Kâinatta her şey yerli yerinde, belli bir düzen ve intizam içerisinde deveran ediyor. Kâinatta bulunan her zerrenin, her bir kürenin kendisine göre belirlenmiş bir görevi bulunmaktadır. Yaratılmış her mahlûk, kendisine verilen bu vazifeyi lâyığı ile yerine getirmek için çabalayıp durmaktadır.
Gözümüzle gördüğümüz veya göremediğimiz, hattâ farkına bile varamadığımız ve isimlerine cemâdat dediğimiz bu varlıkların bile, kâinat sahnesinde bir vazifesi bulunmaktadır.
Kâinâtı yaratan Allah Teâlâ’nın kudreti ve hikmeti gereği; kâinat sahnesinde en küçüğünden, en büyüğüne kadar, her şey yerli yerinde bulunmaktadır. Bu düzen içerisinde, hiçbir fert kendisine takdir edilen yere itiraz etmemekte ve bu mükemmel nizam milyonlarca yıldır sürüp gitmektedir.
Ancak; bu düzende bir istisnâ var ki, o da irade sahibi olan insanoğludur.
İnsan; bazen unutarak gaflet hâlinde, bazen büyüklenerek kibir hâlinde, kendisine verilen görevi unutmakta ve zulme dalmaktadır. Dünyada yaşanan savaşlara ve kargaşaya baktığımız zaman; kendisine takdir edilene rızâ göstermeyip, daha fazlasını isteyen insanlar yüzünden, bu hâdiselerin yaşandığını görüyoruz.
Biz adâleti tanımlarken, her şeyin yerli yerinde olması olarak tarif ediyoruz. Dolayısı ile adâletin zıddı olan zulmü tanımlarken de; «bir şeyin yerli yerinde olmaması» olarak tarif yoluna gidiyoruz.
Yeryüzünde insana hizmet eden her ne varsa, o nimet bir süreliğine insana emânet olarak verilmiştir. Bize emânet edilen bu nimetleri; nasıl kullandığımız ve nerede kullandığımız ile ilgili, hesap günü sorguya çekileceğiz.
Az önce bir tarif yaparken «her şeyin yerli yerinde olması» demiştik. Bir makine dişlisinden örnek verecek olursak; birbirinin aynı olan bu dişliler, aynı hız ve yönde dönerek hareketi kendinden sonraki birime aktarmakta ve bir düzenin devam etmesini sağlamaktadır. Bu dişlilerden herhangi birinin kırılması, deforme olması veya ârıza yapması hâlinde; hem parçası olduğu bütün dişliye zarar vermekte ve onu işlemez hâle getirmekte, hem de devam eden bir sistemin durmasına sebep olmaktadır.
Yeryüzünde bugün yaşanan en büyük zulümlerin ve problemlerin yegâne kaynağının; aslında «her şeyin yerli yerinde olmaması» demek olan adâlet ve liyakat eksikliğinden dolayı olduğunu, belirtmek durumundayız.
Toplumlar; adâlet ve liyakat sahibi olmayan insanlar tarafından yönetilmeleri hâlinde, yeryüzünde fitne çoğalmakta, zulümler artmakta, adâlet duygusu kaybolmakta ve böylece toplumlarda düzensizlik, terör ve kargaşa oluşmaktadır.
Yeryüzü insana emânet edilmiş bir mekân; ancak gelin görün ki, insan kendisine verilen bu emâneti, gaddarca ve düşüncesizce tahrip etmekte, zulüm yoluyla başka insanlara dünyayı yaşanamaz hâle getirmektedir.
Sadece yeryüzü değil, insan da insana emânet edilmiştir. Çevremizde yaşayan fakir, düşkün, kimsesiz yardıma muhtaç insanlar; sağlıklı, sıhhatli ve mâlî durumu iyi olan insanlara Allah Teâlâ’nın birer emânetidir.
Adâlet ve liyakat ehli insanların yönettiği toplumlarda; adâlet, saygı, sevgi ve kardeşlik hâkimdir. Böyle bir toplumda kişi; kendisi için değil, kardeşi için yaşar. Kardeşinin bir sıkıntıya düşmesi, onu derinden üzer ve bu durumu düzeltmek için mücadele eder.
