Mustafa İslamoğlu akıl sahipleri tarafından iyi tanınmaya başladı. Yıllardır ehl-i sünnetin muhkem hocaları tarafından sinsi planları anlatılmaya çalışılıyordu İslamoğlu’nun. Kimileri bu uyarılara kulak verirken, kimileri “hüsnü-zan” etmek, ayrışmayı önlemek gibi bahanelerle kulak asmıyordu bu hakikatlere.
İslamoğlu’nun gerçek yüzünü diğer batıl fikir sahibi kimseler açıkça göstermediği, çok sinsi davrandığı da ehlince malum idi. Şimdilerde hüsnü-zan besleyenlerden de bu gerçek yüzü fark edenler çıkmaya başladı. Demek dilinin biraz daha uzaması gerekiyormuş ki fark edilsin.
Allah basiret versin mü’minlere… Nur Camiası içinden İslamoğlu eleştirisi yazısı.. Güzel tespitler olması hasebiyle iktibası uygun gördük. Umarız fayda hâsıl olur.
Bir yıpratma taktiği olarak ‘şahısları çürütmek’
Mustafa İslamoğlu karşısında yıllardır ben ve benim gibileri kandıran nedir? Hüsnüzan mıdır? Onun Kur’an’dan konuşması mıdır yalnız? Elbette bu da var, ama yalnız bu değil. Eğer yalnızca bu olsaydı, yine ‘Kur’an müslümanlığı’ diye birşeyle karşımıza çıkan Abdülaziz Bayındır, Yaşar Nuri Öztürk gibiler de kandırırdı bizi. Bence bizi kandıran hüsnüzannımızın aptallığa yaklaşmasının yanında bir de İslamoğlu’nun kurnazlığı. İslamoğlu, bence dilinden çıkanların çok daha fazlasını kalbinde tutuyor. Bir tür takiyye ile ehl-i sünneti de çok fazla ürkütmeden adım adım kafasındaki taşları döşüyor. Öyle ki; son devirdiği çamlara rağmen hâlâ ona hüsnüzan edenler var. Sanıyorlar ki, hoca gafil, aydınlatılsa hemen ikna olacak.
Halbuki ne iknası, hatırlatsanız yine takiyyesini giyecek üstüne birden. Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ı yıllardır iltifatlarla anmasının ardından şimdi kükremesinin asl-ı sireti de bu. “Hazır Gülengiller devletle kötü olmuşken, onlar da Nurcu bilinirken belki de fırsat doğmuştur. Bırakayım takiyyeyi de bir çakayım şu Bediüzzaman’a ve Nurculara!” diye düşündü.
Yok bilmem şimdiye kadar hiç Risaleleri Kur’an’a arz etmemiş de, yok bu gözle hiç okumamış da. Yerseniz, güzel numaralardır bunlar. Güvercin taklasıdır, yerseniz. Üstelik “Kur’an’a arzettim” dediği kitaptan yaptığı alıntılardan da kimisi uydurma, kimisi de tahrifat, yani olmayan kelimeler eklenerek uydurulmuş bir Risale-i Nur arzetmiş İslamoğlu Kur’an’a. Başkasının makalesinden öyle bir çakma bölüm hazırlamış ki, onun uydurduğu metinleri de kitabına katmış. Ah, ben ne dedim? Hazretin ifadesini hazretin kendisi için kullandım. Alınmaz inşaallah. ‘Uydurulmuş din’ tabirinin patenti kendisine aittir çünkü.
Eğer İslamoğlu, kendi kitabını başka bir İslamoğlu olarak inceleseydi, oradaki uydurma metinlerden dolayı kendisini ‘güvenilmez âlim müsveddesi’ sayardı. Düşünsenize, birkaç tane hadisi aklına uygun bulmamakla Buharî’yi bitiren(!) adam, böylesi uydurma metinleri görürse kendisine neler yapmaz? İntihar bile edebilir, Allah korusun. Öyle ya, hayatını ‘doğru din’ üzerine adamış. Bir tane delilsiz şey söylemiyor. Dayanamaz böyle birşeye. Şeeeyy, yerseniz tabii.
Yemezseniz size diyeceklerim var. Bence İslamoğlu, ülkemizdeki ‘Kur’an müslümanlığı’ ekolünün en kurnaz öğreticisi. Diliyle bir kere söylese, ehl-i sünnetin hemen alnına kaşeyi basabileceği meseleleri anmaktan uzak kalarak benzerlerinden içtenpazarlıkta ayrılıyor. Mesela Yaşar Nuri Öztürk kadar ne mert, ne de açık sözlü. Onun namaz vakitlerine, haccın zamanına dair taarruzlarından ne olduğunu anladı ümmet, itibar etmedi sözlerine. Bayındır da yine çoğu tartışmada böyle. Açıktan diyeceğini diyor. Zaten bilerek ehl-i sünnet ile arasında orucun zamanına dair falan tartışmalar çıkarıyor ki, kendisinin de ne olduğu ortada olsun. Açıktan konuşulsun.
