Ömer Nasuhi Bilmen’in Sıradışı Bir Eseri: İstanbul ve Fatih

Ömer Nasuhi Efendi Merhûm’un
‘Sûre-i Feth Tefsiri İ‘tilâ-yı İslâm ve İstanbul’un Tarihçesi’ Adlı Eseri

Osmanlı bakiyesi âlimlerimizden, konulara derin vukûfiyeti, kalem kıpırdattığı her alana derin nüfûzu, metin yazarlığındaki ölçülmez gücü bugün hasbelkader okuyan ve yazan herkesin malumu olan bir şahsiyettir Ömer Nasuhi Bilmen merhum. Arapça ve Farsçayı ileri derecede bilen ve üç dilde şiir yazabildiği gibi, tercüme yapabilecek düzeyde Fransızcaya da hâkim birisi.

Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendi merhûm belli dönemlerde; Dersiâmlık, Başmülâzımlık, Fıkıh ve Kelâm müderrisliği, Mahkeme-i Temyîz Şer‘iyye Dairesi’nde mümeyyizlik, Meclis-i Tedkîkat-ı Şer‘iyye ve Hey’et-i Te’lîfiyye üyeliği gibi en üst kademelerde vazife almakla müşerref olmuştur. İstanbul müftülüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı vazifelerinin ardından hizmetlerini; öğretmenlik ve hocalığın yanı sıra, te’lifât ile hayatının sonuna kadar sürdürerek bu vazifelerinde son derece başarılı olmuş ve ayrıca çok sayıda eser vermiş velûd âlimlerimizdendir.

Hâlâ aşılamadığını söyleyebileceğimiz Büyük İslâm İlmihâli; tefsir tavsiyesi isteyen birisine hiç düşünmeden tavsiye edilebilecek Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri; dört mezhebin görüşlerini ihtiva etmekle beraber, ihtilafları en isabetli şekilde kaydettiği muarızları tarafından dahi tasdik edilen Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kâmusu en çok bilinen eserlerinden. ‘Ashâb-ı Kir’am Hakkında Müslümanların Nezîh İ‘tikâdı’ adlı eser, ortaya atılan birtakım desiseleri izâle etme ve muhteşem tahkîkât içerme açısından, ilgilileri nezdinde çok kıymetli. ‘Büyük Tefsir Tarihi’ adlı eseri ise tefsir alanında çalışanların hemen tamamının başucu kitaplarından biridir.[1]

Ömer Nasuhi Bilmen’in en az ismi kadar meşhur eserleri bulunmasına rağmen, pek fazla bilinmeyen hatta basıldıktan sonra uzun bir süre basılmayıp okuyucuların istifadesine ancak son birkaç yıl içerisinde sunulabilmiş eserleri de mevcut. Bunların başında, İstanbul’un Fethi’nin 500. yıldönümü vesilesiyle kaleme aldığı; ‘Sûre-i Fethin Türkçe Tefsiri İ‘tilâ-yı İslâm ile İstanbul Tarihçesi’ başlıklı eseri geliyor.

‘Sûre-i Fethin Türkçe Tefsiri İ‘tilâ-yı İslâm ile İstanbul Tarihçesi’ Adlı Eser Hakkında

Baskı bilgilerine bakıldığında ilk kez 1963 senesinde İstanbul’da basılıp 1972’de tekrar yine İstanbul’da bir baskı daha gördüğü anlaşılan eser, uzunca bir süre bir daha basılmamış ta ki yakın zamanda Semerkand Yayınları tarafından basılıncaya kadar.

