Zihinler bulanık, herkes bir yerlerden cevap arıyor soru işaretlerini söküp atabilmek için. İslami hassasiyet ile soru sormanın da cevap bulmanın da hayli zor olduğu bir dönemde yaşıyor olduğumuz da hakikat.
Artık zihinlerin bulanıklığı din adına söylenen sözlerde dahi Allah’ın rızası, Allah Rasulünün sünnetine ittiba, ahiret yurdunun selameti, hakikate uygunluk gibi kriterleri ikinci plana atmış, onun yerine gelişi ve gidişinde tasarruf sahibi olmadığımız dünya hayatını, modern değerler kontrolünde tanzime adamış.
Önceliğimiz modern dünya liderlerinin, yani Batı’nın doğru dediğine uydurmak olmuş tüm değerlerimizi. İslam adına binbir türlü hassasiyet ile elenip dokunmuş olan yüzlerce yıllık müktesebatımızı tazyif etmek, yok saymak, hatta bir çırpıda silmek normalleşmiş, onların yerine Batı’nın uygun gördüğü değerleri yerleştirmek için kırk takla atmak maharet sayılır olmuş.
İlim ehlinin dahi kendini muhafaza etmekte güçlük çektiği bu hengamede, olan yine ilimden nasibi az olan tabakaya olmuş, rüzgara kapılmış bir kuru yapmak misali oradan oraya savrulmak kaydıyla bulanık ve yorgun zihinler hakikati bulmakta daha fazla zorlanacak etkilere maruz kalmıştır.
Tam bu noktada aklımıza şu Nebevî ikazın gelmemesi mümkün değil: “Yüce Allah ilmi, insanlardan söküp almak suretiyle kabzetmez. Ancak âlimleri almak suretiyle ilmi kabzeder. Âlim kalmayınca da insanlar cahilleri rehber kabul eder ve (meseleler) onlara sorulur. Onlar da bilgisizce fetva verir; hem kendileri sapar, hem de halkı saptırırlar.”[1]
Efendimiz (s.a.v)’in bu ikazı ve o zamandan geleceğe dair yaptığı bu tespiti yaşar durumdayız. Âlimler kadrosu üzerine tespit yapmaktan ziyade zihinlerimizdeki âlim modeline dair düşünmemizin gerektiği, bunu yaptığımızda farklı farklı ama yine çarpıcı sonuçlar ile karşılaşacağımız gerçek. Örneğin belki son birkaç yıldır dünyamıza giren aksiyon ruhlu âlimleri istisna edersek âlim modeli birçokları için “Emekli adam” modeli ile paralellik gösterir. Hayata dair aksiyon ruhu “pir-i fani”ler ile örtüşen âlimler…
Evet, öncelikle zihinlerimizdeki âlim kavramını güncellemek, buna göre “kanaat önderleri” talep etmek, “sıradan” olanlara hak ettiğinden fazla teveccüh göstermemek akıbetimiz adına bizler için mühim bir vazifedir desek yanlış söylemiş olmayız.
Âlim algılarımızla birlikte köklü değişikliğe uğratmamız gereken bir diğer düşünce hiç şüphesiz “Din”in gayesine dair modern akılların telkin ettiği düşüncedir. Modern akıl bize her şeyin “insan için” olduğunu –belki bunu bir kısım dini referanslarla da destekleyerek- söyler. Her şey insan içinse ki buna din de dahildir; o halde Din’in kural ve kaideleri “insan”ın faydasına uygun olmalı, fıkıh kuralları buna göre tespit edilmeli, fetvalar “insan faydası” esas alınarak verilmelidir.
İnsanlar bu zihni ön kabul ile yola çıktığında maalesef fetva vereni seçerken “hakikate uygunluk” değil, kendisi için maksimum fayda sağlayacak olanı arıyor, sorduğu sorunun cevabını da “modern değerlere” uygun olacak şekilde bekliyor.
Arızalı bakış açısı, arızalı tespit ve hüsrana götürücü sonuç beklentisi… Modern değerlere uygunluk ve dünya hayatında rahatlığını ve menfaatlerini arttırıcı beklentilerin ahiret yurdunu ziyana uğrattığından habersiz zihin yapısı. Bu da bizim modern zamanlara has bataklığımız.
Fetva vermenin sorumluluğunu düşünenlerimiz yok. Kadim ulemaın, hatta sahabe-i kiram efendilerimizin sorulan sorulara cevap vermemek için hep bir başkasını göstermek adeti unutulmuş, yerine göğsünü gere gere “bana sor” pozları kesilir olmuştur. Kendisinin soru sorulabilecek donanıma sahip olduğunu ispat etmeye çalışan kimselerin attığı taklalar da cabası.
Bilmem nereden aldığı hangi destek ile “ıslah ve tecdid”den söz eden, “zamanın ruhu” diyerek değiştirdiği hakikatleri tatlı gösteren “profesyonel” kadrolar bir kenara, eskinin “şadırvan müftüsü” şimdilerde sosyal medyayı mekân tutmuş. Şadırvana gitmek zorunda kalmayınca namaz kılma ihtiyacı hissedeler mi bilinmez ancak tespit ettiğiniz yerde hızla uzaklaşmanın gerektiği bu tipler sosyal medyada her yanımızı sarmış.
Ayrı bir değerlendirme konusu olan “klavye mücahitliği” meselesi bir kenara, yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız değişimleri acilen hayata geçirmemiz gerekiyor. Aksi halde huzuruna girdiğinde kendisine “Ne ahvaldesiniz?” diye soran Abbasi halifesi Ebû Ca’fer el-Mansûr’a hitaben,
“Dünyayı yamamak için parçalarız dini biz,
Sonra ne din kalır elde, ne yama diktiğimiz.”
diyen İbrahim b. Edhem (k.s.)’in ikazını dikkate almayışımzın faturasını ağır öderiz.
Dipnotlar
[1] Buhârî, “İlim”, Müslim, “İlim”, et-Tirmizî, “İlim”.
Cevapla