Osmanlı İmparatorluğu, küçük bir beylikten yola çıkıp, yedi kıtaya yayılan sınırlara ulaşmış ve gittiği her yere kendi inancını, medeniyetini ve kültürünü taşımış bir devletti. Bu devletin gücü sadece coğrafi sınırları ile kayıtlı olmamış, sesinin ulaştığı her yerde hükmünü icra etmiş ve yeryüzüne adalet dağıtmıştır. Osmanlı devleti, altı asır sürekli fütuhat ile uğraşmış ve devletinin sınırlarını sürekli artırarak, her geçen gün topraklarına yeni topraklar eklemiştir. Sürekli dışarı ile uğraşan, ordusunun büyük bir kısmı seferlerde olan bir devletin, nasıl oluyor da, maiyetinde yaşayan insanlar huzur ve refah içerisinde hayatlarını idame ettiriyorlar diye merak ediliyordu.
Osmanlı İmparatorluğu, sadece bir devlet olmayıp, aynı zamanda bir medeniyet olması hasebiyle, insanlığa örnek olacak uygulamalar getirmiştir. Yazımızın konusu da böyle bir uygulama ve teşkilat. Temelleri asr-ı saadete dayanan, gerek Resûlullah (s.a.v) Efendimiz dönenimde gerekse, ondan sonra gelen halifeler döneminde de uygulamalarına rast geldiğimiz ve İslam devletlerinin hemen tamamında aktif olarak rol almış, ancak günümüzde görevini birkaç müesseseye devretmiş Hisbe teşkilatından bahsedeceğiz.
Ecdadımız “insanı yaşat ki devlet yaşasın” düsturunca hareket etmiş, insana kıymet vermelerinden dolayı da, maiyetinde yaşayan her çeşit millet, huzur ve sükun içerisinde yüzyıllarca birlik ve beraberlik içerisinde yaşamışlardır.
İslam medeniyetinde, toplum içerisinde iyiliği emretme, kötülükten nehy etme görevi elbette ki toplumu oluşturan bireyler üzerine vazifedir. Ancak, bunu yapacak bir kurum oluşturmak ve toplumu İslami emirleri yaşamak için diri tutmak da devlet üzerine bir vazifedir.
Hisbe tarif olarak: İslam devletlerinde genel ahlakı, kamu düzenini korumak ve denetlemekle görevli teşkilattır. Dayanağını Kur’an Kerim’de ve Hadis-i şeriflerde geçen (¹) emr-i bi’l maruf ve nehyi ani’l münker emrinden almaktadır. Ayrıca fiili olarak devam ettiği devletlerde çeşitli emirname ve kanunlarla hem çalışma, hem de icraat alanları ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır.
Hisbe teşkilatının görev alanı, temelde üç ana başlık altında toplanan birçok hususu kapsamaktadır: Allah hakkı, kul hakkı ve her iki yönü de bulunan haklar.
Birinci grup görevler; ezanın vaktinde okunması, cemaatle ibadetlerin zamanında edası, cuma ve bayram namazlarının ifasının sağlanması, ibadetlerde aleni ihlallere ve bid’atlara engel olunması, taşkınlık ölçüsüne varan eğlencelerin, sarhoşluk verici içki kullanımının, sınırı aşan kadın/erkek ilişkilerinin engellenmesi, muamelatta genelde haramların, özelde fasit- batıl akitlerin, hile ve aldatmaların, ölçü tartı alet ve birimlerinde sahtekârlığın önlenmesi, ihtiyaçtan kaynaklanmayan dilenciliğin menedilmesi, ehliyetsiz din adamlarının halkı yanıltmasına fırsat verilmemesi türünden dini-içtimai faaliyetleri içermektedir.