Ama İslamoğlu öyle değil. Ben çok iyi biliyorum böyle düşünmekte yalnız olmadığımı. Ehl-i tasavvuf olduğu halde onun dersine giden, normalde Nur talebesi olduğu halde sohbetlerini takip eden bir sürü insan vardı. İslamoğlu benzerlerinin rağmına bu ilgiyi üzerinde tutmayı nasıl başardı? Emsallerinin hatasını yapmayarak. Hemen tanınmasını sağlayacak mevzuları açıktan anmayarak. Mümkün mertebe arkaya dolarak. Hep bu yolu izledi İslamoğlu. Yavaş yavaş kanına girdi dinleyicilerinin. Mehteran gibi yürüdü hep, iki adımda bir durarak.
Hatta şimdi görüyorum ki; Bediüzzaman’ın, tüm müminlerin dikkatini çektiği bir tuzağı, İslamoğlu tam uyguluyor. Peki, nedir o tuzak? ‘Şahısları çürütmekle eserleri çürütmek’ kardeşlerim. “(…) ehl-i dalâlet ve tuğyan, işlerine gelmeyen bir eseri, eser sahibini çürütmekle eseri çürütmek âdetleridir…” derken altını çizdiği şey bu.
İslamoğlu’nun kimi derslerine bakıyorum mesela, tıpkı müçtehidin-i izamın magazin programı gibi. Yok kimi muhaddis bin tane kadınla evlenmiş, yok kimisi bilmem ne yapmış, yok kimisi bilmem ne demiş, yok kimisi bir eserinde ne yazmış, yok kimisi kimisinin ardından nasıl suçlamış… Böyle, o insanların ilmiyle ve ilmî yetkinliğiyle hiçbir alakası olmayan bin tane martavalı anlatıp duruyor derslerinde.
Ne için? Çünkü onların eserlerini çürütebilmesi için malzemeye ihtiyacı var. Doğrudan eserlerine vuramıyor, eserler muhkem, hem de ümmet uyanıyor. Ya ne yapacak? Arkalarına dolaşacak. Kimisinin karısına getirecek lafı, ötekinin söylentisine, berikinin bir tartışma sırasında sarfettiği söze, bir diğerinin kötü lanse edebileceği bir satırına… Oradan da diyecek ki size: “Bakın bakın, adam sandığınız bu insanlar aslında böyle böyle. Aslında beş para etmez, sözüne de itibar edilmez kişiler bunlar. Artık onlarla naklolan hiçbir şeye güvenmeyin. Ben size dinin aslını öğreteceğim.”
İşte bunun adı cerbeze kardeşlerim. Bir adamın bir ömür boyunca tükürdüğü balgamı bir anda ağzından çıkmış gibi gösterme. Yahut sinek kanadı kadar seyyiesi ile dağ gibi hasenesini örtme. Bediüzzaman, bu zihniyete dair bir tesbitini de sahabeye dair yazdığı bahsin ahirinde söyler.
“Dördüncü sual: (…) Hem, müçtehidîn-i izâma karşı müsâvât dâvâ etmek neden ileri geliyor? Elcevap: Şu meseleyi söyleyen iki kısımdır. Bir kısmı, sâfî ehl-i diyânet ve ehl-i ilimdir ki, bâzı ehâdisi görmüşler; şu zamanda ehl-i takvâ ve salâhatı teşvik ve terğib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zâten onlar azdırlar, çabuk da intibâha gelirler. Diğer kısım ise, gayet müthiş mağrur insanlardır ki, mezhebsizliklerini müçtehidîn-i izâma müsâvât dâvâsı altında neşretmek istiyorlar…“
Daha biz hüsnüzan ededuralım, dün hafif imalarla başlayan İslamoğlu, bugün açıktan Bediüzzaman’a, Mevlana’ya ‘mahviyet ayakları’ diyecek bir noktaya geldi. Dün okunmasını tavsiye ettiği, hatta yayınevi markası da verdiği külliyatı bugün insanları Kur’an yolundan saptıracak bir eser dizisi gibi göstermeye kalkıştı. Bugün bunu yersek ve buna gereken ilmî cevapları yine vermezsek, yarın kimbilir kimlere sataşacak? Kimleri gözden düşürmeye gayret edip, hangi eserleri çürütmeye gayret edecek?
Bugün buna sessiz kalanlar, susanlar, bizi de susturmaya çalışanlar; yarın bizzat kendi çocukları, kendilerini uydurulmuş din mensubu gibi görüp ‘imansızlıkla’ itham ederlerse şaşırmasınlar; bu meyve o suskunluk ağacının çünkü. Allah elbette dininin sahibi ve koruyucusudur, ama müminleri de gayrette görmek ister. İslam’ı, bu adamın güya ‘Kur’an müslümanlığına’ karşı ilminizle ve kalbinizle müdafaa edin.
Ahmet AY
Risale Haber’den iktibastır
Bu yazı başlığıyla bir hayli çelisiyor ne kadar ironik
değil mi?