Takvimler 1953 senesinin arifesini gösterirken, insanlık tarihi için dönüm noktalarından biri olan İstanbul’un fethinin 500. Sene-i devriyesinin mevzu bahis olması üzerine, dönemin en kuvvetli kalemlerinden biri olan Ömer Nasuhi Efendi’den konunun ehemmiyetini sonuna kadar yansıtacak bir eser kaleme almasını talep ederler. Bu talep üzerine Ömer Nasuhi Bilmen, tanıtımı üzere bulunduğumuz eserini kaleme alır. Bu eser, ilk basıldığı günlerde yankı uyandırmasına ve yaklaşık yirmi sene sonra tekrar basılmasına rağmen, ülkenin yoğun ve sorun sarmallarıyla kuşatılmış gündeminden olsa gerek, kıymetini bilenler dışında unutulmaya yüz tutar. Eseri inceleyenlerin, üzerinden beş yüz sene daha geçmesi durumunda dahi değerinden hiçbir şey kaybetmeyeceğini bilakis çok daha değer kazanarak sonraki asırlara özenle taşınacağını anlayabilmeleri zor olmayacaktır.

Hudeybiye’den Fethe

Eser evvela Fetih Sûresi’nin tefsiriyle başlar. Hudeybiye’nin tarihî öneminin muazzam bir şekilde aktarıldığı enfes bir bölümle karşılaşırsınız hemen girişte. Kitabın, sonuna kadar Hudeybiye ile ilgili olduğunu düşünürsünüz bir an. Ömer Nasuhi Bilmen’in Tefsîri, yazıldığı dönemdeki mevcut tefsir birikiminin üzerine bir şey katmadığı düşüncesiyle, diğer eserlerinin yer aldığı ve katkı sağladığı alanlardaki literatüre nazaran zaman zaman kısmî eleştirilere maruz kalmıştır.[2] Bu mevzûî tefsir okunduğunda ise, müellifin aslında mufassal bir tefsir yazmak istemesi durumunda ortaya, dirayet açısından ne derece muazzam bir tefsir koyabileceği de kolayca anlaşılır. Bir de bu eserin, müellifin diğer eserlerine göre erken zamanda yazdığı bir eser olduğu düşünüldüğünde, bazı şeyler zannederiz çok daha iyi anlaşılır.

Müellif âyet-i kerîmeleri tefsir ettikçe, kâh Fahru’r-Râzî tadında kelâmî bahislere hatta tartışmalara girişir,[3]kâh Bahru’l-Medîd müellifi tadında, birtakım tasavvufî işaretleri ifşa eder.[4] Sayfalar ilerlediğinde yer yer Seyr-i Sülûk mertebeleri açısından açıklamalarda bulunduğuna da şahit olursunuz.[5] Riyâzâtın ehemmiyetinden, zâhidlerin zühdünden bahseder.[6] Gerek gördüğünde ez-Zemahşerî’yi hatırlatır bir tarzda lügat ve kelime bilgisine dair açıklama ve nahvî izahlarda bulunur.[7] İleride eser vereceği Kur’ân tarihi ve Ulûmu’l-Kur’ân ve Usûl-ü Tefsîr alanına dair doyurucu izahlara da girişir, Kur’ân-ı Kerîm’in i‘câzından bahseder. Köken üzerinden birtakım tanım ve tanımlalar da yeri geldikçe aralara serpiştirilmiştir.[8]

Müellifin eseri kaleme alırken birçok tefsiri kaynak olarak kullandığını görürsünüz. Meşhur tefsirlerin yanında, bu alanlarda yazanların pek de başvurmadığı bazı tefsirler de kaydettikleri alışılmışın dışındaki pasajlarıyla müellifin kaynağı olmuştur. Tefsirde sırası geldikçe tarihe, husûsan Peygamberler Tarihi’ne de girilerek bazen mufassal, bazen mücmel bilgiler serdedilmiştir. Hudeybiye antlaşmasının mahiyetine dair kavî analizler görülür; bu bölümdeki tahkîkât, ‘Ahsâb-ı Kir’am Hakkında Müslümanların Nezîh İ‘tikâdı’ adlı eserdeki tahkîkâtı hatırlatır bir tarzdadır.

Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in rüyasının ‘Hak’ olduğundan bahseden âyet-i kerîmeye gelindiğinde müellif, kelâm ilmine vukufiyetiyle kudretli bir izahta bulunur. Misallerle ve konuyla ilgili kavramsal çerçeveyi oturttuğu hadîs-i şerîflerle oluşturduğu zeminle beraber, harikulade bir sunum yapar. Mekke-i Mükerreme’nin fethi, usta bir tarihçi yaklaşımıyla ele alınıp aktarılır. Mûcize inkârcılarına tokat sadedinde, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in hissî mûcizelerinden örnekler hatırlatılır.

İttilai İslam Kısmı/Dinler Tarihi

Fetih Sûre-i Celîle’sinin 28. Âyet-i kerimesiyle de bağlantılı olarak müellif, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in risâletinin, diğer dinlere ne şekilde galip geleceğini anlatma sadedinde evvela ilk insan olan Hazreti Âdem (Aleyhisselâm)ın aynı zamanda ilk peygamber oluşu üzerinden konuyu, dinler tarihine giriş yaparak tafsil ediyor. Dinleri; hakîki, muharref ve bâtıl olmak üzere üçe ayıran müellif, İslâm’ın mahiyetini akide esaslarıyla beraber beyan ettikten ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in üstünlüğünü vurguladıktan sonra sözü, diğer dinlere galebesine getiriyor. Eserin bu bölümünde, Müslümanların terakkisine engel olan hareketler ve birtakım tarihî vakalara da temas edilmek suretiyle, önemli ve örnek bir özeleştiri yapıldıktan sonra, Mûsevîliğin Yâhûdîliğe; Îsevîliğin Hristiyanlığa dönüş serüveninin özeti ve bu dinlerin peygamberlerinin büyüklüğü ve mü’minler için ne ifade ettikleri gibi hususlarla konu farklı açılardan ele alınarak değerlendiriliyor. Brahmanizm, Budizm, Konfüçyanizm, Zerdüştlük gibi dinlerin de tarihçeleri, esasları, kutsal şahsiyet ve kitapları beyan edilerek hayata tatbik yönünden noksanlıkları ifade ediliyor. Konu yer yer onların kendi kaynaklarından itiraf niteliğinde birtakım iktibaslarla sürdürülüp İslâm’ın galibiyeti tarih boyunca aşama aşama beyan edilerek tamamlanıyor.

İstanbul’un Tarihçesi

Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendinin İstanbul’un tarihçesiyle ilgili yazmış olduklarına bakıldığında, onun yalnızca iyi bir araştırmacı ve araştırdıklarını enfes bir şekilde sunan bir yazı ustası olduğu kadar, İstanbul’a âşık, son derece duygusal bir şahıs olduğu da görülür. İstanbul’un kadîm tarihinin, hâkim olan devletler ve kendisine verilmiş isimleriyle birlikte beyanının ardından, kısımlarının anlatımına bilahare tepelerinin tanıtımına geçilir. Kitabın bu kısmı, bir İslâm âliminden ziyade, tecrübeli bir seyyahın kaleminden çıkmış gibidir adeta.

İstanbul’un terminolojide jeopolitik ve jeostratejik konum olarak ifade edilen hususiyetlerini en güzel şekilde tasvir eden şiirleri de kitabına derç ederek misaller aktaran müellif ifadelerini sürdürdükçe şehri: ‘İstanbulumuz’ şeklinde sahiplenerek anmaya önemle devam eder. Vakit artık İslâm ordularının denizaşırı seferlerine; Ebû Eyyûb Hâlid ibni Zeyd el-Ensârî ve Ebû Şeybe el-Hudrî (Radıyallâhu Anhumâ) Hazretlerine doğru yaklaşırken, şehrin tarih boyunca şahit olduğu kuşatmalar -gayr-ı Müslimlerin kuşatma ve hücumları da dâhil olmak üzere- sıralanır kısa malumatlarla birbiri ardına.

