DİRÂYET SAHİBİ SIRRI-İ GİRÎDÎ’DEN
SIRLARA NÂİL BAYRAM ALİ ÖZTÜRK’E
İnternet ve sosyal medyanın insanların gündemine henüz girmediği dönemde, sansür ve tarafgirliğin hâkim olduğu gazetelerden ziyade haftalık, aylık ya da birkaç aylık dergi ve mecmualar tutardı gündemin nabzını. Hatta çoğu zaman gündemin belirleyici unsuru olurdu dergiler. Derginin fonksiyonu yeni ağların tesiriyle azalmış gibi görünse de, hiçbir zaman tamamen yok olmadı. Dergi etkisi, varlığını her türlü güç ve olumsuz koşullara rağmen bu günlere kadar sürdürmeyi başardı. Sosyal medya ve dijital iletişim ağlarının zihinleri tamamen kuşattığı şu son dönemde, dijital veri sunucularının elde tutulan somut bilgi kaynağına alternatif teşkil edemeyeceğinin tecrübe edilmesiyle birlikte, dergilerin eski fonksiyonunu tekrar icra etmeye başladığı bir vetireye şahitlik ediyoruz.
Tam da böyle bir ortamda; pek azı istisna olan dergiler dışında, halkın beklentisinin çok uzağında kalmış ve adeta ortalığın mecmua çöplüğüne dönüşmesine sebep olmuş yayınlardan ziyade, fark oluşturan, gündeme ve insanlara bir şeyler katan, mevcut kitlesel iletişim ağının üzerine koyan bir dergi çıkartabilmek önem kazanmaktadır. Dirâyet dergisini diğerlerinden ayıran da işte bu yönde bir farklılık arz etmesi ve en mühimi de mevcut müktesebâta ve intişar alanına katkı sağlayabilmesidir.
Dirâyet dergisinin yeni sayısı, hediyesiyle birlikte dergi bayilerinde yerini almış durumda. Vefâtının sene-i devriyesi günlerinde, son gelişmelere bağlı olarak şehâdeti yeniden tartışılmaya başlanmış Şehîd Bayram Ali ÖZTÜRK hoca efendinin fakülte bitirme çalışması, derginin bu ayki hediyesi…
Aradan on yıl geçmesine rağmen şehâdetine sebep olan hadise henüz aydınlatılabilmiş değil. Takriben iki asırdır asıl güçlerin gizlenmesine seyirci kalıp insanları ipteki cambaza baktıranlar, muhtemeldir ki bugün de aynı şeyi yapmaktalar. Konunun üzerine düştüklerini söyleyenlerin samimiyetine inanabilmek oldukça zor! Kötü tecrübelerimiz, bu güvenden alıkoymaktadır hiç şüphesiz bizleri…
Karanlık kesimin hocamızı hedef seçmesinin sebepleri de oldukça açık… Osmanlı’nın son döneminden başlayarak Cumhuriyet’in ilk yıllarında da olanca hızıyla devam edip, 28 Şubat vetiresinde dezenformasyon sınırlarını zorlayan zihniyetin karaladığı tarîkat-cemaat yapısına kamuoyunun bakış açısını –hususiyetleri vasıtasıyla- bir anda değiştirebilecek nitelikte bir zât olması hasebiyle, boy hedefi haline getirildiğine hiç şüphe yok…
Şehid Bayram hocamız şöhret bulmuş birikimine rağmen kitap telifini tercih etmemiştir.[1] Birikimi kalem boyunu dahi aşamayan kitap yazma sevdalısı yeni yetmelerin müsebbibi olduğu seviyedeki hızlı düşüş ve yalnızca maddi menfaat ve çıkar için ulemanın ciltli eserlerini tercümeye koyulmuş, akademik kariyeri ve ilmî dirayetine rağmen yayınevine memurluk eden kimselerin bu durumu da ayrı bir teessür sebebi.
Bayram Ali Öztürk Hoca Efendinin Sırrı-î Girîdî Üzerine Yaptığı Çalışma
Hoca efendinin söz konusu çalışması sadece diploma almaya hak kazanma adına atılacak formalite adımın bir parçasından ibaret değildir, benzerlerinin aksine. Gönül dünyası, yürek mutfağının bir ürünüdür. Meşrep ve mizaç yönü göz önüne alınarak özenle seçilmiş kutlu bir şahsiyet ve tefsiri üzerine; aktüelliğini halen koruyan ve hakkı Cumhuriyet sonrası maatteessüf teslim edilmemiş büyük bir âlimin şahsiyeti ve eseri üzerine önemli bir çalışmadır.
Âlim, mütefekkir, muharrir ve edîb kişiliklerinin de ötesinde bir gönül adamı olan merhûm Bayram hocamız, bu noktadaki tercihiyle de gönül dünyasının bir başka yönünü izhâr etmiş olmaktadır. Birçok alandaki dirayetinin yanında, ortalığın toz-duman olduğu ve koca koca cins kafaların dahi çuvalladığı siyasi konjonktürde doğru yerde konum almayı başarabilmiş, Sultan II. Abdulhamid Hân‘ın da liyakatini teslim ettiği o büyük şahsiyet: Sırrı-i Girîdî…
Bayram Ali Öztürk hoca efendinin Sırrî-i Giridî‘yi tercih etmesinin sebeplerinin başında, izzet sahibi olması geliyor. İdari, siyasi, ilmî ve hukukî her alanda almış olduğu vazifelerdeki başarısı, Devlete ve Millete olan sevdası, Sultan II. Abdulhamid Hân‘a olan bağlılığı, zahiri ilimlerin yanı sıra Tasavvufî temayülü ve sûfilere değer vermesi, Edîb kimliği ve dava adamlığı gibi önemli hususlar da yine hocamızın tercihine tesir etmiş olan mühim etkenlerdendir. Sırrı Paşa’nın asırlardır tartışılagelen bazı meselelere dair tahkîk ve tetkikâne değerlendirmelerindeki ustalık, büyük müfessirlerin ihtilaf etmiş olduğu konularla ilgili te’lif ve telfîk yönündeki başarısı ve temas edilen her meselede ağırlığını ziyadesiyle yansıtan yüksek dehası, hocamızın Sırrı Paşa üzerine yoğunlaşmasının diğer önemli sebeplerindendir.
