Fıkıhta “zuhr-i âhir” olarak anılan namaz, “Vaktine yetişip de üzerimizden henüz sakıt olmayan/eda edemediğimiz son öğle namazı” anlamına gelir ve bu niyetle kayıtlanması tavsiye edilir. Cuma namazının vücûbu için lâzım gelen; şehir özelliklerini haiz bir yerleşim biriminde sadece bir mescitte kılınmak ve devlet başkanı ya da naibinin izni gibi şartların kâmil manada sağlanamamasından dolayı, mezkûr namazın kılınması elzem görülür.
Bu mahiyetiyle her ne kadar tartışmalara konu olmuşsa da ibadetlerde ihtiyat[1] esasına bağlı olarak, ümmet bu namazı kılagelmiştir. Din İşleri Yüksek Kurulu, bahsi geçen eksiklikleri kayda değer bulmayıp zuhr-i âhir namazını kılmaya lüzum olmadığı[2] yönünde görüş serdetse de konunun bu şekilde geçiştirilmesinin pek kolay olmadığı ilgililerin malûmudur.
Bu namazın nasıl kılınacağı konusunda daha çok “öğle namazının farzı” gibi kılınması noktasında bir tatbikatın yaygın olduğu görülür. Bununla beraber, namazın farz yerine mi geçeceği yoksa nafileye mi dönüşeceği konusunda tereddüt mevzu bahis olduğundan, bazı âlimler son iki rekâtında da “zamm-ı sûre” okumanın daha sağlam olacağını ifade etmektedirler.
Bunun sebebi şudur: Dört rekâtlık farzların üç ve dördüncü rekâtlarında zamm-ı sûre okumak sehiv secdesi gerektirmeyen meşru bir iş, nafile namazlar için ise bir vâcibin îfâsıdır.
Bu tatbikata göre, namazın farz yerine geçmesi hâlinde ifsat durumu veya sehiv secdesi lüzumu gündeme gelmemekte, namazın nafileye dönüşmesi hâlinde ise zamm-ı sûre kıraati vesilesiyle tüm rükün, şart ve vecîbeler tamamlanmış olmaktadır.
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Efendi bu hususu ilmihâline şöyle kaydetmiştir:
“(İşte böyle bir ihtilâftan kurtulabilmek için ‘zuhr-i âhir’ adı ile dört rekât namaz daha kılınmaktadır ki) daha iyisi (öğle namazının dört rekât) sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekât ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Bu namazın son iki rekâtına ilâve edilen sûre ve âyetler, farzın sıhhatine zarar vermez. Eğer cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekât kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur.”[3]
Esasında bu ölçü, bilhassa kaza namazı bulunup bulunmadığı konusunda şüpheye düşen ve ihtiyatla amel eden kimseler için de geçerlidir.
Zühr-i Âhir’in İlk Oturuşunda Salli-Bârik Okunur mu?
Dört rekât oluşu sabit nafile namazların ilk oturuşunda salli-bârik duaları okunmadığı gibi kalkıldığında da sübhâneke okunmaz. Öğle ve cuma namazının ilk sünnetleri bu kabildendir. Zira o iki namaz, sübutunun kuvveti yönüyle, farza benzeyen namazlardır. Zaten bahsettiğimiz hükme bu açıdan kıyas neticesinde varılmıştır.[4] Dört rekâtla sabit olmayan mutlak nafileler ise esasında 2’şer rekâttan 2+2 olmak üzere iki ayrı namaz hükmünde olduğundan, bu namazları ikame ederken ilk oturuşta salli-bârik duaları okunur ve kalkıldığında da 2 rekâtlık yeni bir namaza durulmuş gibi sübhâneke senâsı ile başlanır.[5]
Daha önce de geçtiği üzere zuhr-i âhir namazı -daha önce geçen gerekçelerle- dört rekâtla tespit edilmiş olduğundan, ilk oturuşta salli-bârik okunması farzı tehire sebep olup sehiv secdesi gerektireceği için bundan geri durmak gerekir.
İsmailağa Heyetinin Zühr-i Âhir Telifi
Daha önce kısaca atıfta bulunduğumuz konuyla ilgili bazı tartışmalara açıklık getirmek amacıyla iki kıymetli risale, İsmailağa Te’lif ve Tercüme Heyeti tarafından Türkçeye tercüme edilerek müfit ilâvelerle beraber ilgililerin istifadesine sunulmuştur.
Risalelerden ilki Ali ibni Muhammed el-Makdisî’nin (v. h.1070) Nûru’ş-Şum‘a fî Beyâni Zuhri’l-Cum‘a adlı risalesidir. Devrinin büyük âlimlerinden olan el-Makdisî risalesinde, “Bir şehirde tek bir yerin dışında cuma namazı kılmanın hükmü” üzerinde özellikle durmuş, zuhr-i âhir namazı kılmanın lüzumunu delilleriyle birlikte açıkladıktan sonra, itirazları tek tek ele almak suretiyle cevaplandırmıştır.
Tercümesi sunulan ikinci risale, Nûh ibni Mustafa el-Konevî’nin (v. h.1004) el-Luma fî Âhir-i Zuhri’l-Cum‘a adlı risalesidir. Fetva kitaplarımızda adına “Nûh Efendi” şeklinde sıkça rastladığımız büyük müfti, “Zühr-i âhir kılmayı gerektiren sebepler” üzerine yoğunlaştıktan sonra, bu namazı kılmanın hükmünü beyan etmiş ve namazın kılınışını detaylı bir şekilde açıklamıştır. Risalenin son kısmında, ilk risalede olduğu gibi itirazlara yönelik geniş ve doyurucu cevaplara yer verilmiştir.
Tavsiyeye şayan kitabın ilerleyen bölümüne, Şâfiî ulularının mezhebinin bu konuya ilişkin görüşleri derç edilmiş ve eser, Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın zuhr-i âhir namazına yönelik itirazlarına, ilminden istifade için niyaz üzere bulunduğumuz Hüseyin Avni Kansızoğlu hocamızın vermiş olduğu cevaplarla hitama ermiştir.
Gerek burada bahis mevzuu edindiğimiz konunun, gerekse cuma namazı ve zuhr-i âhir konusuna dair mesailin ince detaylarını, Cuma Namazı ve Zuhr-i Âhir adlı eserde derli toplu bir şekilde mütalâa edebilirsiniz.
Dipnotlar
[1] H. Yunus Apaydın, “İhtiyat”, DİA, XXI/577-579.
Mezhepler arası ihtilaflı bir konuda ihtiyatla amel bakımından somut bir örnek ve izah için bkz. İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, t.y., I/93.
[2] Din İşleri Yüksek Kurulu’nun “Cuma Namazı ve Zuhr-i Âhir” konulu, 2002 tarihli 50 numaralı karar metni için bkz. https://kurul.diyanet.gov.tr/Karar-Mutalaa-Cevap/2990/cuma-namazi-ve-zuhr-i-ahir (e.t., 16.06.2020)
[3] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Bilmen Yayınevi, İstanbul, 1986, s. 149.
Bununla beraber, dört rekâtlık farz namazların 3 ve 4. rekâtlarında zamm-ı sûre okunması durumunda İmam Ebû Yûsuf’a göre sehiv secdesi gerektiği bilgisini de, fetva verilen görüş olmadığı kaydını düşerek belirtmek isteriz. Bkz. İbrahim el-Halebî, Halebî Sağîr, Dersaadet, 1312, s. 158.
[4] İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1992, II/68.
[5] Reddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, II/16; Halebî Sağîr, s. 159; Büyük İslâm İlmihâli, s. 97.
Cevapla