Serdedilen bir kısım malumatın ardından, İstanbul’da medfûn bulunan din büyüklerinin kabir ve makamlarından bahsedilip yirmi yedi kadar sahâbînin medfun bulunduğu bilgisinin ardından, 17 kadar sahâbînin kabir ve makam bilgileri sunularak ilgili pasaj, bu konudaki hakikî bilginin Allah (Celle Celâluhû) indinde bulunduğu vurgusuyla sona erer. İlgili bölümde Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) ev sahibi olarak kabul edildiğinden, onun fazîletlerine dair müstakil bir bahis açılır ve onun medfûn bulunduğu yerin, bölgede fetihten önce yaşayan Hıristiyanlar için de mukaddes olduğu bilgisi nakledilir İmam Bedrüddin el-Aynî (Rahimehullâh)dan.

Yıldırım Bâyezid Hân’dan, İstanbul kuşatmaları vesilesiyle müellif tarafından özellikle bahsedilir. 2. Murad Hân’ın kuşatmaları da beyan edildikten sonra konu fetih hadisiyle birlikte Fatih Sultan Mehmed Hân’a bağlanır. Rumeli Hisarının üstten görünüşünün Arapça olarak ‘Muhammed’ şeklinde olduğuna da özellikle dikkat çekilir. Fethin manevî mimarlarından da özellikle bahsedildikten sonra, fetihten çok önceleri yazılmış olan bir şiirin ebced hesabıyla İstanbul’un fethi olan H.857 tarihini işaret ettiği bilgisi zikredilir.

Fethin, askerî yönüne olduğu kadar, manevî yönü de ele alınarak bilhassa fethin manevî sultanlarında, fetihte dahli bulunan velîlerden bahsedilir. Bu bölümü ecdâdımızın mağlup olanlara karşı nezâketini, fethi müteakip gerçekleştirilen merasimleri anlatan bir bölüm takip eder. Vurguyu son derece hak eden, fetihten evvel kentin zaten harabeye dönmüş olduğu ve Osmanlı Devleti’nin sonsuz bir ufukla, önceki medeniyetlerden kalan eserlere verdiği kıymet ve şehrin itinayla baştan imar edilişine dair hususlar okuyucuların nazar-ı dikkatine sunulur.

Osmanlı Devleti’nin, enkazını bulduğu Bizans’ın eserlerine sahip çıkma konusunda özenini önemle vurgulayan müellif kiliseden camiye dönüştürülen ibadethanelerin ve fetihten sonra inşa edilen camilerin listesini verir. Fatih ve Eyüp Camiilerinin günümüzdeki mevcut yapılarının aslî yapıları olmayıp yıkıldıktan sonra yeniden inşa edilmiş yapılar olduğu da özellikle hatırlatılır. Eser, müellifin Fatih Sultan Mehmed Hân’ın hayatı üzerine yazdığı manzumeyi derç ettiği bölümle hitama erer.

Eserin Tedariki Mümkün Günümüzdeki Baskısı

‘Sûre-i Fethin Türkçe Tefsiri İ‘tilâ-yı İslâm ile İstanbul Tarihçesi’ adlı eser daha evvel tek cilt/tek kitap halinde basılmışken günümüzde Semerkand Yayınları tarafından; ‘Fetih Sûresi Tefsiri’, ‘İstanbul’un Fethi ve Tarihçesi’, ‘İslâm’ın Diğer Dinlere Üstünlüğü’ adlarıyla farklı hacimlerde 3 müstakil kitap şeklinde satışa sunulmuş durumdadır. Bunlar hakkında kısaca malumat aktarmak istiyoruz.