İkinci grup görevler; umumi ve ferdi haklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bunlar; ihmal yahut imkansızlık yüzünden harap olan yol, su kanalı, kanalizasyon vb. alt yapı tesisleriyle ibadethanelerin ve savunma sistemlerinin tamirinin sağlanması, işçi- işveren anlaşmazlıklarının çözümlenmesi, komşu haklarına tecavüzün, her türlü meslek ahlaki ihlalinin, borçluların temerrüdünün önlenmesi gibi kamu işleri; muamelatta kanunlara riayetin temini gibi çarşı ve pazarla ilgili hususlardır.
Üçüncü grup görevler; toplu taşıma araçlarında yahut kamuya ait alanlardaki kadın/erkek ilişkilerinde dini -ahlaki kurallara bağlılığın sağlanması, taşıtlarda aşırı yüklemenin engellenmesi, işçi, yetim, köle ve hayvan haklarının korunması, buluntu hayvan yahut kaybolmuş çocukların yedirilip içirilmesi, yolların temiz tutulması ve aydınlatılması, kamu yararına aykırı İnşaatlara izin verilmemesi gibi faaliyetleri kapsamaktadır. (²)
Hisbe teşkilatının, amiri durumundaki muhtesip, çok geniş yetkilere sahipti. Yukarıdaki saydığımız görevlere ek olarak; iddet beklemeden evlenen kadınlar ile kumar oynayanları cezalandırdığı gibi, erkek nüfusu kırkı aşan yerlerde cami inşa edilmesini temin ile de meşgul olurdu. Keza o, okulları teftiş eder, öğrencileri haddinden fazla döven öğretmenleri cezalandırır, düşman eline geçtiği zaman, işlerine yarayacak her türlü harp malzemesinin satışını yasaklar, komşu hakkına tecavüzü önlemeye, zimmilere ait binaların Müslümanlarınkinden yüksek yapılmamasına dikkat etmeye kadar varan geniş yetkilere sahip bulunmaktaydı. Buna göre muhtesibin vazifesi, nerede ve ne şekilde olursa olsun, gördüğü münkeri (kötülüğü) ortadan kaldırıp bertaraf etmektir diyebiliriz. (³)
Bu teşkilatın vazifelerini okuyunca, bugünün insanına ilginç geliyor… Hani ilginç dediysek bugünden baktığımız için öyle geliyor. Zira o gün yaşayanlar şu anda bir imkân olsa bizim yaşadığımız çağa baksalar ne diyecekleri ve ne düşünecekleri ehline malumdur.
İlgili kaynaklardan sıraladığımız görevlere dikkat edilirse, bu teşkilat sadece bir alanda değil, birçok alanda vazifesinin mevcut olduğu görülmektedir. Böylesine teferruatlı ve birçok alandaki görevi deruhte eden şahsın yani muhtesibin sahip olması gereken belli özellikler olmalıdır. Bu özelliklere yine kaynaklardan baktığımızda şu şekilde sıralandığı görüyoruz.
1- Müslüman olması: Hisbe işini yüklenen kişi, yani muhtesib, Müslüman ve mümin olmalıdır. Zira hisbe, dini bir hizmettir. Binaenaleyh dinin aslını inkâr eden ve Müslüman olmayan bir kimse bu vazifeye tayin edilemez.
2- Mükellef olması: Mükellefiyet çağına gelmemiş bir çocuğun, emir ve yasaklara riayet etmesi, gerekli ikazlarda bulunması caiz olmakla birlikte vazifesi değildir. Çünkü bilfiil men etmek ve meşru olmayan şeyi ortadan kaldırmak, devlet otoritesini temsil eden memurun yapabileceği bir iştir. Bu ise bir çocuğa verilmez.
3- Adaletli olması: Amel ve hareketlerinde dini emirlere gereğince riayet etmeyen fasıklar hisbe teşkilatında bulunamazlar.
4- İlim sahibi olması: Muhtesibin emredeceği iyilik ile nehy edeceği münkerleri iyi bilip tanıması ve şeriat ahkâmına hakkıyla vakıf olması gerekir.
