Herkes belgesel izlemiştir. Avını yakalamaya odaklanmış olan ‘yırtıcı hayvan’, uygun zamanı ve durumu bekler; bazen saatlerce bekler… Sabırla bekler… Sonucu ise kanla biter genellikle: “Yırtıcı hayvan” emeline ulaşır. Avını yedikten sonra bir ağacın gölgesinde saatlerce dinlenmeye verir kendini. Ne de olsa amacına ulaşmışlığın verdiği bir huzur, rahatlık ve zevk var. Bunu niye anlattım? Şöyle ki; Din üzerinden “konuştuğunu sananların” olduğu bir devirde yaşıyoruz ve bu devir hiç de kolay yaşanılası bir devir değil! Her kafadan bir sesin çıkması, temiz suyu bulandırmaktan başka bir işe yaramadığı akıl sahipleri için ortadadır. Bununla beraber temiz zihinleri bulandıran, onlara Allah’ın dinini değil de, kendi hevalarını din diye yutturanların (!) sayısı her geçen gün artıyor. Sekülerizmin, Allah’ı ötekileştirmesi sonucu herkes kendini Dinˈin sahibi, hüküm koyucusu sanıyor. Ayetler ve hadisler, nefislere, hevalara ve en önemlisi mevkilere kurban ediliyor.
Allah adına konuşanlar, mevcut din anlayışını değiştirme adına bazı gün, gece ve ayı beklerler. Sene boyunca kafalarını vakıflarından çıkarmayıp, Ramazan ayı gelince birden Allah’ın dinini halka anlatmak için harekete geçerler. Hilal, imsak, hayızlı halde oruç gibi konuların ısıtılıp servis edilmesi bu hamlenin bir eseredir. Kandil geceleri de hakeza. Yine böyle bir zamanın arifesindeyiz. Kurban bayramı…
Kurban bayramını sadece et yemekten ibaret görüp, hayvan kesimine karşı olan bu anlayışın sair zamanlarda et yiyip yemediğini bilmiyoruz. Büyük olasılıkla yemiyorlardır. Aksi takdirde bu ikiyüzlü olmaktır ve bu kat’iyetle samimiyetsizliktir.
Yazının başında anlattığım ‘yırtıcı hayvan’ meselesinin tezahürü olan; ‘Hayvan kesmeye hayır bayrama evet.’ başlıklı yazının bu amaçla yazıldığı gayet açık… Bu yazının sahibi “Gezi”nin hocası, diğer lakabıyla “antikapitalist Müslüman gençler” lideri İhsan Eliaçık… Yazmış bu yazıyı ama sadece yazmış… İlme dair bir cümle, bir ifade maalesef yok…
Ne yazmaya çalışmış bir bakalım… “Peygamberimiz bu bayramda yani garip gureba ile yakınlaşma bayramında, sabah, bayram namazından sonra ilk yaptığı şey, ashab-ı suffa diye bildiğimiz, gariplerin, yoksul kimselerin, evsiz sahabelerin kaldığı yere gelip, onlarla bayramlaşmak idi. Kendi evinden ve ailesinden, eşlerinden önce, kimsesiz, garibân diye ifade ettiğimiz sahabelerle bayramlaşırdı.”
Şu ifadelerden anladığımıza göre Peygamberimizin hayatından örnek vermesi hasebiyle söyleyebiliriz ki (!) kendisi sünneti kabul ediyor. Aksi takdirde kendiyle çelişecek ve ispata çalıştığı tez çökecektir. Kurban bayramına atfederek şöyle diyor Gezi’nin imamı; “Üzerine Allah’ın adı anmayı, bıçağı eline alıp, bismillahirrahmanirrahim diyerek, böyle fışkırtarak hayvanın kanını dökmeye çevirdiler. Üzerinde Allah’ın ismi anılmak bu değildir!” Böyle bir iddianın ispatı lâzım gelir. Bu işlemi kim yaptı ve ne zaman yaptı sorusuna cevap lâzım gelir.Kurban kesiminin Peygamberimiz tarafından da yapıldığını unutmuş (!) herhâlde.
Gezi’nin imamı Peygamberimizin bayram yaşantısından bir kesim sundu. Şimdi biz bu kesimi tamamlayalım. Hz. Enes (r.a) şöyle diyor: “Hz. Peygamber (sallallahualeyhivesllem) iki tane alaca koç kurban etti. Ayağını kurbanlarının yan tarafları üzerine basıp Bismillah diyerek tekbir alırken gördüm. Sonra onları kendi eliyle boğazladı.”[1] Buharî’nin rivayet ettiği bu hadis gibi onlarca hadis var. Sünnetin bir tarafını görüp diğer tarafını görmemek, nefsi olmaktan öte bir şey değildir. Sünneti kabul etmiyorsan ya hiç rivayet getirmeyecek ya da getirirken “bütüncül” iman edeceksin. Bazısına iman edip bazısını inkâr tavrının anlaşılır bir tarafı olamaz!
