Doğum ve ölüm; insanoğlunun yaşayacağı en muazzam iki gerçeklik. İnsan oğlunun doğumu ile başlayan dünya hayatına, Allah Teala’nın biçtiği ecel dolunca ölümü ile son veriliyor. İnsan bu iki gerçeklik arasında her ne yaparsa kaydedilen, sevap işlerse ecrini, hata işlerse cezasını çekeceği bir düzen içerisinde yaşayıp gidiyor.
İnsanın doğum ve ölümü arasında kat ettiği mesafede “doğru olmak, her işte itidal üzere bulunmak, Hak yoldan ayrılmamak” manalarına gelen istikamet üzere olması, insanın en büyük imtihanlarından birisidir. İstikâmet, umumi manasıyla bir hedefe tezatsız, tereddütsüz ve devamlı olarak yönelip ilerlemek demektir. Tasavvuf ıstılahında ise, yaratılıştaki masumiyet ve safiyeti lekelemeden muhafaza edebilmektir.
İstikâmet, Allah Rasûlü ’ne muhabbeti taze tutarak O’nun örnek şahsiyetinden nasip almak, ahlâkı ile ahlaklanmak, bir ömür Kur’an ve Sünnet ’in ruhaniyeti ile yaşamak, nefsani dünya zevklerinden uzaklaşıp ibadet, kulluk ve marifet sırlarına vukufiyet kazanabilmektir. (1)
Ebu Ali Dekkak ( r.aleyh) şöyle buyurdular: “İstikametin üç derecesi vardır; Önce işini sağlam yapmak sonra onu hakkıyla korumak ve peşinden istikamet sahibi olmak gelir. İşin sağlamlığı nefsin terbiyesiyle olur. İşi hakkıyla korumak, kalplerin güzel ahlak ile süslenmesiyle gerçekleşir. İstikamet ise sırların Hakk’a yaklaşmasıyla elde edilir.
Yine Hakk dostlarından Şeyhülislam Zekeriyya-i Ensari (r.aleyh) der ki: “ İstikamet beş şeyde olur: Dilde, kalpte, nefiste, ruhta ve sırda. Dilin istikameti, doğru ve hikmet ile konuşarak olur. Kalbin istikameti, niyet ve hedefindeki samimiyetle olur. Nefsin istikameti, Hakk’a güzel kulluk yaparak olur. Ruhun istikameti, Hakk’a hürmet ve tazimle olur. Sırrın istikameti, nimetle değil, sürekli nimeti verenle meşgul olmasıyla olur. (2)
İstikamet öyle bir derecedir ki, bütün işlerin kemali ve tamamı onunla meydana gelir. Bütün hayırların elde edilmesi, bir nizama konulması istikametin bulunmasıyla mümkündür. Kim halinde istikamet üzere değilse, onun çalışması zayi olur, gayretleri heba olur. (3)
İnsanın, sahip olduğu istikâmeti muhafaza etmesi zor bir uğraş gerektirir. Bu zorluk sebebi ile Hak yolunda “ istikâmet, en büyük keramet” olarak görülmüştür.
Cenâb-ı Hak, istikâmet ehlini şöyle müjdeler:
“Şüphesiz; «Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra istikâmet üzere bulunanların üzerine melekler iner ve onlara; «Korkmayın, üzülmeyin, size va’dolunan cennetle sevinin! Biz, dünya hayatında da ahrette de sizin dostunuzuz. Gafur ve Rahîm olan Allâh’ın bir ikramı olmak üzere, orada canınızın çektiği ve arzu ettiğiniz her şey sizin için hazırdır.» derler.” (4)
“«Rabbimiz Allah’tır.» deyip sonra da istikâmet üzere bulunanlar için ne korku ne de hüzün vardır. Onlar, işlediklerinin karşılığı olarak cennette ebedî kalacaklardır.” (5)
Alemlerin Sultanı Efendimiz (s.a.v)’in “ Beni Hud süresi ihtiyarlattı” (6) buyurması üzerine kendisine bunun sebebi sorulmuş, Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz
“(Ey Habibim!) Emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol! Sen’inle beraber tevbe eden (mü’min)’ler de emrolundukları gibi istikâmet üzere olsunlar! Ve sakın (bu hususta) aşırılığa kaçmayın!..” (7) ayetinde geçen “ Sana emredildiği gibi dosdoğru ol” ayetinin kendisini ihtiyarlattığını söylemiştir.
Abdullah bin Abbâs (r.a) bu ayetle alâkalı olarak şöyle demiştir:
“Kur’an-ı Kerîm’de Resûlullah -sallallahü aleyhi ve sellem- için bu ayet-i kerimeden daha şiddetli bir hitap vaki olmamıştır.”
Bir çok manevi ilimde olduğu gibi istikametin de aslı iman ve takvadır. Kalpteki iman, ihlâs ve itidal, istikâmeti sağlar ve daimî kılar. Aleyhisselatü vesselam Efendimiz buyurdular ki ;
“Dil istikâmet üzere olmadıkça kalp, kalp istikâmet üzere olmadıkça iman müstakim olmaz.” (8)
Yaptığı bütün işler de kişinin kendi ile, çevresi ile ve kendisini Yaratan Yüce Allah ile olan ilişkilerinde “istikamet” üzere olması o kişinin yaptığı her işi, gittiği her yolu ve söylediği her sözü belli bir ölçü içerisinde yapmasını sağlayacaktır. İnsanın istikameti bulması halinde yaptığı her iş mükemmel derecede güzelleşecek, o olmayınca ise bütün güzellikler kötüleşecektir.
Denilir ki: Sözlerde istikamet, gıybeti terk ederek olur. Fiillerde istikamet, bid’atı terk ederek olur. Hallerdeki istikamet ise, Hakk’a perde olan şeyleri aradan kaldırarak olur.
Mü’min, şu fâni hayatta daima müstakim olmalı, hiçbir zaman hak yoldan sapmamalıdır. Şair ne güzel söyler:
Korkma düşmandan ki ateş olsa yandırmaz seni! Müstakim ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni!
Hakk Teala doğum anımızdan ölüm anımıza kadar bir an bile bizleri istikametten ayırmasın. Müstakim olan kulların zümresine dahil eylesin.
Raif KOÇAK
1) – Osman Nuri TOPBAŞ, Faziletler Medeniyeti -1
2) – Netaicü’l- Efkar, 3/226
3) – Kuşeyri Risalesi Syf: 411
4) – Fussilet, 30-32
5) – Ahkâf, 13-14
6) – Tirmizî, Tefsir, 56/3297; Kurtubî, IX, 107
7) – Hûd, 112
8) – Ahmed, III, 198
Cevapla