İlim ehlini şeytan boş bırakmaz, onu, ilmi ile kandırarak derin kuyulara sürüklemeye çalışırmış. Salim akıl sahipleri ilim ehlinin kalbinden en son çıkacak şeyin makam sevgisi olduğunu da bildiğinden, ilim edinmenin ürkütücü bir tarafı olduğu üzerine düşünürler. Düşünmek de gerekir zaten. Aksi halde, çıktığımız yolda, bin yıldır insanların yakalandığını tevatüren duyduğumuz tuzaklara hazırlıksız yakalanırız… Başkalarının tecrübelerini yeniden tecrübe etmek yakışır mı hiç akıl sahiplerine?!
Musellem.net’in youtube kanalında başlattığımız ve canlı yayınla yaptığımız “Bir Kıvılcım” sohbetlerinde bulduğum her fırsatta bu konuya temas etmeye çalışıyorum misafirlerimizle.
Hâl böyle olunca, sosyal medyanın elimizin altında olmasından ve birilerine sesimizi duyurmanın kolaylaşmasından mıdır nedir bilinmez salgın hastalık gibi yayılan tenkid etme, eleştirme, hakaret etme, reddiye yapma işlerinin aslında kimin işi olması gerektiğine de değinmeden geçemiyoruz. Birbiriyle üslup açısından bile benzeşmeyecek bu tavırları peşpeşe zikretmem boşa değil elbet. Hakaret edelerin çoğu, tenkid ettiğini, reddiye yaptığını zannediyor. Oysa içinde bulunduğu cehalet mertebesinden yayılan ses, bambaşka bir hâle bürünüyor. O farkında değil.
Kimisine göre “asla kabul edilemeyecek bir tavır” iken, kimisi ise “insanları cehennemden kurtarmak için çırpınmamız gerekirken, birilerinin hatalarını ifşa etmekten haz duyuyor, cehenneme gidecek olmasından mutlu oluyoruz adeta” diyerek durumun vehametini ortaya koyuyor.
Katılır mısınız bilmem. Ancak bir hakikat var: selefimiz böyle değildi.
Kendisine sual sorulduğunda cevap verip vebale girmemek için hep başka birine havale etmeye çalışan selef uleması, hatta sahabenin tavrı bir kenara, bizim “söz söylemek için çırpınıyor oluşumuz”un elle tutulur bir yanı yok.
Bu meseleleri konuklarımızla konuşmaya çalışırken diğer yandan da selef-i salihin’in tavrına dair okuma yapmak isteyince, Abdulfettah Ebu Gudde’nin tartışma adabına dair risalesi geçti elime.
Merhum, İmam Azam’ın Osman b. Müslim el-Betti’ye yazdığı mektup ile, İmam Leys B. Sa’d’ın İmam Malik ile karşılıklı mektuplaşmasından oluşan 3 mektubu derlediği, başına ve sonuna biyografiler ile, sonuç notlarını eklediği esrinde ne güzel özetlemiş meseleyi.
Öyle bir iki ufak mesele değil, birinin diğerini mürcie’den olmakla, ashab-ı kiramın yolundan gitmemekle, hadis-i şeriflere muhalefet etmekle suçladığı mektuplar bunlar. Fakat Ebu Gudde merhum tartışma adabını anlatmak için neden yayınlamış bu mektupları dersiniz? Çünkü onlar, birbirlerinin ayıbını ortaya çıkarmak değil, hakikati öğrenmek uğruna giriştikleri bu davada birbirlerini kırmıyor, incitmiyor, dua etmek, rahmet dilemekten geri durmuyor, kardeşim demekten, methetmekten vaz geçmiyorlardı.
Biz öyle miyiz sorusunun cevabını sizin vicdanınıza bırakmak durumundayım.
Burada şunu söyleyelim; gerek önceki dönem, gerek muasır alimlerimiz, ehl-i bid’atın bazı görüşlerini dillendirdiğinde, bid’at ehlinin muhibbanı zannediyorlar ki, “bunlar her tarafı didik didik ettiler de, bula bula, elle tutulur olmayan şu meseleleri bularak, onların itibarını sarsmak istiyor.”
Öyle olmadığına hiç şüpheniz olmasın. Gerçek ilim adamlarının yaptığı, mü’minleri sakındıracak kadarını ifşâ etmekle iktifa etmektir. Aksine zorlandıklarında ortaya neler çıktığını zaman zaman müşahede ediyoruz. Daha fazlasını da zannediyorum önümüzdeki zamanlarda müşahede edeceğiz.
Mevlâ niyetlerimizi bozmasın.
Amiin 🤲 Hayırlı ilim öğrenip hayırlı amel etmek nasip olsun inşallah cümlemize.