Bize hep öğretilen ve söylenen şu idi; “Evladım bu yol Peygamberin yolu, Ashabın yolu, Âlimlerin yoludur, aman ha onların yolundan ayrılmayın. Bu yol en sağlam ve en doğru yoldur.” Biz böyle inandık. Daha sonra okumaya, anlamaya çalıştık. Madem Ehl-i Sünnet en doğru ve en sağlam yol olarak telakki ediliyor, bu doğruluğun, sağlamlığın garantisi ve sağlaması nasıl yapılıyor? En doğru olmanın özelliği nasıl şekilleniyor? Bu soruları sormayan yoktur herhalde. Bu bakımdan bu yazıda en doğru olmanın özelliklerinden sadece birisi üzerinde durulacaktır.
Bu yolun belki de en önemli özelliği hataların düzeltilmesidir. Sonraki Âlimler kendilerinden önce yaşayan Âlimlerin hatalarını tekfir etmeden, karalamadan, itibarını sarsmadan düzeltmişlerdir. Çünkü bu yol şahısların değil bir metodoloji üzerine kurulmuştur. Şahıslar masum değildir. Hata yapma olasılıkları her zaman mevcuttur. En basitinden bizim Arapça nahiv vb. kitapların mukaddimesinde, kitabı yazan Müellif şu açıklamayı yapar; “Biz de insanız. Hatalarımızı görenler; bunun kalem sürçmesinden olduğunu bilsinler ve üzerini çizsinler.” Gramer/dilbilgisi kitaplarında durum böyleyken kelam, fıkıh, hadis kitaplarında da bundan farklı olması beklenemez.
Ehl-i Bidat’a karşı son derece dikkatli olan Ehl-i Sünnet Âlimleri; yanlışını ya da hatasını gördükleri dostlarını da düzeltme yoluna gitmişlerdir. Özellikle de fıkıh alanında bu tür örnekler azımsanmayacak kadar çoktur. Bu kimi zaman iyi olan görüşün, en iyi şeklini ortaya koyma, kimi zaman hatalı görüşü doğrulama olarak tezahür etmektedir. İşin ilginç tarafı durum hak ve hakikati ortaya koyma olunca bazen kendi görüşünü bile düzeltme yoluna gitmişlerdir. Bu açıdan en iyi örnek İmam-ı Şafii r.a (150-204) olarak verilebilir. Kendisine nispet edilen görüşler kavl-i kadim ve kavl-i cedid olarak sınıflandırılır. Irak’ta iken derlenen görüşleri kavl-i kadim yani eski görüş; Mısır’a gittikten sonra derlenen görüşleri ise kavl-i cedid yani yeni görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. İmam-ı Şafii’i, kavl-i cedid olarak isimlenen görüşlerini yazarken, yazdırırken veya açıklarken, zaman zaman önceki görüşlerini terk ettiğini söyler.[1] Yine en iyiyi ortaya koyma adına yapılan zihni faaliyete İmam Ebu Yusuf (113-183) ve İmam Muhammed’in (132-189), İmam A’zam’a (80-150) karşı dile getirdikleri görüşler örnek olarak verilebilir. İmam A’zam’ın usulü içerisinde hareket etmekle beraber İmameyn’in farklı ictihadları olmuştur. Üç müctehidin görüşlerinin çelişmesi durumunda İmam A’zam’ın görüşü tercih edilir. Özellikle İmam Ebu Yusuf’un kaza (yargı) alanında ortaya koyduğu ictihad, bu kuralı bozar. Kazaya ilişkin konularda tecrübeli olduğu için bu alanda mezheb görüşü İmam-ı Ebu Yusuf’undur. İmam-ı A’zam’ın ictihadı karşısında, İmameyn’in ictihadlarının birleşmesi durumunda ise, mezheb görüşü İmameyn’indir. Görüldüğü üzere Herkes en iyiyi ortaya koyma amelesini yürütmektedir. Belki de bu durum, şahısçılığın olmadığını ortaya koyan en güzel misallerdendir. Bu Ehl-i Sünnet’in fıkhi yönüdür. Ameli anlamda bu kadar titizlik varken itikada götüren meseleler hakkındaki gayret ve titizliğin önemi izahtan varestedir.
Bu haleti Kelam ilmi çerisinde içselleştirilen bazı kaide ve kuralların değiştirilmesi şeklinde de görmek mümkündür. İmam Gazzali’nin (v.450) İn’ikas-ı edilleyi red etmesi buna örnektir. İmam-ı Gazali mantığı kabul edince mantık ilmindeki akıl prensiplerinden çelişmezlik ilkesine ters düşen, İmam-ı Bakıllani (v.403) tarafından kabul edilmiş olan bu delili reddetmesi gerekti. Sözü edilen prensibe göre bir şey aynı anda hem kendisi hem de başkası olamaz. İn’ikas-ı edillede ise kale ile silahlar aynı düşünülüyor, delil batıl olunca onunla isbatlanmak istenen medlulün de batıl olması gerektiği savunuluyordu. İmam-ı Gazzali İmam-ı Bakıllani’nin kabul ettiği prensiplerden olan bu kaideyi reddetti, delille medlulün ayrı şeyler olduğunu söyledi. İmam-ı Gazzali mantık ilmi içerisinde bu delilin bir hata olduğunu görerek düzeltme yoluna gitmiştir. Susmamış, göz yummamıştır. Maksat en iyisini ortaya koymaktır.
Diğer bir örnek ise İmam-ı Gazzali’nin meşhur eseri İhya içerisinde bulunan bazı hadislerin sıhhat durumu ile alakalıdır. İhya içerisinde bulunan bazı hadislerin aslının olmadığı gerçeği, İmam-ı Tâcuddîn es-Sübkî ve İmam-ı Zeynuddîn el-Irâkî gibi değerli iki Şafii âlimi tarafından ortaya konmuştur. Aslı bulunmayan bu hadislere bakılarak bir durum değerlendirmesi yapılabilir.[2]
Sonuç olarak şunu diyebiliriz; yapılan tüm bu faaliyetler en doğrunun bize ulaşması içindir. Şahısçılığın değil metodun olduğu bir yol ancak, doğruya ulaştırabilir. Herkesin sözü düzeltilir ya da reddedilir. Hz. Muhammed (aleyhisselam) müstesna. Özellikle futbol takımı tutar gibi, hocaları tutanların revaçta olduğu bu dönemde bunu sık sık hatırlamalı, hayatımıza ve zihnimize tatbik etmeliyiz.
Not: Bu yazı Ehl-i Sünnet’in usullerini anlatma sadedinde devam edecektir.
Dipnotlar:
[1] Ahmed bin Hüseyin el-Beyhaki, Menakıbü’ş-Şafii 1, 256.
[2] Tabakâtu’ş-Şâfi’iyye, IV, 145-82
Cevapla