Devam ediyor Gezi’nin imamı; “Hacdaki hayvan kesme Allah adına bir ritüel değildir, uzaktan gelenleri doyurmak için, et ihtiyacını karşılamak için yapılan kesimdir. Benim görüşüme göre, İslam’da, insanların biyolojik ihtiyacını karşılayacak et tüketimi anlamında hayvan kesimi vardır. Tanrı için hayvan kesimi diye bir şey yoktur.” Bu ifadelerin aslında öyle olmadığını hepimizin bildiği meşhur Hudeybiye vakıası ortaya koyuyor. Eğer kurban kesmek uzaktan gelenleri doyurmak için olsaydı; Peygamberimiz (sallallahualehivesellem) Mekke’ye giderken kurbanları yanlarına almaz ve daha sonra onları kesmezdi. Nitekim kendilerini de doyurmak amaçlı değildi. Öyle olsaydı kurbanları oraya götürmek yerine Mekke’ye gelirken konakladıkları noktalarda açlıklarını giderirlerdi. Anlaşılan şudur; hayvanların Medine’den alınıp Mekke’ye getirilmeleri sadece Allah içindi. Gezi imamının görüşüne göre insan için kurban kesilir ama Allah için kesilmez. İnsanların biyolojik ihtiyacı için, yani et yesin, doysun diye kan dökülür ama Allah için dökülmez. Kurban kesenlerin hiç biri et yemek veya doymak amaçlı kurban kesmiyor. Eğer niyet salt olarak bu olacak olsa kurban kesme ibadetinin sahih olduğunu söylemek dahi zor olacaktır.
Gezi imamı devam ediyor: “Kuran diyor ki, bunların kanları etleri Allah’a ulaşmaz ama insanlar illa kesmek istiyor ve kesiyor.’’ Allah’a yapılan amellerin niyetsiz olanları ona (c.c) ulaşmaz. Allah için olmayan hiçbir amel makbul değildir. Niyetsiz amel, boşa uğraştır. Bu sadece kurban ibadeti için değil; Namaz, Oruç, Hac… tüm ibadetler için öyledir. Ancak Allah için yapılan bir amel; niyetsiz yapılan amellere nazaran makbul ve geçerlidir. Gezinin imamı cümleyi burada bitirerek Kur’an’a iftira atıyor. Oysa devamı var. ‘’ Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır; fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır.”[2] Tefsir’ül-Maverdi’de ilgili ayetin tefsirine baktığımızda iki mananın olduğunu görüyoruz. Şöyle ki; Allah rızasının gözetilmediği her amel boşa uğraştır. Bu kesimde de rıza-i ilahi olmazsa ne et ne de kan fayda verir. Diğer ayetin dalaletine dair bir diğer tefsir ise cahiliye devrinden kalma bir adete atıfla izah ediliyor. Cahiliye devrinde kurbanlar kesildiği zaman kesilen hayvanı kanlarıyla beraber Kabe’ye doğru yatırırlardı. Müslümanlar da bunu yapmak isteyince Allah c.c bu ayeti indirerek böyle yapmamalarını emretti.”[3] Önemli olanın niyet olduğunu bildirircesine…
Devam ediyor antikapitalist imam: { فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ } Kevser süresinin bu ayetine verdiği meal;’’ “O halde Rabbine yönel/destek iste ve güçlüklere göğüs ger/diren.’’ Bu manayı neye göre verdiğini merak etmemek mümkün değil. Hangi metodu kullanarak böyle bir kanıya varmış. Lafızların hangi manada kullanıldıklarının hiç mi önemi yok? Lafızların nasıl kullanıldığı ve Peygamberimizin nasıl kullandığı çok mühim bir meseledir ve bu tespit edildikten sonra tahrifat yapılmaz…صَلِّ …Salat kelimesi hepimizin malumudur ki; lügatte “Dua” manasına gelir. Ancak ıstılah da “Namaz” manasına gelir. Namaz kıl yani bayram namazı kıl şeklinde meal verilmesi en doğrusudur. Salatın; yönelmek ya da destek manasına geldiğini söyleyen Gezi imamı; herhâlde kendisine has ve özel bir lügati var. Yoksa bu manalar bizim lügatlerimizde yok. Bir diğer kelime ise انْحَرْ…Meal olarak “diren” manasını görüyoruz ki bu kelimenin lügat karşılığı boğazlamaktır. Emir sığasında olduğu için “boğazla…” Yani kurban kes…. Yani Allah için kurban kes… Dedik ya ona ait özel bir olsa gerek! Bu kelimelerin manasını oraya bakarak söylüyor. Yoksa kafadan atmıyor (!)… Muhammed bin Ka’ab şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Allah için namaz kılmaz ve kurban kesmezdi.. Allah (c.c) ‘da bu ayetleri indirerek sadece kendisine namaz kılınmasını ve kurban kesilmesini emretti. (Hak olan mana ise şudur) İkrime, A’ta, Katade; ‘’Bayram namazını kıl ve kurbanını kes.”[4] Peki, Allah Resulü (sallallahualeyhivesellem) bu ayetlerden ne anladı ve ne yapardı? “Bayram namazını kılardı. Kurbanını keserdi.”[5]
Zamanın en büyük hastalığı metotsuzluktur. Sistemsiz düşüncelerin dayanıksızlığı kendini hemen ele verir. Nasıl ki temelsiz ve kolonsuz evler kendini gösterir. ‘’Ben buradayım’’ der. Aynı şekilde din adına konuştuğunu sananlar da söylemleri ve anlam ve anlatma kurguları da ‘biz batılız biz heva ve heves üzerine bir araya getirildik.’ derler. Ayetleri ve hadisleri kendi anlayışlarına çekme kıvranışı içinde olanların bu halde sabit kaldıklarını ve birçoklarının hidayete ermediğini müşahede ettik ve ediyoruz. Bu kıvranışın içinde olanların azabı ne büyüktür !!!
Yunus Sanır
[1] Buhari -Kitabu’l-Edahi
[2] el-Hacc-37
[3] Tefsir’ül-Maverdi-Hacc 37
[4] Tefsir-ül-Beğavi
[5] İbn Kesir-Kevser
Cevapla