarım yanılıyorumdur]
Özellikle müspet fikrî yapıya sahip genç neslimizin böyle bir düşünceye kapılması, sair sahaların hizmetten mahrum kalmasıyla sonuçlanacağından hiç şüphe yok. Hizmet etmek insanlara tartışmalı hadis meselelerinden, çetrefilli kelâmî bahislerden, ciddi siyasî analizlerden hatta yorumlara dayalı tarîhi değerlendirmelerden bahis açmakla, bu konularda izahlara girişmekle olmaz. Hele ki hiç gündeminden olmayan insanların gündemine bunları sokmak, hizmet değil belki de hezimete sebep verebilir. Söz konusu hususlarda herkes vukufiyet gösteremez ve kafa karışıklığına boğulup kalabilir.
Meselenin bir başka yönü ise, kişinin ilim öğrenmek ve bunları öğretmek için gösterdiği gayretin netice itibariyle başta kendi helâkine sebebiyet verebileceğini unutmasıdır. Evet ciddi bir problem olarak önümüzde duruyor ki, gerekli donanıma sahip olmadan, şahsî nefis tezkiyesini gerçekleştiremeden insanlar tarafından tanınan, uzaktan tanımışlığın bir neticesi olarak haddinden fazla hürmetle muhatap olan kimseler her geçen gün daha azgın bir tutum sergiliyor. Daha çok şey bildiğini, daha çok okuduğunu, yazdığını, tenkid edebildiğini, aforizma üretebildiğini hasılı daha fazla “bilinmeyi hak ettiğini” göstermeye çalışıyor.
Ya da tam tersi, kabiliyeti ona el vermemesine rağmen, insanların onun omuzlarına yüklediği misyon onu alıp bambaşka yere götürebiliyor. İnsanların talebini karşılayabilmek adına hâkim olmadığı meselelere girmekten imtina etmiyor.
Bunun o şahsa verdiği/vereceği zarar dışında umumî birtakım arızalara da sebep verdiği malum.
- İnsanlar yetkin olmadığı halde o kişinin görüşlerine itibar ediyor.
- Bu tür insanların propaganda kabiliyeti yüksekse, hakiki ilim sahiplerinin gölgede kalmasına sebep oluyor.
- Cehaletleri bir gün ifşâ olacağına göre ümmetin “marka isimlerinin” “kalitesizliği” sorunu doğacak.
- İnsanlar gerçek alimlerden hep habersiz kalacak.
Peki ne yapmalı?
Öyle zannediyorum ki evvela herkes sürdüğü hayatın gereğinden fazlasına teveccüh göstermese bu arızalar büyük oranda önlenmiş olacaktır. Bana kızmayın, kimseyi küçümsüyor değilim ama 8-5 çalışıyor ve bildiklerinizi insanlara anlatmak gibi bir sorumluluk taşımıyorsanız, meselâ kelamî ilimlere ilgi duymanız makul değil. Neden ilgi duyduğunuzu kendinize sorun. Hele hele, bu konumdaki kişilerin temel hadis kitaplarından bîhaber, muhtasar tefsirlerden nasipsiz, siyer eserlerinden uzak olması arızanın büyüklüğüne işaret ediyor. Ve bize şunu söylüyor: Şeytan bizimle oynuyor.
Gelin Örnek Alalım
Evet, gelin örnek alalım. Meselâ Ladikli Ahmed Ağa, ümmi idi. Başta Konya olmak üzere, bütün Anadolu coğrafyasına ünü yayılmıştır. Ne yapmış? İnsanları sevgiyle kucaklamış, Allah ona manevî makamlar nasip etmiş, hizmetine öyle devam etmiş. Meselâ Süleyman Hilmî Tunahan Hz. bir eser dahî kaleme almış değildir. Cumhuriyet döneminin en büyük isimlerinden birisi olmasına rağmen yaptığı şeylere bir bakın, küçük çocuklara Kur’an öğretmekle meşhur olduğunu göreceksiniz. Ama siz onun sadece bu hizmetiyle büyük olduğuna inanmıyorsunuz değil mi?
İlmî, ilim öğrenmeyi zemmediyor değiliz (haşâ). Fakat, ilmî meseleleri ehline havale etmeyi bilmeyi öğrenmemiz ve bizim en yetkin olduğumuz sahada hizmet etmeye geçmemiz gerektiğini söylemeye çalışıyorum. Kimsenin yazdığı birkaç cümle tweet ile “elinden geleni” yaptığını söyleyemez.
Biliyor musunuz, bence mahallemizde, bizim adımızı bilmeyen ama gayrimeşru işlerle vakit geçiren bir çocuk/bir genç varsa elimizden geleni yapmış sayılmayız. Dolayısıyla hakkıyla hizmet ettiğimizi de söyleyemeyiz.
Bilmem siz ne düşünürsünüz?
Cevapla