Giriş
İlim ve kültür tarihi ciddi bir biçimde analiz edildiğinde İslâmî ilimlerin ilk olarak Hicaz coğrafyasında neşv-ü nema bulduğu görülecektir. Mekke, Medine, Kufe, Mısır, Şam, Merv, Serahs, Buhara, Semerkand gibi şehirlerin sırasıyla ilim merkezi haline geldiğini belirten Muhammed Zâhid Kevserî’ye göre ilmî anlamda cazibe merkezi hâline gelen son coğrafya Hint Alt Kıtası’dır. Abdülkadir Macit’in “Bizim için neredeyse ikinci Endülüs ve alem-i İslam’ın tabiri caizse laboratuvarı” dediği Hint Alt Kıtası Lothrop Stoddard için “sureti siretine uymaz garip bir bölge”dir.
“Bizim milyonlara varan tebamız ile aramızda tercümanlık edecek bir topluluk oluşturmamız gerekmektedir. Bu öyle bir topluluk olmalıdır ki, kan ve renk açısından Hintli, ancak zevk, düşünce, kelimeler ve anlayış açısından İngilizler gibi olmalıdır.” diyen İngiliz tarihçi Lord Macaulay bir şeyi hesap edememişti: “Bizim eğitimimizin maksadı içlerinde İslâm kültür ve medeniyetine ait duyguların yeşerdiği, dinî ve siyasî açıdan İslâmî şuurun canlı olduğu, renk ve nesil açısından Hindistanlı, ancak duygu ve düşünce yönünden İslâmcı olan gençler yetiştirmektir.” düşüncesini savunan Diyobendîler!
İslami ilimlerin muhtelif dallarına ait verdikleri muhalled eserlerle Hint Alt Kıtası’nın dünya çapında şöhrete sahip en büyük eğitim ve ilim hareketi olarak kabul edilen Diyobendiler hakkında birkaç makale ve ansiklopedi maddesi dışında Türkçe kaynak bulunmaması bu önemli hareketin Türkiye’de tanınması noktasında engel teşkil etmektedir. Bu çalışmada Daru’l-Ulum Diyobend hakkında genel bilgi verilmesi amaçlanmaktadır.
Daru’l-Ulum’un Kuruluşu
Daru’l-Ulum Diyobend’in temelleri 1857 Büyük Hint Ayaklanması’ndan sonra İngilizlerin Hint Alt Kıtası’na hakim olmalarını gayret-i diniyyelerine yediremeyen Muhammed Kasım Nanutevi[1] ve Reşid Ahmed Ganguhi öncülüğünde bir grup genç âlim tarafından 30 Mayıs 1866 tarihinde Delhi’ye yakın Seharenpur’a bağlı Diyobend kasabasında atıldı.[2] Daru’l-Ulum Diyobend’de ilk ders Çatta Mescidi’nin önünde bugün yerinde şadırvan bulunan nar ağacının altında yapıldı.[3] Daru’l-Ulum’un Diyobend’de açılmasının ulemanın gördüğü bir rüyaya dayandığı[4], Muhammed Kasım Nanutevi’nin rüyasında Allah Resulü’nü (s) gördüğü, Resûlullah’ın (s) da ona nasıl bir medrese yapması gerektiğini bizzat anlattığı rivayet edilmektedir.[5] Diğer bir rivayete göre ise Muhammed Kasım Nanutevi rüyasında Allah Resûlü’nü (s) öğrencilere süt ikram ederken görmüştür. Her bir öğrencinin kapasitesine göre Allah Resulü’nün (s) elinden içtiği süt ilim olarak yorumlanmıştır. Başka bir rivayete göre de Daru’l-Ulum Diyobend hocalarından Mevlânâ Refîuddin rüyasında Kabe’nin Diyobend’in bahçesinde olduğunu görmüştür.[6]
Sekiz Prensip
Muhammed Kasım Nanutevi Daru’l-Ulum için sekiz temel prensip belirlemiş ve bunlara riayet edilmesi noktasında hassas olunmasını istemiştir. Günümüz İslami kurum ve kuruluşlarının da bu prensiplere riayet etmesi halinde bugünkü durumlarından çok daha iyi bir hale geleceklerine şüphe yoktur. Medreselerin bekası için gerekli görülen bu prensipler sırasıyla şöyledir:
- Medresenin bakımı için fon sağlanması
- Öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması
- Şura ehlinin düzeni sağlayarak fikir birliğini tesis etmesi
- Medresenin hocalarının aynı meşrepten olması
- Müfredatın daha önce belirlenen şekilde olması
- Medresenin onarımı için bir gelir kaynağının temin edilmesi
- Hükümetin ve zenginlerin katılımı medrese için zararlıdır.
