İnsan nerede durursa, söylenen sözü ve hareketi durduğu yere göre anlarmış. Büyüklerimiz bu hali bildiklerinden dolayı, zaman zaman gerek hastaneleri, gerekse mezarlıkları ziyaret etmemiz gerektiğini söylemişler.
Bir süredir, yaptığımız görev icabı mezarlık merkezli yaşadığımızdan dolayıdır ki, hayatın bir başka penceresi olan bu dünyadan, dışarıya doğru bakma fırsatımız oluyor.
Eskiden şehir anlayışımız, ibadet ve ibret merkezli olduğu için, yerleşim yerinin en merkezinde Camiler, onun ya yanında veya yakınında Kabristanlar bulunurdu. Çarşıya alışverişe giden de, camiye ibadete giden de, günlük hayatı içerisinde mutlaka bu mekânları görür ve ibret alırdı.
Modernizm her alanda olduğu gibi şehirleşme anlayışımızda da köklü değişiklikler yaptı. Modern(!) mimari ve değişen şehir kültürümüz artık mezarlıkları şehirlerin oldukça uzağına kurup insanların göz zevkine (!) uygun hale getirdi. Öyle ki insanlar mezarlıkları, hatta cenaze araçlarını bile görmekten rahatsız olacak hale geldiler. Bir evde cenaze olduğu zaman (diyeceğim ancak, şimdilerde birçok ölüm hastanede olduğu için söz gelişi öyle demek zorunda kalıyoruz) cenazeyi sabaha kadar evinde bekletmekten korkan, hemen onu evinden uzaklaştırmaya çalışan garip tipler türedi.
Etrafında vefat eden insanları gören, ancak biraz zaman geçtikten sonra, hatta kabre defnettikten sonra ölümü unutan ve gündelik hayata devam eden insanlar olduk maalesef.
“ İnsan için en mühim iki nasihatçi vardır. Bunlardan biri konuşur, diğeri Susar. Konuşan nasihatçi Kur’an-ı Kerîm, derin sükûtuyla nasihat eden ise ölümdür. “
Mezarlıklar ibret almak ve halimizi yeniden gözden geçirmek için mükemmel bir imkân sunuyor bizlere. Buraya gelen ve burada derin bir sükût içerisinde yatan insanların bizlere, yaşayanlara, aslında çok şeyler anlatıyorlar. Hal lisanı ile bizlere dünyanın geçiciliğini, her şeyin mutlaka bir sonu olduğunu, buradaki hiç kimsenin dünyadaki işlerini tamamlayamadığını ve birçok şeyi yarım bırakıp geldiğini anlatırken, insanın tüm sevdiklerini bir gün terk edip burada yapayalnız tek başına kalacağını söylüyorlar.
Burada makam, mevki, mal ve mülkün para etmediğini görmek isteyenler için, derin bir sessizlik içerisinde yatan, zengini, fakiri, makam sahibi olanı veya kimsesiz olsa bile hepsinin yan yana yattığını görmeleri yeterlidir
Tanıdıkları çok olan da, az olan da, hatta sahipsiz olanda, cenazeyi kabre defnettikten sonra bir an önce geriye dönmek için acele eden yakınları tarafından buraya bırakılıyorlar. Sevdiğinin yanında en fazla yarım saat bekleyen insan, kabirde yatanı amelleri ile baş başa bırakıp gitmek zorunda kalıyor.
Kabirlerde sessizliğe terk ettiğimiz yakınlarımız, bizlerden kendilerini rahatlatacak hediyeler beklemektedir. Bu hususta Resûlullah- sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
Kabirdeki ölü, denizde boğulmak üzere olan ve dehşet içerisinde yardım isteyen kimse gibidir. Babasından, anasından, kardeşinden, samimi ve sadık arkadaşından gelecek bir dua bekler. Şayet bir dua gelecek olsa, bu onun için dünya ve içindekilerden daha kıymetli ve sevimli olur. Şüphesiz Allah, kabir ehline, dünyadakilerin duası bereketiyle dağlar misali ecir verir. Dirilerin ölülere gönderebileceği en iyi hediye, onlar için istiğfar etmek ve onlar adına sadaka vermektir. [1]
Kabirler biz dünyadakilere, dünyanın geçiciliğini, burada geçer akçenin salih ameller, hayır ve hasenat ile Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde yaşanması gerektiğini, ömrün kısa olduğunu ve ebedi bir âleme giden yolun başlangıcının, bu kabirleri olduğu ve ne kadar süre yatacağını bilmediği, dolayısıyla fırsat elde iken gayret etmek gerektiğini anlatıyor
Büyüklerimiz dünyalık işlerimizde, bizden kötü durumda olanlara bakarak, ahirete dair işlerimizde ise, bizden daha iyi ve daha takva olanların haline bakarak durumumuzu ona göre ayarlamamız gerektiğini söylüyorlar.
Yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi; hastaneyi ziyaret eden insan, kendi haline bakarak sağlıklı olduğundan dolayı Allah Teâlâ’ya şükretmeli ve sağlıklı halinin kıymetini bilmeli. Mezarlıkları ziyaret eden insanlar ise, son durağın bu mekân olduğu, zenginliğin, fakirliğin, makamın ve şöhretin buranın dışında kaldığının ve burada geçerli olanın insanın dünyada iken yapıp ettiği ameller olduğunu bilmeli.
Sükut ve ibret âleminden bir başka yazıda buluşmak üzere Muhterem Üstadımın duası ile yazımızı nihayete erdirelim.
Ya Rab! Niyetlerimizi kendi rızan ile telif eyle! Dünyaya dalıp, kendisini bir su birikintisinde helâk edenlerin akıbetinden bizleri koru! Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbimiz! Hayatımızı ve ölümümüzü, salih kullarına lütfettiğin bereket,
Nimet, ulvî güzellikler ve Sana vuslat ile müzeyyen ve mükemmel kıl!
Ya Rab! Kâinatı, ilâhî muhabbet nazarıyla temaşa edebilmeyi, onu, şuur, duygu, vicdan ürperişleri ve imânî heyecanlar zaviyesinden seyredebilmeyi, gözlerden akan nedamet şebnemleri ile gufran iklimlerine ulaşmayı, yüz akı ve vicdan huzuruyla Sen’in huzuruna
Varabilmeyi cümlemize nasip eyle!
Âmin.
Dipnotlar:
[1] Deylemî, Müsned, IV, 1 03/6323; Ali el- Müttakî, XV, 694/42783; XV, 749/42971)
Cevapla