Cübbeli Ahmed Hoca ve beraberindekiler bir süredir Hindistan’da Müceddidiyye Silsilesinden Meşâyıh’ın kabirleri başta olmak üzere, bir dizi ziyaretlerde bulunuyorlar. Bu ziyaretler kapsamında, İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin (Kuddise Sirruhû) Hind diyarına vaktiyle gönderildiklerini –keşfen- beyan buyurdukları Peygamberlerin –yine kendileri tarafından keşfen işaret edilmiş kabirlerinin- de ziyaret edildiği anlaşılıyor sosyal medyada yer alan birtakım fotoğraflardan. Bu konuya biraz daha yakından bakalım…
İsra Sûresinin 15. Âyetinde: ‘’Biz Peygamber göndermediğimiz hiçbir halkı cezalandırmayız’’ buyrulmakta ve buna bağlı olarak Nahl Sûresinin 36. Âyetinde: ‘’biz her kavme bir peygamber gönderdik’’, hitabı geçmekte, İbrahim Sûresi’nin 4. Âyetinde: ‘’Her kavme kendi diliyle tebliğde bulunan bir Peygamber gönderildiği’’[1] haber verilmekte ve yine Kur‘ân’da (ve sünnette) haberleri/kıssaları yer alan Peygamberlerin sayısının, gönderilmiş olan Peygamberlerin niceliğine oranla pek az olduğu (yani bunlar dışında da Peygamberler gönderildiği) belirtilmekte[2] ve ayrıca 220.000 ya da 224.000 kadar (tam sayısını rabbimiz bilir) Peygamber gönderildiği kaydedilmektedir.[3]
Elimizdeki işbu malumata göre; Kur‘ân ve Sünnette haberi yer alan Peygamberlerin gönderilmiş olduğu bölgelerin dışında kalan yeryüzünün, her bir ayrı kavmin bulunduğu/yaşadığı bölgesine elçiler gönderildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla Hind diyarına da ilâhî hitâbı ulaştıran ve kendilerinin yalanlanması sebebiyle halkların helak edildiği birtakım elçiler gönderilmiştir.
Keşif her ne kadar müstakil bir bilgi kaynağı değilse de, Kur‘ân ve Sünnet bütünlüğüne ters düşmedikçe hatta onunla örtüşüp bazı hususları açıklayıcı bir niteliğe sahip olduğu takdirde, keşif sahibinin de şahsiyeti (salih bir kimse olup olmamasına) göz önüne alınarak tali bir bilgi aracı olarak değerlendirilebilir.
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (Kuddise Sirruhû) girişte belirtmiş olduğumuz i‘tikâdî konuları izâh ederken, Hind diyarına gönderilmiş olan Peygamberlerin bulunduğu yeri (nûr gördüğünü ifade ederek) keşfettiğini hatta oraları tarif edebileceğini belirtmiştir. Muhtemelen o bölgeleri ilgilere tarif etmiş ya da göstermiştir ve o kabirler bu işaretlerden yola çıkılarak belirlenmiştir.
Keşfen Kabir Tespiti
Keşfen kabir tespitinin tarihte birçok örneği vardır. İstanbul’un Fethi için iştirak ettiği orduyla Surdışı’na kadar gelip orada şehit düşen ve defnedilen Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Küleyb el-Ensârî (v.49) (Eyüp Sultan) (Radıyallâhu Anh) Hazretlerinin kabrinin Akşemseddin Hazretleri tarafından keşfedildiğini de bu bağlamda hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Sonuç olarak bunu dileyen tasdik eder, dileyen tasdik etmez; fakat tasdik etmeyen, edene de bir şey diyemez. Said Nursi Hazretleri merhum da İmâm-ı Rabbânî Hazretlerinin bu keşfini, ilgili i‘tikâd bahislerinde kaydetmiştir.[4]
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin İlgili Mektubu
İ‘tikâdî Mektuplarından; akıl ve Allah Te‘âlâ’yı bilme münasebeti, Rasullerin gönderilmesinin sebep ve hikmetleri, peygamber tebliği ulaşıp ulaşmama konusunda insanların durumu, Dâr-ı Harbde bulunan müşrik çocuklarının uhrevî durumu ve Hind diyarına Peygamber gönderildiğine dair bilginin tahkiki gibi konuları havî, Mahmudzâde Muhammed Said (Kuddise Sirruhû) Hazretleri’ne yazılmış olan 259 numaralı Mektuptan:
Ey oğul…
Geçmiş ümmetleri de düşünüyorum; bir yer parçası bulamıyorum ki, oraya bir peygamber gönderilmiş olmasın. Hatta bu muameleden mahrum zannedilen Hind diyarına bile…
Hindistan halkından peygamberler gönderildiğini buluyorum. Onlar gelip kendilerini Yüce Hakka davet etmişlerdir. Bazı Hind beldelerinde; şirk karanlığı içinde aydınlık veren kandiller gibi peygamberlerin nurları parlamaktadır. İstersen, bu beldeler tayin edebilirim. Bir peygamber görüyorum: Kendisini hiç kimse tasdik etmemiş davetini de kabul etmemiş… Bir başka peygamber görüyorum: Kendisini bir kişi tasdik edip inanmış.