5- İlmi ile amil olması: Muhtesibin, bildiği şeyleri önce kendi nefsinde tatbik etmelidir. Aksi takdirde, yani bildiği ile amel etmeyip başkasının amel etmesini istemesi, cemiyet üzerinde olumsuz psikolojik tesirler meydana gelmesine sebep olur.
6- Allah rızası: Muhtesib, fiil ve sözleriyle Allah’ın rızasını hedef olarak almalıdır. İyi niyet sahibi olmalı; riya ve gösteriş gibi başkalarına sebep olacak kötü huylardan uzak bulunmalıdır.
7- Vera ve Takva sahibi olması: Muhtesibin bildikleri ile amel etmesi takva ve Vera sahibi olmasına bağlıdır. (4)
Cemiyet hayatında fevkalade önemli bir görev üstlenen Muhtesib, bu özelliklere ek olarak, çok dikkatli ve titiz de olması gerekiyordu. Zira Muhtesibin, tespit ettiği bir aksaklık veya suçun cezası, mahkemeye gitmeden hemen anında neticelendirilmesi gerektiğinden, hassas olması gerekiyordu. Muhtesibin görevleri ve taşıması gereken hususiyetleri yukarıda sıraladık. Şimdi de, yine aynı kaynaklarda Muhtesibin, vazifesini ifa ederken takip etmesi gereken usuller nasılmış hafiften ağıra doğru inceleyelim.
1- Bilmek: Haberdar olmak. Bundan maksat münkerin işlendiği zaman ona muttali olmasıdır. Yani bugünkü deyimle suçüstü yapması lazımdır. Bunun tespitinin de meşru bir şekilde yapılması gerekir. Tecessüs ve gizli araştırma yasaktır.
2- Bildirmek: Münkerin (kötülüğün) işlenmesinin sebebi bazen bilgisizlik olabilir. Bu yüzden bazı hatalar yapılabilir. Binaenaleyh, bilmediği için emir ve yasakları çiğneyen ve dini talimata aykırı hareket eden kimselere, bilmedikleri konular münasip bir şekilde anlatılır. Böyle durumlarda kişinin izzeti nefsi rencide edilmeden, cehaleti yüzüne vurulmadan uyarı yapılır.
3- Öğüt vermek: Doğru yolu göstermek, Allah korkusunu, ahirette uğrayacağı azabı hatırlatmak suretiyle münkerin işlenmesine mani olmaya çalışmak. (5)
Yaşadığımız çağ, dini hükümlerin hayatımızdan birer ikişer uzaklaştığı ve Müslümanların bir fetret dönemi yaşadığı zamana denk geldi. Ahlaksızlığın, haramların ve günahların alenen işlendiği bir devirde, böylesi bir teşkilatın geçmişte, cemiyet için ne kadar büyük bir vazife ifa ettiğini bugün daha iyi anlıyoruz. Genel nüfusunu Müslüman bireylerin oluşturduğu memleketimizde, sokaklarımızda ve toplu taşıma araçlarında rast geldiğimiz münkeri nehy etmek şöyle dursun, bir münkeri işleyeni uyardı diye insanlar ayıplanır oldu. Dünü ve bugünü kıyas ettiğimiz zaman, yaşadığımız bu kuraklığa esef etmemek mümkün değil.
Mevla Teâlâ, cemiyet olarak, bizleri yeniden kendi rızasına ve emirlerine göre yaşayan ve başka cemiyetlere örnek olanlardan eylesin.
Dipnotlar:
[1] – Al-i İmran: 110 -114/ Araf: 157/ Tevbe: 67-71-112 / Hac: 41 / Lokman: 17 /Nur: 21 Buhari, İstizan, 2 / Müslim, İman,83-85 / İbn Mace, Fiten, 20 /Ebu Davud, Edep,12
[2] – İslam Ansiklopedisi, Cilt18 sayfa 133-143, Cengiz Kallek
[3 -4 -5 ] – Dr. Ziya Kazıcı, Altınoluk Dergisi sayı 31, sf. 16
Cevapla