Fetih Sûresi Tefsiri: 172 sayfa olarak, tefsir hocalarımızdan Faruk Gürbüz hoca efendi tarafından sadeleştirilip, hadis tahricleri de ilave edilmek suretiyle baskıya hazır hale getirilerek Semerkand Yayınları tarafından basılmıştır. Dağıtımı ‘Pozitif Dağıtım’ tarafından gerçekleştirilen karton kapaklı eser; 13,5×21 cm ebatındadır.[9]

İslâm ve Dünya Dinleri/İslâm’ın Diğer Dinlere Üstünlüğü: Akademik çalışmalarını dinler tarihi alanında sürdüren Doç. Dr. Hidayet Işık tarafından sadeleştirilerek ve dipnotlar ilave edilmek suretiyle zenginleştirilerek hazırlanan eser, Semerkand Yayınları tarafından basılmıştır. Dağıtımı Pozitif Dağıtım tarafından gerçekleştirilen karton kapaklı 168 sayfadan oluşan eser; 13,5×21 cm ebatındadır.[10]

İstanbul ve Fatih: Doç. Dr. Ahmed Özdemir hoca efendi tarafından sadeleştirilerek ve dipnotlarla güncelleştirilerek hazırlanmış, Semerkand Yayınları tarafından basılıp Pozitif Dağıtım tarafından dağıtılan karton kapaklı ve 112 sayfalık eser; 13,5×21 cm ebatındadır.[11]

Semerkand Bir Teşekkürü Fazlasıyla Hak Ediyor

Ömer Nasuhi Bilmen’in uzun süredir baskı görmeyen bu eserlerini umumun istifadesine sunduğu ve bunu da özverili bir şekilde, kitapların gerek sadeleştirilmesi, gerekse de kaynaklarının belirtilerek zenginleştirilmesi konusunda sarf etmiş olduğu emekten ötürü Semerkand Yayınlarının bir teşekkürü fazlasıyla hak ettiğine inanıyoruz. Ömer Nasuhi Efendi’nin bazı kitapları ‘Ömer Nasuhi Bilmen Kitaplığı’ başlığıyla müstakil bir set olarak tek tek tedarikine oranla daha uygun fiyatlara satın alınabilmektedir.[12] Rabbimiz Azze ve Celle okuyucuları ziyadesiyle müstefîd eylesin.


Dipnotlar

[1] Ömer Nasuhi Bilmen hoca efendinin zikretmiş olduğumuz eserleri dışında; ‘Kur’ân-ı Kerîm’den Dersler ve Öğütler’, ‘Hikmet Goncaları’, ‘Mülehhas İlm-i Tevhîd Akâid-i İslâmiye’, ‘Yüksek İslâm Ahlâkı’, Diyanet İşleri Başkanlığında vazife almak için başvuranların seviyelerini tespit maksadıyla düzenlenen sınavlara hazırlık amacıyla hazırlanmış ve tefsir, hadis, kelâm, usûl-i fıkıh, vakıf, ferâiz ve siyer konularını ihtiva eden ‘Dinî Bilgiler’ adlı kitapları da bulunuyor. Müellifin ayrıca; Beyânülhak, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd dergilerinde yazmış olduğu muhtelif makalelerinin yanı sıra, gençlik yıllarında Farsça olarak kaleme alıp sonradan Türkçe’ye tercüme ettiği belirtilen ‘Nüzhetü’l-Ervâh’ adlı divançesi ve ‘Şükûfe-i Taaşşuk’ adlı bir de romanı bulunmaktadır. Burada bilgi vermiş olduğumuz, dergi yazıları ve tefsiri dışında kalan kitapların tamamı Semerkand Yayınları tarafından basılmıştır.

[2] Ömer Nasuhi Bilmen merhum, tefsiri yazarken zaten talepleri göz önüne alarak mealin biraz ötesinde, muhtasar bir tefsir kaleme alacağını/aldığını mufassal bir tefsir yazmak gibi bir gayesinin söz konusu olmadığını açıkça ifade etmiştir. “Acizleri kendi namıma tefsir ve tercüme yazacak bir iktidara malik olmadığımı itiraf ederim. Ancak bir hayli din kardeşlerimizin arzularına binaen Kur’ân-ı Azîm’in meâli âlisine ve muhtasarca izahına dair bu eseri birçok muktedir âlimlerimizin tefsirlerinden istifade etmek üzere yazmaya cüret eyledim.” Ömer Nasuhi Bilmen, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, Nesa Basın Yayın, c.I, s.5