Sırrı Paşa, Bayram Ali Öztürk hocaefendinin çalışmasının ardından daha başka çalışmalarda konu edinilmişse de, hocamızın çalışmasının önemli bir kısmını oluşturan Sırrı Paşa‘nın hal tercemesine ait bölüm, bu zâtın hal tercemesine dair hazırlanmış en önemli çalışmalardan biri olmakta ve sonraki çalışmalara da kaynaklık etmektedir.
Kitabın devamında Sırrı-î Girîdî‘nin hal tercemesini, edebî kişiliği takip etmektedir. Sırrı Paşa‘nın edebî eserleri tanıtılıp örneklere yer verildikten sonra, vefatı sebebiyle basında yer alan haberler kaydedilmektedir. İlerleyen bölümde Sırrı Paşa’nın müfessir kimliği ele alınmakta ve tefsir anlayışı her bir vecheden örneklerle birlikte değerlendirilmekte ve tercihlerine, sebepleriyle birlikte temas edilmektedir.
Bayram Ali Öztürk hocaefendi netice-i kelâm babında, Sırrı Paşa’nın büyük bir kelam ve tefsir âlimi olduğunu belirttikten sonra, hizmetlerinin semeresinin bugün dahi görüldüğüne dikkat çekmiş ve İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal gibi o devrin en büyük şahsiyetlerinden birinin; ‘Sırrı Paşa’nın her zamanda bulunmayan ve ümmet içerisinde pek az bulunan büyük bir deha, eşine ender rastlanır bir edîb olduğu’ yönündeki değerlendirmesiyle sözlerini noktalamıştır.
Bitirme Tezinin Öne Çıkan Hususiyetleri
Çalışmanın tamamına hâkim olan sözcük seçkisi ve anlatımdaki başarı özellikle dikkat çekmektedir. Şiirle istişhâd bölümü değerlendirilirken hoca efendinin sinesini saran heyecan ve muhabbet, kaleme almış olduğu satırlardan okuyucuya sıcak bir biçimde yansımaktadır. Farsça beyitlerin iktibas edildiği bölümler, ifadelerdeki ahenkle birlikte seçkin bir kısım olarak temayüz etmekte ve ilgili dipnotlar vasıtasıyla okuyucuya Türkçeye çevrilmek suretiyle ayrıca sunulmaktadır.
Ele alınan eserle ilgili her bölüm üzerine gerçekleştirilen değerlendirmelerde kaydedilen cümlelerden, çalışma boyunca asıl kaynaklarla mukayeseli bir faaliyet yürütüldüğü anlaşılmaktadır. Son dönemde tefsir alanında müspet ilimler doğrultusunda değerlendirmeler ön plana çıkarılırken, tasavvufa gereken önemin verilmediği tespit edilmektedir. Râbiatü’l-Adeviyye, Fudayl b. Iyad, el-Kuşeyrî, es-Sülemî, Cüneyd-i Bağdâdî, Feridü’d-Din Attar, Konevî ve Bursevî gibi sûfilerin görüşlerinin serdedildiği bölümlere hoca efendinin özellikle ilgi göstermesinin altında da, sûfi kimliğinin yanı sıra belki sözü edilen bu eksikliğe yönelik tespitler yatmaktadır.
Çalışmada yeri geldikçe Sırrı Paşa‘nın takdirleri kadar tenkitleri üzerinde de durulmuş olması, adaletli bir yaklaşım sergilendiğini, özgün görüşlerin ön plana çıkartılması, müellifin hatırının sayılıp, hakkının teslim edildiğini göstermektedir.
Hoca Yadigârı Çalışmanın Yeis Sebebi Bir Diğer Yanı
Üzerinde durmuş olduğumuz çalışma Bayram Ali Öztürk hocamızın yadigârı olarak bizler için en azından bir teselli olsa da; onun te’lifât ve intişarından, bugün, düne göre çok daha ihtiyacımız olan şu günlerde mahrum kalmış olmamız bir başka yönden teessür sebebidir. Son olarak Hacı Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû) tarafından tekke sohbeti konusunda memur kılındığı, Suriçi başta olmak üzere, Anadolu’nun karış karış her yöresi ve bölgesinde gerçekleştirmiş olduğu ve vefâtında da üzere bulunduğu Mektubât-ı Rabbânî sohbetlerinin bizzat kendilerinin riyasetinde zapta geçiril(e)memiş ve tedvin-te’lif edilememiş olması; O’nun kaleminden çıkmış bir Mektubât-ı Rabbânî tercemesi ve şerhine vâsıl olamayışımız, hiçbir zaman dinmeyecek büyük bir yeis sebebidir.
Bundan sonra bize düşen, üzerimizde hakkı olan büyüklerimizi asla unutmayıp dualarla ve hâtıralarıyla her daim yâd etmek; mevcut değerlerimize ise günün birinde pişman olmamak adına mümkün mertebe sahip çıkmak ve müstefid olma uğruna üzerimize düşeni fazlasıyla yerine getirmeye çalışmaktır.
Dipnot:
[1] Faruk Beşer ile kolektif bir eser kaleme aldıkları beyan edilmiştir.
Cevapla