- İyi niyet ve böyle iyi niyetli kişilerin sağlayacakları fonlar.[7]
Muhammed Kasım Nanutevi tarafından belirlenen bu sekiz prensibin her biri üzerinde uzun uzun durmak gerekir; ancak prensiplerin ana fikrini tek bir kelime ile ifade etmek gerekseydi zannediyorum “ihlas” bunun için yeterli olurdu. Zaten ihlas değil midir ki bir’i bin eden? Daru’l-Ulum için de öyle olmuştur.
İlk Talebe
Muhammed Kasım Nanutevi ve Reşid Ahmed Ganguhi tarafından 1866’da kurulan Daru’l-Ulum Diyobend’in ilk talebesi Şeyhu’l-Hind unvanıyla maruf Mahmud Hasan Diyobendi’dir.[8] Mezun oluncaya kadar başta Muhammed Kasım Nanutevi ve Reşid Ahmed Ganguhi olmak üzere Daru’l-Ulum Diyobend’in pek çok hocasından istifade eden, muhaddis Abdulğanî Müceddidî’den hadîs, Çiştiyye tarikatı şeyhi Hacı İmdadullah Muhacir Mekki’den tasavvuf dersleri ve hilafet alan Mahmud Hasan Diyobendi, Nanutevi ve Ganguhi’den sonra Daru’l-Ulum Diyobend’in yönetimini üstlendi.
Medrese ekolü tarafından üniversite gençliğine karşı gösterilen menfi tutumu göstermeyip onların ıslah edildiği takdirde Müslümanlar için çok hayırlı hizmetler göreceğini ifade eden Mahmud Hasan Diyobendi zamanında Daru’l-Ulum Diyobend’in maddi gelişimine paralel olarak eğitim kalitesi de ciddi bir şekilde yükselmiştir.[9] Eğitim kalitesi sayesinde kısa zamanda şöhreti tüm İslam aleminde duyulan ve Afganistan, Türkistan, Buhâra, Yemen ve Endonezya gibi bölgelerden öğrenci kabul etmeye başlayan Daru’l-Ulum Diyobend için “Hint Alt Kıtası’nın Ezher’i” anlamında “Ezheru’l-Hind” denilmeye başlanmıştır.
Mahmud Hasan Diyobendî Daru’l-Ulum’un kuruluş maksadını şöyle ifade etmiştir: “Bu medrese sadece ilim yapmak için kurulmadı. Medreseyi kuranlara en yakın olanlardan biri benim. Bu medrese 1857 bağımsızlık hareketindeki kayıplarımız göz önünde tutularak kurulmuştur. Hocamın (Nânevtevî) yapmayı arzuladığı şeyleri yapmaktan geri durmayacağım.”
Kurucu Heyet ve İdari Yapı
Delhi’ye 150 km uzaklıktaki Diyobend kasabasında kurulan Daru’l-Ulum’un ilk kurucu heyeti şu isimlerden oluşuyordu:
- Muhammed Kâsım Nanutevî
- Reşîd Ahmed Ganguhî
- Zülfikar Ali
- Muhammed Ya‘kub Nanutevî
- Mevlânâ Fazlurrahmân
- Hacı Muhammed Âbid
- Mevlânâ Refîuddin.[10]
Daru’l-Ulum’un idari yapısı ise şu üç kişiden müteşekkildi:
- Sarparast: En üst düzey yetkilidir.
- Muhtemim: İdari yapının en üst düzey yetkilisidir.
- Baş Müderris: Eğitim öğretimden sorumlu kişidir.
