İmam Mâturîdî son yüzyılın en çok istismar edilen İslâm âlimleri listesinin başında anılsa zannediyorum ki bu mübalağalı olmayacaktır. Ehl-i Sünnet’in iki itikadî mezhebinden birinin kurucusu olan bu mübarek imam ve eserleri âdeta Ehl-i Sünnet’in karşı olduğu tüm garabetlerin menşei gibi hilaf-ı hakikat bir sunumla takdim edilir oldu. Söz konusu istismar ve çarpıtmalar tükenip kesilmediği gibi üstüne birde hemen her gün yeni şeylerin peyda edildiği görülüyor. Söz konusu teşebbüsün en güncel versiyonu, Tarihselciliğin Türkiye temsilciliğini sürdüren bir tefsir profesörünün beyanlarında görmekteyiz. Doktora sürecine kadar herhangi bir kelâm kitabı dahi okumadığını itiraf eden bu zat, bugün –İmam Mâturîdî’nin itikadî kabullerine muvafık bir itikad üzere olmadığı halde- mezhep imamı bir kelâmcıyı en iyi anlayan kişi gibi sarf-ı kelâm edebilmektedir.
İmam Mâturîdî’nin eserlerini anlamak zordur. Çünkü hem mütekaddim dönem bir âlim olmasının getirdiği ıstılahî zorluklar hem de kendisinin usûl ve fürû ilimleri cem etmiş yüce bir âlim olması onun ifadelerinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. İmam Mâturîdî’nin Te’vilâtü’l-Kur’ân isimli tefsiri de bu zorluklarla çevrilidir ve pek çok araştırmacının bu sebeplerle hataya düştüğü müşahede edilmektedir. Alaeddîn es-Semerkandî Şerhu Te’vilâtü’l-Kur’ân’ı tam da bu sebeple, yani ‘usûl-i fıkıh, usûliddîn, lûgat ve söz sanatlarına ömrünü vakfetmemiş olanların anlayamayacağı ibareleri izah için’ yazdığını bildirir. Bunun ne kadar yerinde ve önemli olduğu ortadadır. Fakat ne yazık ki bugün Te’vilât’ı doğru anlamak için yazılan şerhi doğru anlamak için de bir şerhe ihtiyacımız olduğu da inkâr edilemez. Bugün İmam Mâturîdî ile meşgul olanlara anlaşılan bir ‘Te’vilât okuma kılavuzu’ borçluyuz.
Te’vilât, ismiyle vurguladığı mânâ üzere âyet-i kerimelerin te’villerini cem eden bir muhtevayı haizdir. Yani öncelikle şunu fark etmemiz gerekir ki bu tefsirde karşımıza çıkan her te’vil İmamın görüşünü, kabulünü yansıtmaz. O bazen ilgili te’vili aktarımının peşinden reddederken bazen konunun geçtiği başka bir âyette yahud konuyla zahirî bir irtibatı anlaşılmayan bir yerde o te’vili makul ve makbul bulmadığını beyan edebilir. Dolayısıyla eserde görülen her te’vili hemen imama nispet etmek isabetli ve ilmî bir tavır değildir. Öte yandan kavramların henüz istikrar kazanmadığı, ilimlerin teşekkül döneminde kaleme alınmış bir eserde yer alan kavramları bugünkü ıstılahî karşılıklarıyla doldurmak da bir başka hatalı yaklaşımdır. Söz konusu girizgahın peşinden artık bu bilgileri neden paylaştığımızı söyleyebiliriz.
Yazının başında da atıf yaptığımız tarihselcimiz, İmam Mâturîdî’nin, bir âyetin hükmünün içtihadla neshini caiz gördüğünü iddia ediyordu. Fakat bu iddiası açıkça söyleyebiliriz ki tamamen yalandır. Tevbe sûresinin 60. âyetinde zekâtın verileceği sınıflar zikredilirken anılan ‘el-müellefetî kulûbühüm’ yani kalpleri İslâm’a ısındırılacaklar zümresini izah ederken, Hz. Ebû Bekir (r.a.) döneminde daha önce ilgili zümrenin payından istifade etmiş iki zâtın (Uyeyne b. Fulan ve Akra b. Habis) yeniden talebine dair bir rivayeti aktarır. Anlatılan hadisenin neticesinde Hz. Ömer (r.a.) ilgili tahsisatı onaylamaz. İmam Mâturîdî de ilgili naklin peşinden, ‘bu âyette içtihadla neshin cevazı vardır’ der. Bunu der fakat burada kastettiği ne âyetin hükmünün geçici ne de kalıcı olarak nesh edilmesidir (yürürlükten kaldırılmasıdır). Bir müessese olarak ‘müellefe-i kulub’un mevcudiyeti daima var olmuş tahsisat almaya devam edenler de bulunmuştur. Bu diğer halifeler döneminde de böyledir. Yani âyetin hükmünün ne geçici ne de kalıcı neshi diye bir durum söz konusu değildir. Peki burada ictihadla değiştirilen nedir? el-Cevap: Kimin müellefe-i kulub olduğudur. Bu ise âyetin hükmünün neshi ile ilgili bir durum değildir. İmamın böyle bir ifade ve vurgusu olmadığı gibi tarihten bugüne hiçbir şahıs bu ifadeyi böyle anlamamıştır. Bunu gösterir tek bir kayıt mevcut değildir.