Bir başka peygamberi dahi, ancak iki kişi tasdik etmiş… Bazı peygamberi dahi ancak üç kişi tasdik etmiş… Ancak Hind diyarında bir peygamberi üç kişiden fazla tasdik eden yok. Kendisini tasdik edip tabi olanı dört kişi olan hiç bir peygamber görmedim. Bazı Hintli kafirlerin kitaplarında, Yüce Hakkın varlığına, sıfatlarına, tenzihlerine ve tasdiklerine dair yazdıkları tümden: Nübüvvet kandilinden iktibas edilen nurlardandır. Zira geçmiş ümmetlerin her asrında, peygamberlerden biri gelmiş; Yüce Hakkın varlığını sıfat-ı sübutiyesini tenzihlerini ve takdislerini haber vermiştir. Eğer o büyüklerin varlıkları olmasaydı; bu hizlanda kalanlar, küfür zulmetiyle mülevves olan kısır ve kör akılları ile bu devlete nasıl erebilirlerdi. Hâlbuki bu hizlanda kalan kısa akıllılar, haddizatında kendi ülûhiyetlerine hükmederler; kendilerinden başka ilâh isbat etmezler. Nitekim Mısır Firavun’u şöyle demişti:
— «Sizin için, benden başka ilâh bilmiyorum.» (28/38)
Daha sonra şöyle dedi:
— «Eğer benden başka ilâh tutarsan and olsun: zindandakilerden ederim.» (26/29)
Ancak, o kimseler, ne zaman ki, peygamberlerin verdikleri haberlerden bu âlemin bir yaratıcısı olduğunu bildiler; o zaman: Bu hizlanda kalanların bazıları yaptıkları iddiaların kötülüğünden utandı. Taklid ve tesettür yollu. Yüce Yaratıcının varlığını isbata çalış. Amma sandı ki: O kendisine sirayet etmiş ve kendisi ile birleşmiş. İşbu hak yolundan, halkı kendine tapmaya çağırdı. Hâlbuki Yüce Allah, zalimlerin ettikleri sözden yana çok çok yüksektir.
Muhtemel Bir İtiraza Cevap
Yukarıda geçen sözümüz üzerine, kısa akıllı birinden gelen şöyle bir itirazın sözü edilemez:
— Eğer Hind diyar oda bir peygamber gelmiş olsaydı; bunun haberi bize ulaşırdı. Bu haber, tevatür halinde naklolunur ve davetçiler çoğalırdı. Böyle bir şey hiç olmamıştır.
Bunun için şu cevabı veririz:
— Bu peygamberlerin daveti, umumi bir davet değildir. Onlardan: Bazısının daveti, bir kavme mahsustur. Bazısının daveti, bir karyeye veya bir beldeye (köye veya şehire) mahsustur. Şu da mümkündür ki: Allah-ü Teâlâ, bir kavim veya bir karye içinde bir şahsı bu devletle müşerref etmiştir. O da çıkar: Diğerlerini Yüce Yaratıcıyı bilmeye davet eder; onun zatından başkasına tapmayı da yasaklar. Ama o davet ettiği kimseler, onu yalanlar ve bu yaptığını cehaletine ve dalâletine yorarlar. Onların bu inkârları ve tekzipleri son haddine vardığı zaman, Allah-ü Teâlâ, peygamberine olan gayretinden onları helak eder.