Daru’l-Ulum’u bir yönüyle günümüzdeki üniversitelere benzetmek mümkün. Bu durumda sarparast rektör, muhtemim genel sekreter, baş müderris ise dekan olarak düşünülebilir.[11] 1892 yılında ise sarparast, muhtemim ve baş müderrise ek olarak Daru’l-Ulum’un idari yapısına bir kişi daha eklenmişti: Müftü! Daru’l-Ulum’da danışma konseyi ise yöneticilerden ve yedi üyeden oluşuyordu.[12]
Daru’l-Ulum’un Bölümleri
Daru’l-Ulum Diyobend’de 1912’de başlatılan devre-i hadis ile 1932’de başlatılan devre-i tefsir programlarının[13] düzenli bir şekilde devam etmesi amacıyla 1912 yılında Darulhadis, 1940 yılında ise Daruttefsir kurulmuştur.[14] Meclis-i Ma’arifi’l-Kuran ise, Kur’an ilimleri ve daha ziyade tefsir sahasında araştırma yaptırmak ve eser telif etmek amacıyla kurulmuştur.[15] 1892 yılında kurulan Darulifta departmanında öğrencilere fetva verme usulü öğretilmekte ve halkın sorduğu sorulara müftilerin verdiği fetvalar derlenmektedir.[16] Daru’l-Ulum Diyobend’in ilk müftüsü Azizurrahman’ın fetvalarının “Fetava-yı Daru’l-Ulum Diyobend” adıyla on beş cilt halinde yayınlanması, Daru’l-Ulum’daki bir müftünün iş yoğunluğu hakkında fikir vermektedir.[17]
Geleneksel tarzda medrese eğitimi sistemini benimseyen, Mısırlı Reşid Rıza’nın ve Muhammed Zahid Kevseri’nin takdir ve övgüyle bahsettiği[18] Daru’l-Ulum Diyobend’in, 1980 yılına kadar Urduca, Arapça, İngilizce neşrettiği dergi ve gazetelerin sayısı yüz otuzdan fazladır.[19] Abdülhamit Birışık’ın belirttiğine göre Daru’l-Ulum Diyobend’in kütüphanesinde bin beşyüzü aşkın yazma eser, yüz otuz bin kadar da kitap vardır.[20]
Daru’l-Ulum’da Tedrisat
Kendisini tamamen İslami ilimlere vakfetmiş donanımlı alimler yetiştirmeyi şiar edinen Daru’l-Ulum Diyobend’de tedrisat Urduca[21] yapılmakta ve Molla Nizameddin tarafından düzenlenen Ders-i Nizami[22] uygulanmaktadır.
Daru’l-Ulum’un eğitim anlayışının temelini ise hadis ilmi oluşturur. Bu durumun doğal bir neticesi olarak Daru’l-Ulum’daki en etkin ve yetkin hoca Şeyhü’l-Hadis’tir. Hadis ilmine ayrı bir önem veren Diyobendiler sadece yetenekli talebeleri hadis sahasına yönlendirirler. Bir keresinde ilim noktasında yetersiz bir öğrenciye Tirmizi okutması istendiğinde Reşîd Ahmed Ganguhî; “Bu durumda bir öğrenciye fıkıh ya da Urduca veya Farsça öğretin! Hadis değil!” demiştir. Daru’l-Ulum’da üzerinde en fazla durulan şer’i ilimler noktasında hadisten sonra ikinci sırada fıkıh gelir. Ciddi bir Hanefi fıkıh eğitiminin verildiği Daru’l-Ulum Diyobend’de İslam’ı asli kaynaklarda verilen esaslar ve uygulamalar üzerine kurulu bir hayat tarzı olarak gören ulema itikadi sapmalar ile özellikle Hinduizm’den kaynaklanan hurafeler ve bidatler üzerinde hassasiyetle durmaktadır.[23]
Daru’l-Ulum ve Tasavvuf
“Tasavvuf bir hâl ilmidir, kâl ilmi değildir.” şeklindeki vecizenin Daru’l-Ulum’da tecelli ettiğini söylemek mümkün; ancak Diyobendilerin ehl-i tasavvuf olduğu genellikle ıskalanan bir gerçektir. Bu yanlış algının temel sebebi özellikle de Brelvi ekolünün Diyobend ulemasını ısrarla Vehhabilikle ilişkilendirme gayretidir. Diyobendilerin kaynakları incelendiğinde Brelvilerin bu iddialarının tamamen temelsiz olduğu görülecektir. Şöyle ki ders veren hocaların ve müderrislerin birçoğunun aynı zamanda tasavvuf erbabı olduğu Daru’l-Ulum’da Nakşibendilik ve Çiştiyye tarikatı oldukça etkilidir. Diyobend uleması tasavvufu bir eğitim ve yaşama disiplini olarak ele almış ve bunun sonucu olarak müfredat içerisine tasavvuf eğitimini de dahil etmişlerdir.