Yüz ölçümü ve nüfus yoğunluğu olarak ülkemizin birçok vilayetinden daha büyük ve kalabalık olan Gebze ilçemiz, sanayi ve işgücü imkânları açısından oldukça zengin bir bölge. Her türlü maddi imkâna kolayca ulaşılabilen bir bölge olmasına rağmen, manevi iklim olarak maalesef bu kadar zengin değil.
Özelde Gebze, genelde Kocaeli bölgesinin böyle bir kuraklık yaşamasının hikmeti nedir bilmiyorum. Zira hemen yanı başımızda yer alan İstanbul, Bursa, Bilecik ve Bolu gibi vilayetlerimizin toprakları, bu manevi iklimin zenginlikleri olan Allah dostlarını türbeleri ile süslenmesine rağmen, bu bölgede böyle yerlerin yok denecek kadar az olması düşündürücü doğrusu.
Osmanlı imparatorluğunda, yola çıkan kervanların veya orduların durak noktaları, yola çıkan kervanın ne kadar sürede, ne kadar yol alacağı hesaplanarak tespit ediliyordu. Bu hesaplar yolun durumunu, yolcunun hareket kabiliyetini, coğrafi yapı ile iklim dâhil her türlü şartlar dikkate alınarak yapılıyor ve neticede buralara menzil külliyeleri kuruluyordu.
İmparatorluk döneminde, birçok yerde yapılan külliyelerden farklı olarak, bu menzil külliyelerinin ayrı bir vazifesi, ayrı bir mimari tarzı vardı. Bu yapılarda diğer külliyelere ek olarak, yolcu ve hayvanların barınmalarına, dinlenmelerine ve bakımlarını sağlayacak tarzda ekleri mevcuttu. Bu ekler imaret, kervansaray ve misafirhanelerdi.
İstanbul’dan, Anadolu’ya giden kervanların ihtiyaçlarını gidermek için kurulan bu menzil külliyesinin özelliklerine elbette bakacağız. Ancak, daha evvel bu külliyeyi ve buna benzer birçok eseri yaptırarak vakfetmiş, bu eserlerin banisi Çoban Mustafa Paşa hazretlerini tanımak icap ediyor. Başta şunu ifade edelim ki Çoban Mustafa Paşa hazretlerini tanımak için elimizde çok detaylı bir hayat hikâyesi veya belge/bilgi maalesef yok.
Kendisinin vakfettiği birçok eserinin günümüze ulaşmasına ve halen daha hizmete devam etmesine rağmen, hayatı ile ilgili elimizde yeteri kadar bilgi mevcut değil. Bu hususla alakalı olarak, gerek Gebze ilçemizin ilgili mercileri, gerekse tarih şuuruna sahip gönüllü insanlar tarafından bir çalışma yapılmalı ve bu büyük insanın hem bölgemizde, hem de ülke genelinde tanınması ve bilinmesi sağlanmalı.
Şunu ifade edelim ki “ayinesi iştir kişinin” sözünden hareketle, hayatı hakkında çok bilgimiz olmasa da, bu mübarek insanın ihlaslı ve samimi bir mümin olduğu, kendisini inancına ve devletine vakfetmiş bir özelliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ecdadımız, uzun yaşamanın sırrına ermiş insanlarla dolu. Bu insanlar, kendileri bedenen öldükten sonra, amel defterlerini kapatmayan işler yaparak ebedi hayatları için yatırımlar yapmışlardır. Çoban Mustafa Paşa hazretleri de bu insanlardan bir tanesi şüphesiz.
Elimizde olan sınırlı bilgilere göre aslen Bosnalı olan Mustafa Paşanın, bir devşirme olduğunu kanaati ağır basmaktadır. Çünkü yetişme tarzı, devlet içerisinde gerek sadakati ve başarıları ile yükselmesi bu sistemi işaret etmektedir. Osmanlı İmparatorluğu, uyguladığı bu devşirme sistemi ile zengin ve de farklı insan kaynağını en verimli şekilde kullanmış, tarihe yön verecek başarılı devlet adamlarını yetiştirmeyi başarmıştır.
Mustafa Paşa’nın Yavuz Sultan Selim Han ile birlikte Mısır seferine katıldığı, bu seferden sonra Piri Mehmed Paşa’nın maiyetine alındığı ve onun tarafından yetiştirildiği bilgileri mevcut. Samimiyeti, gayreti ve sadakati ile Kapıcı başı ve Rumeli beylerbeyi olmuş, Kanuni Sultan Süleyman döneminde ikinci vezirliğe kadar yükselmiştir.
Başarısı ve sadakati onu celalli bir sultan olan Yavuz Sultan Selim Han’ın kızı Hafsa Sultan ile evlenerek saraya damat yapmıştır. Kanuni döneminde Belgrad seferine ve Rodos seferlerine katılmış, Mısır valisinin vefat etmesi üzerine altı aylığına Mısır valiliğine atanmış ve burada çıkan isyanı bastırarak sükûneti sağlamıştır. Sabrı, sadakati ve becerisi onu devlet adamları nezdinde aranan bir insan haline getirmiş, nerede bir karışıklık veya problem çıkmışsa Paşa oraya gönderilerek meseleler halledilmiştir.