Yine mümkündür ki: Bundan sonra, aradan bir müddet geçince, bir başka kavme veya karyeye bir peygamber daha göndere: öncekilere yaptığının aynısını bunlara da yapa… Ve bu durum, Allah’ın dilediği kadar devam edip gider. Hind diyarında, bu gibi helak olan karyelerin izleri çoktur. O kavimler her ne kadar helak olmuşlarsa da, davet kelimesi akranları arasında baki kalmıştır. Bu mana bir âyet-i kerimede şöyle anlatıldı:
— «Bunu, dönmeleri ümidiyle, aralarında baki bir kelime eyledi…» (43/28) Peygamberlerin nübüvvet haberinin bize ulaşması; ancak onları, çokça cemaatin tasdik etmesine bağlıdır. İşleri, anlatıldığı manada olsaydı; durumları bize ulaşırdı. Amma bir şahıs gelir: bir kaç gün davet eder de giderse… hiç kimse de onun davetini kabul etmezse… bundan sonra bir başkası gelir; birincinin yaptığı gibi yapar ve kendisini bir şahıs tasdik ederse., bunlardan başka gelen birini dahi üç kişi tasdik ederse… böyle birilerin haberi nasıl yayılır?.. Hâlbuki, kâfirlerin tümü inkâr makamındadırlar. Babalarının dinine aykırı olanları reddederler. Mana bu olunca, kim nakledecek ve nakil işi olsa dahi kime nakledecek?..
Sonra…
Risalet, nübüvvet, peygamber lafızları, Arap ve Fars dillerindedir. Resulûllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin daveti tek ve umumî oluşu dolayısı ile bu lafızlar kullanılmıştır. Bu lafızlar da Hind dilinde yoktur ki; burada çıkan peygamberlere:
— Nebi, resul, peygamber… Diyeler. Yahut onları bu gibi isimlerle anlatalar… Bunlardan başka, muaraza yolu ile o sualin cevabına şöyle ele diyebiliriz:
— Mademki bunlara Hind diyarında peygamber gelmemiş; dilleri ile onları davet etmemiştir; o zaman, bu kavmin hükmü dağ başında yaşayan kimsenin hükmü gibidir. Bu temerrüdlerine ülûhiyet davalarına rağmen; onlar cehenneme girmeyecekler, kendilerine daimî azap olmayacaktır. Ne var ki, böyle bir şeye akl-ı selim razı olmaz… Sağlam keşif böyle bir şeye yol vermez. Hâlbuki biz, onların bazı inatlaşanlarını cehennemin ortasında müşahede ediyoruz. Halin gerçek yüzünü en iyi bilen, Sübhan (olan) Allah’tır.
(Mektûbâttan iktibas sona erdi.)
[1] Zikretmiş olduğumuz İsra Sûresi 15, Nahl Sûresi 36 ve İbrahim Sûresi 4. âyet-i kerîmelerin yanı sıra aynı konuyla ilgili olarak Ra’d Sûresi 7, Yûnus Sûresi 47, Fâtır Sûresi 24. ve Mülk Sûresinin 8. ve 9. âyet-i kerîmeleri de birlikte değerlendirilmelidir.
[2] Bkz. Nisa 164 ve 165; Mü’min Sûresi 78
[3] Peygamberlerin sayısından haber veren rivâyetler için bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 5/265; İbn Hibbân, es-Sahîh 2/77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 8/217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2/652; et-Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 1/95.
[4] Bkz. Risâle-i Nûr, Mektûbât, 28. Mektup.
Son peygamber Hz.Muhammed değil mi? Hz.Eyüp nasıl peygamber oluyor? onunla aynı dönemde yaşamış bir sahabeye nasıl peygamber diyebiliyorsunuz?
Hz Eyüp diye ayrı bir peygamber var, Eyyüb el Ensari ise sahabedir.