[3] Müellif, Fetih Sûresi’nin 16. Âyet-i kerimesindeki ‘şiddetli/güçlü kavim’ ve davetle ilgili ifadelerin tefsirinde birkaç görüşü serdettikten sonra Fahreddin er-Râzî (Rahimehullâh)ın görüşünü naklettikten sonra bu görüşü tercih ettiğini belirtir. Benzer durumla ilerleyen sayfalarda da karşılaşılır. Müellifin daha çok Fahreddin er-Râzî (Rahimehullâh)ın tespit ve tahkiklerine meylettiği görülür.

[4] Müellif, Rıdvan bey’atini anlatan âyet-i kerimeyi tefsir ederken İsmail Hakkı Bursevî (Rahimehullâh) Hazretleri’nden de bazı iktibaslarda bulunduktan sonra manevî bazı hususiyetleri ifşâ edercesine şöyle der: “Hak Teâlâ Hazretleri, masivadan tecerrüt şeceresinin füyuzat karin sayesi altına iltica ederek Fenafillah mertebesini ihraz için habibi nezihile ahd ve misakda bulunan mücahitleri devlet-i rıdvâna mazhar kılmıştır. Ve onların kalplerindeki safvet-i imanı bilmiş, ruhlarına rahik-ı hikmetini ifaze eylemiştir. Artık onlar beşeri hefevat yüzünden manevi derecelerini gaip ederek sukut a uğramak korkusundan mutmain bulunmaktadırlar.”

[5] Müellif, ahdine riayet eden ve etmeyenlerin hâllerini beyan ettiği bölümde tasavvufî mânâ doğrultusunda şöyle bir mütalaada bulunur: “Habibim! Sen varlıktan tecerrüd ederek Fenafillah, Bekabillah mertebelerine ermiş, hakkın kemalatına mazhar, tecelliyatına makes olmuş bulunuyorsun. Binaenaleyh kendi fani varlıklarını verüp de ebedi varlık kazanmak üzere sana söz verenler. Cenabı Hakk’a söz vermiş olurlar ve ancak Hak Te‘alâ’nın inâyetiyle o ulvi gayeye erebilirler.”

[6] Müellif, biat bağlamında bir yerde Mevlânâ Şirvânî’nin âyet-i kerîmelere verdiği işârî mânâları nakleder. Biatin gerçekleştiği Rıdvan Ağacının akıbetinin ne olduğu üzerinde de ciddî şekilde durur.

[7] Müellif, bazı kelimelerin tahlili noktasında Râgıp el-İsfehânî başta olmak üzere, Tibî ve daha birçok âlimlerden nakillerde bulunur.

[8] Müellif, Hudeybiye’yi anlatırken kabilelerden bahis açıldığında; ‘arab’ ile ‘arâb’ arasındaki fark üzerinden bazı kabilelere ve kabilelerin kökenlerine, tarihine dair malumat aktarmıştır.

[9] Eser hakkında malumat ve tedarik bilgileri için bkz. http://www.semerkandpazarlama.com/Fetih-Suresi-Tefsiri,PR-1593.html

[10] Eser hakkında malumat ve tedarik bilgileri için bkz. http://www.semerkandpazarlama.com/Islamin-Diger-Dinlere-Ustunlugu,PR-1255.html

[11] Eser hakkında malumat ve tedarik bilgileri için bkz. http://www.semerkandpazarlama.com/Istanbul-ve-Fatih,PR-1252.html

[12] Ömer Nasuhi Bilmen Kitaplığı için bkz. http://www.semerkandpazarlama.com/Omer-Nasuhi-Bilmen-Kitapligi,LA_247-2.html#labels=247-2

Yücel Karakoç
Musellem.net yazarı, yazı işleri...