[24] Hal böyle iken Diyobendileri tasavvuf düşmanı veyahut tasavvuf karşıtı göstermenin makul bir açıklaması olabilir mi? Bir kere daha altını çizerek ifade etmek gerekir ki Diyobend uleması amelen Hanefi, itikaden Eş’ari veya Maturidi, fikren Veliyyullâhî, usûlen Kâsımî ve meşreben sufidir.[25]
Daru’l-Ulum kurulduğu günden itibaren Diyobendiler ile tasavvuf arasında sıkı bir bağ vardır. Diyobendîlerin tarîkattaki en büyük lideri Çiştiyye, Nakşibendiyye, Kadiriyye ve Sühreverdiyye tarikatlarından icazetli Hacı İmdadullah Muhacir el-Mekki’dir. Diyobend ekolünün önemli isimlerinden Reşîd Ahmed Ganguhî, Mahmud Hasan Diyobendî, Eşref Ali et-Tehanevi Hacı İmdadullah Muhacir el-Mekki’den hilafet alan isimlerden sadece birkaçıdır. Eşref Ali et-Tehanevi’nin silsilesini bugün Pakistan ulemasından Muhammed Takî Osmânî devam ettirmektedir.[26]
Daru’l-Ulum – Osmanlı İlişkisi
Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde önemli rol oynayan Daru’l-Ulum’a mensup alimler Ahmed Rıza Han Brelvi’nin aksine[27] İngilizlerle hiçbir şekilde irtibatı kabul etmemişler ve Osmanlı Devleti’ne bağlılıklarını her daim sürdürmüşlerdir. Bunun sonucu olarak Diyobend uleması Osmanlı hilafetinin meşruluğunu savunmuş ve Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren uluslararası meselelerde Osmanlı Devleti’nin tarafını tutmuştur.[28] Tarihi kaynaklarda özellikle II. Abdülhamid devrinde Diyobend uleması ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkilerin çok iyi olduğu, bizzat II. Abdülhamid’in emriyle Daru’l-Ulum Diyobend’e Arapça ve Farsça kitaplar gönderildiği bilgisi yer almaktadır.[29] Bazı müellifler ise kaleme aldıkları eserlerin iki kopyasını İstanbul’daki kütüphanelere, bir kopyasını Ezher kütüphanesine, bir kopyasını da Daru’l-Ulum’a göndermişlerdir.
Daru’l-Ulum Diyobend’de yıllarca yöneticilik görevini yürüten Kari Muhammed Tayyib’in resmettiği şu tablo da konuyu gayet net bir şekilde özetlemektedir: “Daru’l-Ulum hocaları Osmanlı Sultanı’na sadakatlerinden ve muhabbetlerinden asla taviz vermemişler ve daima Türklerin yanında olmuşlardır. Osmanlı Sultanı’nı öven şiirler kaleme alan dedem Muhammed Kasım Nanutevi eşinin ziynetlerini İstanbul’a göndermek suretiyle hilafete maddi olarak katkı sağlamış ve yakınlarını, talebelerini ve müridlerini de ısrarla buna teşvik etmiştir.”[30]
Daru’l-Ulum’un Mümeyyiz Vasfı: İtidâl
Kur’an’da Allah Teala Ümmet-i Muhammed’i “vasat ümmet” olarak nitelendirmek suretiyle ümmetin temel özelliklerinden birinin itidal ve denge olduğunu belirtmiştir. İtidal üzere olma hali dini ilimler, tasavvuf, siyaset ve eğitim sahalarında çok başarılı hizmetler veren Daru’l-Ulum Diyobend ulemasının menhecine ve meşrebine yansımış, Daru’l-Ulum’un en bariz özelliği ne olursa olsun itidali elden bırakmamaları olmuştur. İtidal üzere olanlara has karakteristik bir özelliktir ki ifrad ve tefride kaçan her iki taraf da dengeli olanları kınarlar. Bu durum Daru’l-Ulum için de geçerlidir. Bir kesime göre Daru’l-Ulum hocaları sufi, başka bir kesime göre ise selefi veya Vehhabidir.