Ancak; bu duygulara sahip olmayan insanlar tarafından yönetilen toplumlarda, imkânları kendilerine yakın insanlara âdil olmayan, usûlsüz şekilde dağıtmaları sebebi ile insanlar arasında eşitlik bozulmakta, kimi açlık sınırlarında yaşarken kimileri de, yediklerini hazmedememekten dolayı çeşitli hastalıklarla muhatap olmaktadırlar.
Liyakatsiz ve emânete sahip çıkmayan, hattâ bu emânetleri zâyî eden yöneticilerin adil davranmaması; birilerine az, birilerine çok vermesi sebebi ile dünya bir türlü huzura kavuşmamaktadır.
Dünya üzerinde yaşanan zulüm, kargaşa ve adâletsizliklere neyin sebep olduğuna baktığımız zaman şu tabloyu görüyoruz:
Şu anda dünya üzerinde, yedi milyardan fazla insanın yaşadığı biliniyor. Mevcut imkânlar ve kaynaklar, bu sayının birkaç misline yetecek olmasına rağmen, milyonlarca insanın açlığın ve yoksulluğun pençesinde olması «her şeyin yerli yerinde olmaması» sebebiyledir.
Dünya üzerinde, yeraltı kaynaklarının, zengin madenlerin ve petrol yataklarının çoğunun bulunduğu ülkeler tarafından değil de, sömürgeci ülkeler tarafından işlenmesi ve kazanılan paranın bu ülkeleri daha da fakirleştirmek ve sömürmek için kullanılması; «her şeyin yerli yerinde olmaması» sebebiyledir.
Dünya petrol rezervlerinin % 56’sının üzerinde bulunduğu Orta Doğu ülkelerinin kalkınamaması, bu ülkelerde bir türlü savaşın, iç karışıklık ve işgallerin bitmemesi; «her şeyin yerli yerinde olmaması» sebebiyledir.
Çoğunlukla televizyonlardan gördüğümüz, bir deri, bir kemik kalmış insanların, açlık ve yoksulluğun ülkesi olan Afrika kıtasında; dünyanın en zengin elmas kaynaklarının bulunması ve bu elmas madenlerinden kazanılan paranın zerresinin dahî bu ülkede yaşayan insanlara kullanılmaması; «her şeyin yerli yerinde olmaması» sebebiyledir.
Zengin elmas yataklarında, çamurlar içerisinde günlük 30-40 cent (1 TL civarı) ücretle çalışırken, çamurlar içerisinde bulduğu nohut büyüklüğündeki bir elmasın, binlerce dolar üzerinden satılması; «her şeyin yerli yerinde olmaması» sebebiyledir.
Dünya üzerinde yaşanan bu adâletsizliklere şöyle bir baktığımız zaman; bu adâletsiz uygulamaların, kendisini diğer insanlardan farklı gören, kendisini seçilmiş, özel insanlar, diğer insanları ise hizmetçi gören çarpık inançlı insanların sebep olduğunu görüyoruz.
Yaratılmış en akıllı ve en donanımlı mahlûk olan insan; kendisine emânet olarak verilen nimetleri, hakkı ile kullanırsa, dağıtırken eşit ve âdil olursa, ihtiyacından fazlasını paylaşırsa, o toplum huzurlu ve saâdetli bir toplum olur.
Ancak emânete hıyânet eder ve adâleti gözetmez ise, toplumda yaşanan bozulma bir gün kendisini de içine alacak şekilde gelişir ve nihayetinde kendisi de bu zarardan payını alır.
Toplumları yönetme ve yönlendirme işi, ehil olmayan insanlara bırakılmamalı. Bu görevler adâlet, liyakat ve hakkāniyet ehli insanlar tarafından yerine getirilmelidir. Aksi hâlde dünya zulüm dolu ve adâletsiz bir yer olmaya devam eder.
Mevlâ Teâlâ; bizleri emâneti ehline veren, adâleti ayakta tutan, mazlum ve mağdurlara el uzatanlardan eylesin.
Yüzakı Dergisi 140. Sayısında Yayınlanmıştır
Cevapla