Çağımızın insanı artık karşılığını almadan hiç bir adım atmıyor. Verdiği en küçük bir bedelin bile mutlaka menfaate, kazanca dönüşmesini istiyor. Modern algılar insanları öyle bir hale getirdi ki artık en yakınından bile bir maddi yardım istese alamadığı için ihtiyacını gidermek için dinen caiz olmayan faiz batağına sürükleniyor.
Modern insanın kafasına bir türlü yatmayan, bir şeyin karşılıksız olarak birine veya bir yerlere verilmesi. Modern kafaya göre eğer bir yere yüz lira yatırıyorsanız mutlaka bu yatırımdan iki yüz lira kazanmanız gerekiyor. Karşılığını almadan veya bir menfaat sağlamadan eğer bir şeyler veriyorsanız modern! topluma göre enayi sayılıyorsunuz.
Tabi yukarıda bahsettiğimiz şeyler, bizimle hiç bir zaman ve zeminde birleşmenin mümkün olmadığı bir dünya görüşünün ürünü. Kendisinden önce kardeşinin düşünüldüğü, yardımlaşmanın, dayanışmanın en güzel ibadetlerden sayıldığı İslam dininde farklı bir müessese mevcut. Allah (c.c) yolunda harcama yapma, birini besleme, geçimlik verip geçindirme manalarına gelen ” infak” müessesi
İslama’a göre dünyada bulunan bütün mal ve zenginlikler Allah (c.c) a aittir. İnsan dünyada yaşar, bu mal ve zenginlikleri kullanır, geçimi için harcar ve kendisine biçilmiş ömür bittikten sonra nöbeti başkasına devrederek ahirete göçer. İnsanların bazıları zengin, bazıları fakir, bazıları sağlam ve bazıları da hasta veya sakat olarak yaratılmıştır. Yani insanlar fıtratları gereği birbirlerine muhtaç yaratılmıştır.
İnsanlar ilimle, sağlıkla, malla, geniş imkânlarla, çocukları ve ailesi ile sınanmaktadır. Zenginlik verilen insan onu başkasıyla paylaşmak, verilmeyen insan ise sabrederek veya çalışarak nafakasını temin etme imtihanı ile karşı karşıya. Allah Teâla bize verilen bu imkânları muhtaçlara ve elimizin altındakilere vermemizi emrediyor.
“Ey inananlar; ne alış verişin, ne dostluğun ve ne de şefaatin olmadığı gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan ( Allah için )harcayın” [1]
“Ey iman edenler; kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardığımız ürünlerin en helal ve iyisinden Allah yolunda harcayın “[2]
Dünya bir imtihan alanı ve buradaki hiç bir şeyi ahirete götüremiyoruz. Yanımızda sadece dünyada yaptığımız ameller ile gidebiliyoruz. Dünyada sahip olduklarımız biz öldükten sonra burada varislerimize kalıyor.
Hikmet ehli şöyle demiştir:
“Bir kul öldüğünde, malı hususunda iki musibetle karşılaşır ki, daha önce bunlar gibisini görmemiştir.
Birincisi bütün malının elinden alınmasıdır. Diğeri de; bütün malı elinden gitmesine rağmen bunların hepsinden hesaba çekilmesidir. ”
Allah Rasulu (s.a.v) infakın faziletini beyan ederken şöyle buyuruyor.
“Her sabah iki melek iner. Biri “Ya Rab infak edene, infakına karşılık yenisini ihsan eyle> der. Diğeri de <Ya Rab Cimrilik edenin malını telef et” diye dua eder. [3]
Tabiata baktığımızda, ihtiyacından fazlasını bize ikram eden yüzlerce örnek görüyoruz. Bal arısı kendi ihtiyacından kat kat fazlası bal yapar ve bize ikram eder. Meyve ağaçları, yüzlerce meyve ikram ederler bize ve bu meyvelerden bir çekirdek toprağa düşse bir ağacın yetişmesi için kâfi gelir.
Mali bir ibadet olan infak’ın Allah Teâla tarafından kabul olması için bazı şartlar bulunmaktadır.
- İnfaka konu olan mal, öncelikle Allah (c.c) rızası için verilmiş olmalıdır.
- İnfak edilmiş mal helal kazançla elde edilen maldan verilmelidir.
- Malın en değerli olanından infakta bulunulmalıdır.
- İnfakta bulunan kişi, sahip olduğu malda toplumun ve özellikle yoksulların hakkının bulunduğunu bilmeli onların başına kakmamalıdır.
- İhtiyaç sahiplerine, ihtiyaç zamanında verilmelidir.
- Sıhhat ve afiyette iken verilmelidir.
- Gücünün yettiği kadar verilmelidir.
- İnfak etmekte acele davranılmalıdır.
- İnfak gizli yapılmalıdır.
- Verilen şeyin karşılığı beklenmemelidir.
- İnfaktan geri dönülmemelidir.
- Allah Teâla’nın ismini anarak isteyene verilmelidir.[4]
İslam medeniyetinde infak müessesesinin tam manası ile çalıştığı dönemlere baktığımız zaman toplumun arasında muhteşem bir yardımlaşma ve dayanışma olduğunu görüyoruz. Ecdadın saymakla bitiremeyeceğimiz ölçekte yaptığı camiler, medreseler, köprüler, imarethaneler, aş evleri, çeşmeler ve su kanalları gibi birçok eserin infak kültürü ile yapıldığını görüyoruz. Aynı zamanda sadaka-i cariye olarak kabul edilen bu eserler insanlar öldükten sonra bile hizmetlerini sürdürerek infak eden kişinin amel defterine sürekli sevap yazılmasına sebep olmaktadırlar.
İnfak ederken sayı çokluğu önemli olmamakta, çoğu zaman infak eden şahsın niyeti ile bu amel, daha çok sayıdaki amelin önüne geçmektedir.
Nitekim Kâinatın Efendisi Resulullah (s.a.v)
“Bir dirhem, yüz dirhemi geçmistir.” buyurdular.
Ashab- ı Kiram :
“Bu nasıl olur, ey Allah’ın Rasülü ? diye sorduklarında. Efendimiz (s.a.v) şu cevabı vermiştir.
“- Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan en iyisini tasadduk etti. (Yani malının yarısını tasadduk etmiş oldu) Diğeri (ise hayli zengin biriydi) o da malının yanına varıp, malından yüz bin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti” [5]
Mümin ister zengin olsun ister fakir olsun, samimi bir şekilde niyet eder ve isterse mutlaka infak edecek bir şeyler bulur. İmkânı nispetinde malından, canından, vaktinden, kuvvetinden, ilminden, kabiliyetinden, sanatından, dilinden, kalbinden ve dualarından infak edebilir. İnsan unutmamalıdır ki Hakk’ın rızası için yapılan her türlü infak, ahiret yurdunda azığımız olacak ve ebedi saadetimize hizmet edecektir.
Gecelerden gündüzlere ışık, bu günlerden yarınlara azık biriktirenlere selam olsun.
Dipnotlar:
[1] Bakara suresi: 254
[2] Bakara süresi: 267
[3] Buhari, Zekat, 27; Müslim, Zekat, 57
[4] Yüksek İslam Ahlakı, Mustafa Bilgen, s. 353-354
[5] Nesai, Zekat,49
Cevapla