Abdülhamit Birışık ise şöyle der: “Diyobendiler Seyyid Ahmed Han’ın dini görüşlerine iştirak etmedikleri halde fikri plandaki bu zıtlığı ameli platforma taşımamışlar ve aralarındaki ipleri koparmamışlardır. Pakistan kültür tarihçisi Muhammed İkrâm bunu Diyobend ulemasının olgunluğuna yormaktadır. Brelvî ekolüne mensup ulemânın kendilerine çok ağır itham ve hakâretlerde bulunmuş olmasına rağmen onlara verdikleri cevaplarda itidali ve ilmî üslûbu elden bırakmamışlardır.”[31]
Diyobend ulemasının önde gelen isimlerinden Eşref Ali et-Tehanevi’nin kendisini tekfir eden Ahmed Rıza Han Brelvi’ye verdiği şu cevap Daru’l-Ulum hocalarının itidal noktasında durdukları yeri göstermesi açısından son derece calib-i dikkattir:
“Kalbimde Ahmed Rıza Han’a büyük saygı var. O bize kâfirler diyor; fakat bunu ancak Peygamber’e (s) sevgisinden dolayı söylüyor, başka bir sebepten dolayı değil.”
Mezahiru’l-Ulum
Daru’l-Ulum Diyobend’in amaçlarından birisi de bu tarz medrese ve İslami eğitim kurumlarının ülkenin dört bir yanına yayılmasını sağlamaktı; ancak Allah’ın lutfu ile bu medreseler sadece Hint Alt Kıtası ile sınırlı kalmadı ve Kanada, Güney Afrika, Amerika ve İngiltere gibi pek çok ülkeye yayıldı. Bu kapsamda kurulan medreselerin en meşhuru 1866 yılında Daru’l-Ulum Diyobend’den sadece birkaç ay sonra kurulan Mezahiru’l-Ulum’dur. Mezahiru’l-Ulum en parlak dönemini Halil Ahmed Sehârenpûrî zamanında yaşamıştır.[32]
Mezâhirü’l-ulûm’daki ilk görevinin ardından 1890’da Daru’l-Ulum Diyobend’e müderris tayin edilen, burada altı yıl görev yaptıktan sonra şeyhinin emriyle Mezahiru’l-Ulum’a tekrar dönüp başmüderris sıfatıyla otuz yıldan fazla tedris ve telif faaliyetleri ile meşgul olan Halil Ahmed Sehârenpûrî’nin talebelerinden bazıları şunlardır: Muhammed Yahyâ Kandehlevî ve oğlu Muhammed Zekeriyyâ Kandehlevî, Enver Şah Keşmîrî, Muhammed İdrîs Kandehlevî, Zafer Ahmed Tehânevî, Cemîl Ahmed Tehânevî, Hüseyin Ahmed Medenî, Bedr Âlem Mîretî, Muhammed Hayat Senbehlî, Feyzülhasan Gengûhî, İşfâkurrahman Kandehlevî, Cemâat-i Tebliğ’in kurucusu Muhammed İlyâs Kandehlevî, Abdurrahman Kâmilpûrî ve Muhammed Eyyûb Sehârenpûrî gibi âlimler onun talebeleri arasında yer aldı.
Yakın bir zamanda kaybettiğimiz Yunus el-Conpuri de Mezahiru’l-Ulum’da Şeyhü’l-Hadis olarak görev yapmaktaydı.