Bu mübarek zat hakkında elimizde olan bilgiler maalesef bunlarla sınırlı. İnşallah ileride onun hayatı ile ilgili bir çalışma yapılır, eldeki kaynaklar taranarak bu büyük devlet adamı ve Allah dostunu detaylı bir şekilde gelecek nesillere tanıtılması sağlanır. Zira böyle insanların cemiyet tarafından tanınmaya, bilinmeye ve örnek alınmaya ihtiyacı vardır.
Çoban Mustafa Paşa hazretleri hakkında elimizdeki bilgiler sınırlı olsa da, kendisinin çok ihlaslı ve samimi bir Müslüman olduğu söylemek mümkün. Hayatı boyunca hizmet ettiği devletinden kazandıklarını, yine o devletin topraklarına faydalı eserler olarak bırakmış ve o eserler yüzyıllardır kesintisiz olarak insanlara hizmet etmeye devam etmektedir.
Çoban Mustafa Paşa hazretleri tarafından 1523 senesinde Gebze’de kurulan külliye, tek parsel üzerine kurulmuş haldedir. Külliye bünyesinde Cami, Türbe, Güneş saati, Şadırvan, Kervansaray, Tekke, Semahane, Misafirhane, Medrese, İmaret, Tabhane ve Kütüphaneden ibarettir. Külliyenin kim tarafından yapıldığı ihtilaflı olmakla beraber, Mimar Sinan tarafından planlandığı ve Mimar Hüsam Ağa veya Acem Ali tarafından yapıldığı bilgileri mevcuttur. Ancak Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde, Hüsam Ağa’nın adı geçmektedir. Külliyenin tarihi, mimari özellikleri ve süslemeleri ayrıca hacimli bir yazının konusudur. Bu yazımızda bizi ilgilendiren, yazımızın başlığından da anlaşılacağı üzere bu mekânın manevi iklimidir.
Çevresini saran dünyevi hayatın içerisinde yapayalnız kalmış, çarşıların, pazarların, meydanın aksine, kapısından içeri adım atanın alnından öpen, yüreğini serinleten ve sükûnete çağıran manevi bir havası mevcut külliyenin. Bu kadar keşmekeşin arasında, insanın kısa bir süre bile olsa hayatın koşturmacasından kurtulup, rahat bir nefes alabildiği bir mekânın olması ne büyük bir nimet.
Bu külliyenin, Çoban Mustafa Paşa hazretlerinin gönlünde ayrı bir yeri olmalı ki, yaptırdığı diğer eserlerde değil, 1529 yılında İstanbul’da vefat etmesi üzerine buraya defnedilmeyi arzu etmiştir. O günkü şartları düşündüğümüz zaman, bunun çok ciddi bir külfet olduğunu söylememiz mümkün.
Yazımızın başında, bu bölgenin manevi ikliminin çok kurak olduğunu söylemiştik. Ancak külliye tek başına bu kuraklık arasında bir vaha durumunda yer alıyor. Az olanın kıymeti, Çoban Mustafa Paşa’nın ihlası, fakir fukaranın karnının doyduğu bir yer olması ve de her akşam kurulan ilim halkalarının bereketi ile külliye bu bölgenin tüm ihtiyacını karşılamaktadır. Külliyenin belli bölümleri uzun yıllardan beri atıl vaziyette bulunuyordu. Yakın bir zamanda, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı tarafından külliyenin imaret kısmı faal duruma getirilmiş, her sabah çorba ikram edilen ve dört yüz fakir ailenin evlerine sıcak yemek dağıtılan bir aşevi kurulmuş. İmaret kısmında, insanların sadece mideleri düşünülmemiş, her akşam farklı bir hoca efendinin katıldığı manevi ziyafet sofraları olan ilim ve sohbet halkaları ile gönüllerin de doyurulması sağlanmış.
Külliyenin imar edilme amacına uygun hale getirilmesi, öyle zannediyorum ki hem bu eserin banisi Mustafa Paşa hazretlerini, hem de fakir fukarayı sevindirmiş ki külliyenin ağaçlarına konan kuşlar bile bir başka ötüp, külliyenin manevi ahengine katkı sunuyorlar.
Külliye avlusunun havası başka, türbe kısmına geçtiğinizde hava bir başka oluyor. Türbe kısmına girdiğinizde, sizi bambaşka bir hal karşılıyor. O alanın boş olması aman sizi yanıltmasın. Zira türbenin etrafının eski bir mezarlık olduğu bilgileri mevcut. Hatta bu mezarlara ait taşların, meydan tarafına doğru olan duvarın altında yığılmış olarak görmeniz mümkün. Her ne kadar bu kabirlerin nakil yapıldığı söylense de, tavsiyemiz yeşil alanların üzerinde rahatça gezmemeniz.
Çoban Mustafa Paşa’nın türbesinin hemen yanı başında, bir mübarek zat daha istirahat etmekte. İsmi bilinmese de, ehlince tanınan bu zat ile birlikte Mustafa Paşa hazretleri, kendilerine ayrılan mekânda aldıkları vazifeyi ifa etmeye devam etmekteler.
Çölün ortasındaki bu vahadan nasiplenmek isterseniz, bir akşam vakti davete icap edip külliyeye gidin. Kuşların sesine kulak verip, şöyle tarihe doğru bir yolculuk yapın. Bu külliyeden kimler gelmiş, kimler geçmiş diye şöyle bir tefekkür edip, sonra bir Fatiha ve on bir ihlas okuyup hepsinin ruhuna hediye edin efendim.
Bizi bu vahadan nasiplendiren Mevla’mıza şükür, bu eseri yapanlara ve ayakta tutanlara rahmetle.
Cevapla