Yeryüzü insanoğlunun yaşama alanı olarak seçildi. Çeşitli imtihanlar ile doğrular yanlışlardan, güzeller çirkinlerden, hayırlılar hayırsızlardan ayrıldı. Dünya kurulduğundan beri bunlar arasındaki mücadele hep devam edip gitti. Bazen doğrular galebe çaldı, bazen yanlışlar. Ancak bu hiçbir zaman ilanihaye devam edip gitmedi, hep değişti durdu.
Biz; insanların bir arada, birbirine saygı ve tahammül çerçevesinde yaşamasına huzur, birbirlerinin haklarına, hukuklarına riayet etmelerine ve müdahale etmemelerine barış, kendilerine yaradılış itibari ile verilen haklarına bağlı kalarak, selamet içerisinde yaşamalarına kardeşlik diyoruz.
Yukarıda tanımını yaptığımız bu hasletlerin, tarihte bir arada yaşandığı dönemlere baktığımız zaman, sadece insanların değil, diğer varlıkların bile bu sayede, rahat ve huzur içerisinde yaşamalarına sebep olduğunu görüyoruz.
Ancak, günümüze geldiğimizde zaman maalesef hoş bir manzara ile karşılaşamıyor, aksine bu hasletlerin sanki dünyadan çekilip alındığını sanıyorsunuz.
Şu anda, dünya üzerinde yedi milyardan fazla insan yaşadığı biliniyor. Mevcut imkânlar ve kaynaklar, bu sayının birkaç misline yetecek olmasına rağmen, milyonlarca insanın açlığın ve yoksulluğun pençesinde olmasını aklımız ve vicdanımız kabul etmiyor.
Dünyanın her yerinde yüzlerce katlı binalar ve toplu konutlar yapıldığı halde, insanların bir kısmının hala evsiz, barksız ve hatta yurtsuz olmasını kabul edemiyoruz.
Dünya haritasına baktığımız zaman, yer altı kaynaklarının, zengin madenlerin ve petrol yataklarının çoğunun belli bölgelerde olduğunu görüyoruz. Ancak gelin görün ki, aynı bölgelerin gelişmesine ve halkının refah düzeyine baktığımız zaman bir gariplikle karşılaşıyoruz. Toprağın altı zengin olan memleketin, toprağın üstündeki halkı fakirlikle boğuşuyor. Bırakın bu kaynakların işletilmesini, bu kaynaklardan kazanılan gelirden bile pay alamıyor.
Dünya petrol rezervlerinin %56 sının üzerinde bulunduğu Ortadoğu ülkeleri, bir türlü kalkınamıyor. Bırakın kalkınmayı, savaşlardan ve iç karışıklıklardan bir türlü kendilerini kurtaramıyorlar. Yine bu kaynakların, çıktığı ülke haklarının tarafından değil de, batılı emperyalist ve sömürgeci devletler tarafından işletildiğini bilmek yüreğimizi yaralıyor
Bakınız! Şu anda dünyanın en fakir kıtası olan Afrika, hani şu televizyonlarımızdan gördüğümüz, bir deri bir kemik kalmış çocukların bulunduğu kıta var ya, aslında bu kıta dünyadaki elmas yataklarının, hani şu küçücük bir parçasının bile binlerce lira ettiği elmas yataklarının üzerinde olduğunu biliyor musunuz?
Afrika’da derisi kemiğine yapışmış, vücudunda dirhem et, gram güç kuvvet kalmamış Afrikalı, çamurlar içerisinden ayıkladığı elmaslar için günlük otuz veya kırk cent’e (TL ile yaklaşık 1 lira civarında) çalışırken, çamurlar içerisinden bulduğu nohut büyüklüğündeki bir elmas, yüz binlerce lira ediyor.
Bugün, savaşların ve iç karışıklıkların devam ettiği bölgelere baktığımızda, savaşın ve çatışmaların asıl sebebinin, yerli halklar olmadığını ve dış güçlerin etkilediği gruplar olduğunu görüyorsunuz. Yerin altında bulunan madenlerini sömürdükleri yetmiyormuş gibi, o bölgedeki insanların rahatını, huzurunu bozacak adımları da beraber atıyor emperyalist devletler. Fakir halkı bir kobay gibi kullanıp, yeni ürettikleri mikrop ve ilaçları deneme tahtası haline getiriyorlar. Sağlıkları ile oynamak da yetmiyor, iyi niyet elçileri görünümünde gönderdikleri misyonerler vasıtasıyla inançlarını da sömürüyorlar.
Dünya genelinde huzur, barış ve kardeşlik kavramlarını en çok kullananlar ile bu kavramları suistimal edenler arasında nedense kuvvetli bir bağ kuruyorum. Dünyanın bir bölgesine barış ve demokrasi taşıdığını söyleyen malum bir devlet ve onun işbirlikçileri sayesinde milyonla insan ölüyor. Huzuru, Barışı ve Kardeşliği katledenler, ağızlarında sakız gibi bu kavramları çiğneyip duruyorlar. Onlar bu sakızı çiğnedikçe ve bu kavramların içerisini boşalttıkça, yaklaşan tehlikeler en fazla onları korkutuyor.
Ellerindeki kaynaklarını, sağlıklarını, inançlarını ve değer yargılarını sömürdükleri insanlar, hiçbir zaman kendileri gibi olmuyor. Bir vücuda sonradan eklenen bir uzvu nasıl ki vücut kabullenmiyor ve uyuşmazlık sorunu yaşıyorsa, fıtratlarına ve kültürlerine yabancı olan bir sistemi bir süre sonra bu insanlar reddediyor ve insanlar boşluğa düşüyorlar. Bu boşluk esnasında, gerek intikam gerekse öfke ile sarıldıkları bir başka arızalı görüş sebebi ile yakıp, yıkmayı ve öldürmeyi kendilerinde bir hak görerek bambaşka bir savrulma yaşıyorlar.
Evinden ve vatanından koparılmış, aile fertlerinden birini veya hepsini savaşta kaybetmiş, kaybedecek canından başka bir şeyi kalmamış insanlar, savaş baronlarının, silah ve insan tacirlerinin elinde en etkili ve tehlikeli bir silaha dönüşüyor.
Bugün, dünyada barış adına kim ne yapıyorsa, hangi kurum veya kuruluş bu alanda uğraş veriyorsa, öncelikli olarak, dünya üzerinde kaynakların adil paylaşımını sağlamalı ve bu kaynakların emperyalist devletler tarafından sömürülmesini engellemekle işe başlamalıdır.
Huzur isteyen önce başkalarının huzuruna saygı göstermelidir. Barış isteyen başkalarının hakkına, hukukuna riayet etmelidir. Kardeşlik isteyen, yaradılış gereği herkese verilen beş hak olan Din, Can, Akıl, Nesil ve Mal emniyetine saygı göstermelidir. Bu haklara saygı göstermeden dünya üzerinde barış ve huzur geleceğini sanmak beyhude bir bekleyiş olacaktır.
Mevla Teâla dünyada yaşayan bütün insanları gönderdiği son hak din olan İslam’ın hükümlerine riayet etmeyi nasip etsin. Haksızlığa uğrayanların hakkını almak için gayret edenlere güç ve kuvvet nasip etsin.
Cevapla