Diyobendi – Birelvi İhtilafı
İslam dünyasının hemen tamamında vuku bulan Selefi-Sufi çekişmesi Hint Alt Kıtası’nda Diyobendi-Birelvi şeklinde tezahür etmiştir. Her ikisi de Hanefi ve ehl-i tasavvuf olan bu iki ekol arasında yıllardır süren ihtilaf son derece calib-i dikkattir.
Abdülhamit Birışık’ın belirttiğine göre Birelvi ekolünün kurucusu Ahmed Rıza Han’ın 1880 yılından itibaren oluşturmaya başladığı Birelvî cemaati bugün de aynı çizgide devam etmektedir.[33] Abartılı bir tasavvufî anlayışın etkili olduğu cemaat amelî konularda Hanefîliğe sıkı sıkıya bağlıdır. Resûl-i Ekrem’in hayatı ve şahsiyeti Ahmed Rızâ Han ve bağlılarının en önemli ilgi alanı olmakla birlikte bu konuda aşırılıkları vardır. Rızâ Han’a göre Resûlullah beşerdir, fakat beşeriyeti diğerlerinkinden farklıdır. O geçmiş ve gelecekle ilgili gaybı bilir, nurdur ve gölgesi yoktur; her yerde hâzır ve nâzırdır; dünyada olacak işlerin yetkisi onun elindedir. Rızâ Han bu konularla ilgili çok sayıda kitap ve risâle kaleme almıştır. Bütün hadis külliyâtına sahip çıkan Birelvîler, ihtiyatsız yaklaşımları sebebiyle zayıf ve uydurma sayılan hadisleri da itikad konularında delil olarak kullanmışlardır.
Hint Alt Kıtası’nı iyi bilen isimlerin başında gelen Yusuf Karaca ise Birelviler hakkında şöyle demektedir: “Birelvi grubu buradaki Hüseyin Hilmi Işık grubunun daha yaygın, tipik şekli. Onlara göre kendilerinden başka kâmil manada Müslüman yoktur. Müslümanlar onlardır, onların zihniyetidir. Sadece şunu söyleyeyim, bu zihniyeti anlamak için; onlara göre Hz. Hüseyin ölmemiştir, yedi kat semadadır, Müslümanlara önderlik yapmaktadır. Bunların her şeyi böyle efsane.”
Sonuç
Abdülhamit Birışık’ın verdiği bilgiye göre bugün Pakistan’da bulunan tüm medreselerin % 70’i Diyobendilere aittir ve onların sistemine göre dini eğitim vermektedir. Ayrıca Pakistan’daki cami ve mescidlerin neredeyse yarısı yine bu ekole bağlı imamların kontrolündedir. Günümüzde 20.000’i aşkın medresesi bulunan bu büyük ilim ve fikir hareketinin Türkiye’de şu ana kadar varlık gösterememiş olması gerçekten üzüntü verici. Diğer taraftan Türkiye’deki ilim talebelerinin büyük bir kısmının bu ekolü ve bu ekole mensup alimler tarafından kaleme alınan tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tarih ve tasavvuf gibi İslami ilimler alanındaki eserlere yabancı olmaları insanı gerçekten kahretmekte.
Bu kısa tanıtım yazısının Daru’l-Ulum Diyobend hakkında okuyucuya doyurucu bilgi verdiği söylenemez; ancak bu yazının ilerleyen zamanlarda konuyla alakalı ilmi ve akademik çalışmalar yapılıp Diyobend ulemasına ve Diyobend ulemasının eserlerine ilgi duyulmasına hiç olmazsa vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ederim.
Deniz ÇIKILI
Dipnotlar:
[1] 1856’da Hint uleması bir toplantı vesilesiyle Delhi’de bir araya geldi. Toplantıya katılanlar arasında; Hacı İmdadullah Muhacir Mekki, Reşid Ahmed Ganguhi, Muhammed Kasım Nanutevi gibi önemli isimler vardı. Toplantıda Muhammed Kasım Nanutevi’nin şöyle dediği rivayet edilir: “İngilizlerin tepemize çöktüklerinin farkında değil misiniz? Ülke çapında bir tuzak kurdular. Savaşa hazır olun. Ya paramparça edileceğiz ya da onlara karşı sonuna kadar savaşacağız. İngilizlerin bu ülkede yaşamalarına izin vermeyeceğiz.”