İmam Mâturîdî gerçekten bir âyetin hükmünün içtihadla neshine cevaz verseydi ne olurdu, ulaşılmak istenen amaç nedir? Eğer insanlar onun böyle bir şey söylediğine ikna edilirse, Kur’ân’ın ilk muhatap kitlenin anlayışı üzere nazil olduğu iddiasına Ehl-i Sünnet’ten referans bulunmuş olacak ve bugün âyetler üzerindeki tarihselci tasarruf meşruiyet zemini yakalamış olacaktır. Halbuki ortaya koyduğumuz üzere ne imamın ne de onun itikadına, usûlüne, eserlerine hakkıyla vakıf âlimlerin böyle bir anlayış yahud tatbiki söz konusu değildir. Bu apaçık bir çarpıtmadır! Yani tarihselcilik kendisine yanlış bir adresten referans aramaktadır…
Yine aynı isim bugünlerde benzer bir teşebbüsü Fâtır sûresinin 33. âyetine dair Te’vilât’tan kesip sunduklarıyla gerçekleştirmektedir. Tefsircimiz, cennet nimetlerinin haber buyrulduğu âyette geçen; “Orada altın bilezikler ve incilerle süslenecekler. Onların giysileri de ipektendir.” beyânları için İmam Mâturîdî’nin: ‘Dünyada kimse bunlarla süslenmeye özenmezler fakat Allah biliyor ki Arapların bunlara özentileri vardı. Bu durumda âyet, onlara özendikleri şeyi vâdettiği anlamına gelir’ şeklinde bir açıklama yaptığını yani tabir-i caizse Allah Teâlâ’nın âyeti ile hakikati bildirmek yerine muhataplarının duymak istediklerini söylediğini iddia etmiştir. Tabi bunu yalnız kendisi söylemeyip İmam Mâturîdî’yi de âdeta tarihselci gibi takdim etmiştir. Halbuki bu iş de onun takdim ettiği gibi değildir. Daha evvel temas ettiğim gibi Te’vilât’taki her te’vili İmamın kabulü olarak değerlendirip üzerine atlamak doğru ve isabetli değildir.
Kaldı ki Te’vilât’ın mukaddimesine vakıf olan herkesin hatırlayacağı üzere İmam, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve Ashab-ı kiramın âyetlerle ilgili olarak beyanlarını muradullaha muvafık olma noktasında kat’î kabul edip onları ‘tefsir’, bunlar dışındaki hiçbir izahın da kat’îlik ifade etmediğini kabul ederek onları da ‘te’vil’ olarak tasnif etmiştir. Te’vili ayrıca, ‘bu âyetler Allah Teâlâ’nın değil de bir insanın sözü olsaydı şu mânâlara da gelebilirdi’ şeklinde değerlendirdiğinden onlara dini anlayış açısından bir mutlaklık ve hakikat yüklemediği ortaya çıkacaktır. Daha da önemlisi İmam Mâturîdî bu âyetin Arapların özendiği şeyleri vâdetme mânâsı taşıdığına dair bir te’vili paylaştıktan sonra bir te’vil daha paylaşmakta hatta o kendi tasnifi açısından ‘tefsir’ olarak nitelendirilebilecek bir izah olarak daha dikkat çekmektedir. Fakat ne yazık ki bu kısım Tarihselcilerin işine gelmiyor olmalı ki buraya en küçük bir temas söz konusu değildir. Onu da biz paylaşalım:
İmam Mâturîdî ilgili âyetin izahı sadedinde paylaştığı bir başka te’vilde şöyle söylemektedir; ‘…altın, gümüş, ipek ve sözü edilen benzeri süs eşyasının ne şekilleri ve ne cevherleri itibariyle dünyadakilere benzer bir tarafları yoktur, onlara sadece isimleri benzemektedir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Cennette hiçbir yüzün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği, insanın kalbine ve hayaline bile gelmeyen şeyler vardır.” Başka bir rivayette de şöyle buyrulur: “Cennette olan şeyler dünyadakilere benzemez, sadece isimleri benzer.””
İmam Mâturîdî’nin tefsir-te’vil ayrımını dikkate aldığımızda onun bahsi geçen ilk te’vili sadece lugavî bir anlam olarak naklettiği ve kendisinin iştirak ettiğini gösteren bir karine taşımadığı, usûlünün de buna uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Halbuki bizim aktardığımız izahında ise hadis-i şeriflerin şerhi ile mesele te’vil boyutundan tefsire dönmüş olmaktadır ki İmam Mâturîdî’nin yine kendi usûlü gereği buna muhalefet etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu âyetin izahından hareketle de İmam Mâturîdî’den bir tarihselci, beyanlarından da tarihselcilik çıkarmak mümkün değildir. Bu gibi parçacı ve hakikati çarpıtan sunumların da ne yazık ki İmam Mâturîdî’yi istismardan başka bir anlamı yoktur.
Sayın aklı kıt yazar neden itham ettiğiniz şeyin aynısını yapıyorsunuz? Ahlaksızlık değil de nedir bu? Bu kadar mi edepsizlestiniz? Muellefe i kulub’a Hz. Ömer döneminde mezkur hadiseden sonra herhangi bir şey verildi mi açıklayın bakalim. Isim isim söyleyin o halde! Ömer b. Abdulaziz’in yeniden yürürlüğe koymasını sanki hep devam etmiscesine anlatıyorsun! —–
Edep ve Kıt Akıl
Şu, “Edepsizlerle Mücadele” başlıklı yorum yazanın üslubundaki `edeb` e bir bakar mısınız!
Peşinden gittigi hocasının üslubundaki ´seviye´ ye ne kadar da benziyor!
Üstelik; bir içtihat sonucu olarak, ” Kur`anın hükmü bakidir, ancak mesela; bu sene müllefe-i kulub vasfina uygun kisiler olmadıgı icin zekatdan pay ayırmıyorum, ama gelecek yıl o tanıma uygun ihtiyac sahipleri olursa onlara da zekat veririm” demenin, zekatla ilgili ayetin hükmünün içtihadla nesh edilişi olarak anlayacak kadar da ilme ve zekaya sahip.!!!