[2] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[3] İhsan Şenocak, Hüküm Dergisi, Ocak 2016
[4] Azmi Özcan, DİA, “Darülulum”, VIII, s. 553
[5] İhsan Şenocak, Hüküm Dergisi, Ocak 2016
[6] Barbara D. Metcalf, Islamic Revival in British India, s. 92
[7] Durmuş Bulgur, XIX. Yüzyıl Hint Kıtasında İslami Fikir Akımları, s. 105
[8] Daru’l-Ulum’un ilk hocası olan Molla Mahmud ile karıştırılmamalıdır.
[9] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[10] Abdülhamit Birışık, Tohum Dergisi, Mart 2018
[11] Bazı kaynaklarda rektör anlamında “muhtemim” de kullanılmaktadır.
[12] Barbara D. Metcalf, Islamic Revival in British India, s. 95
[13] Abdülhamit Birışık’ın belirttiğine göre Daru’l-Ulum Diyobend’deki devre-i hadis ve devre-i tefsir programları lisansüstü eğitime denk düşmektedir.
[14] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[15] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[16] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[17] M. Khalid Masud, DİA, “Fetava-yı Daru’l-Ulum Diyobend”, XII, s. 440
[18] Mehmet Özşenel, Pakistan’da Hadis Çalışmaları, s. 80
[19] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[20] Abdülhamit Birışık, DİVAN İlmi Araştırmalar, sy. 17 (2004/2)
[21] Ebu’l-Hasen en-Nedvi şöyle demiştir: “Derin, ciddi ve orijinal araştırmaya dayanan, bilgi zenginliği ve ilmi değeri büyük olan çalışmalar Urducada İslam dünyasının diğer bütün dillerinden daha fazla bulunmaktadır.”
[22] Abdülhamit Birışık şöyle demiştir: “Molla Nizâmeddin’in ortaya koyduğu ders-i Nizâmî programında mantık, felsefe, hesap ve astronomiye büyük önem verildi. Ders sayısı azaltılmakla birlikte okunacak kitap sayısı arttırıldı. Hadiste üç olan kitap bire düşürülürken tasavvuf ve tıp programdan kaldırıldı. Kelâm ve usûl-i fıkıh ikişer kitaptan dörder kitaba çıkarıldı. Buna göre toplam on bir ilimde kırk üç kitap programda yerini aldı. XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde şekillenen ders-i Nizâmî müfredatın esası korunarak günümüzde de uygulanmaktadır.”
[23] Azmi Özcan, DİA, “Darülulum”, VIII, s. 554
[24] Azmi Özcan, DİA, “Darülulum”, VIII, s. 554
[25] Abdülhamit Birışık, Tohum Dergisi, Mart 2018
[26] Deniz Ahmedoğlu, 21. Yüzyılın Nevevi’si: Muhammed Takî Osmânî
[27] Ahmed Rıza Han Brelvi “Hanefî fıkhına göre Hindistan dârülislâm’dır” şeklinde fetva vererek İngilizleri açıktan desteklemiş ve hilâfetin Kureyşîliği hadisine dayanarak Osmanlılar’ın hilâfeti temsil etmediğini iddia etmiştir.
[28] Azmi Özcan, DİA, “Darülulum”, VIII, s. 554
[29] Azmi Özcan, DİA, “Darülulum”, VIII, s. 554
[30] Kari Muhammed Tayyib, The Maslak of the Ulama of Deoband, s. 84
[31] Abdülhamit Birışık, Tohum Dergisi, Mart 2018
[32] Halil Ahmed Sehârenpûrî tarafından kaleme alınan tasavvufi ve itikadi konuları ihtiva eden “el-Mühenned ʿale’l-müfenned” isimli eser Diyobend ulemasının “Akide Deklerasyonu” olarak kabul edilmektedir.
[33] 1948’de kurulan Cem‘iyyet-i Ulemâ-i Pâkistan ile Tâhirü’l-Kādirî’nin kurduğu Tahrîk-i Minhâcü’l-Kur’ân cemaatin siyasî oluşumlarındandır.
Es selamu aleykum bu medresede hangi dersler ve kitaplar okutuluyar? Teşekkürler